Üst Header Banner Reklam
Bylock Dolayısıyla Hakimler Karar Veriyorlar
Dediler ki, Bylock kullananların tamamı FETÖ’cüdür. 11 bin kişinin FETÖ’cü olmadığı gerçeği çıktı ortaya, 11 bin kişi! “Kurunun yanında yaş da yanar” diyorlardı, 11 bin kişi, 11 bin yaş olur mu? Yazık günah değil mi? Bunların çocukları okula giderken FETÖ’cü diye, senin baban annen FETÖ’cü diye suçlandı.
9.01.2018 19:43:28
Bu haber 423 kez okundu
Bylock Dolayısıyla Hakimler Karar Veriyorlar

 TBMM CHP Grup Toplantısında Konuştu

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:

Sizin haklarınızı sonuna kadar savunacağız. HASCO işçilerinin haklarının sonuna kadar savunacağız. Geleceğim o konuya da.

Değerli milletvekilleri, saygıdeğer konuklarımız, bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer yurttaşlarım; 2018 yılının ilk grup toplantısını yapıyoruz.  Dolayısıyla 2017’de yaşamış olduğumuz bütün acıların son bulmasını, 2018’de huzurlu bir Türkiye, güzel bir Türkiye, kendi içinde barışık bir Türkiye olması dileğiyle hepinize en içten selamlarımı saygılarımı ve muhabbetlerimi gönderiyorum.

Hepimizin bir ortak artısı var aslında. Hangi görüşten olursak olalım, bir arada huzur içinde yaşamak istiyoruz, bir arada farklı düşüncelerimiz olsa bile oturup konuşmak istiyoruz, gerginlik istemiyoruz kavga istemiyoruz, ama gerçekleri söyleyince birileri rahatsız oluyor. Kavga istemiyoruz, ama gerçekleri de konuşacağız, toplumun önüne koyacağız. Kim hangi dertten mustarip, herhalde bunu da birilerinin dile getirmesi lazım. Onu dile getirecek olan da bizleriz, bu görev bize düşüyor; çünkü biz demokrasiyi savunuyoruz, birlikte yaşamayı savunuyoruz, düşünce özgürlüğünü savunuyoruz.

Sadece onlar konuşacak, biz hiç ses çıkarmayacağız, ağzımıza bir bant çekeceğiz ve onlar diyecekler ki; ne güzel muhalefet, biz ne yapıyorsak sadece onaylıyorlar. Yanlışları kim dile getirecek? Biz getireceğiz. O nedenle bizden rahatsız olduklarını biliyorum, bizim söylemlerimizden rahatsız olduklarını biliyorum, ama gerçekleri dile getirmek benim ve partimin boynunun borcudur. Biz gerçekleri her ortamda dile getireceğiz.

2018’in hemen başlarında iki kaybımız oldu, birisi Münir Özkul. Hepimizin gerek sinemada, gerek televizyonda büyük bir keyifle izlediği, bazen gülümsediği, bazen düşündüğü, oyunculuğuyla herkesin gönlünde yer alan Münir Özkul, Türk sinemasının ve tiyatrosunun önemli bir insanı. O zaman zaman Mahmut Hoca oldu, öğrenciliğimizde yaptığımız bütün yaramazlıkları bize hatırlattı. Hoşgörüyü ve öğretmenlerin hoşgörüsünü bize hatırlattı. Zaman zaman Yaşar Usta oldu, emekçilerin haklarını savundu ve Yaşar Usta olduğu için de hepimizin gönlünde yer alıyordu. Burada işçi kardeşlerim var. O işçi kardeşlerim de unutmasınlar, Yaşar Usta ne kadar değerliyse bizim için, emek için mücadele eden, alın terinin karşılığını almak isteyen her işçi kardeşim de bizim için o kadar değerlidir.

Ve bir de aydınımızı, Aydın Boysan’ı da kaybettik. Çok sayıda eseri vardı. Bir İstanbul beyefendisi, bir aydındı. Sofraların kralı diye biliriz, sohbeti olağanüstü ve güzeldi. Evinde balkonunda otururken, onunla yaptığım sohbeti hayatım boyunca unutmadım ve bundan sonra da unutmayacağım. Her ikisine de Allahtan rahmet diliyoruz, ailelerinin ve milletimizin başı sağ olsun diyoruz ve aydınları sanatçıları sadece ölümleriyle değil, yaşarken de onları anmak, onların yanında olmak hepimizin ortak görevi olmalıdır. Tekrar onları rahmetle ve minnetle anıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, siyasette zaman zaman kavgalar olur, yani sert tartışmalar olur. Zaman zaman birbirimizi eleştiririz, bir araya gelmeyiz, daha gerilimli bir ortam çıkabilir, ama sonuçta ne olursa olsun siyasetin bir amacı var. Siyasetin amacı nedir? Ülkeme hizmet edeceğim, hizmet etmenin yollarını gösterir her siyasi parti. Vatandaşa hizmet etmenin yollarını gösterir. Ama vatandaşa hizmet etmenin yollarını gösterirken, asgari değerler vardır; bu asgari değerleri hepimizin ortak taşıması lazım.

Nedir o asgari değerler? Örneğin, hepimiz demokrasiyi savunmalıyız, örneğin hepimiz insan haklarını savunmalıyız, örneğin hepimiz örgütlenmeyi savunmalıyız. Eğer işçiler bir araya gelip sendika kurmak istiyorlarsa, yani bir anayasal haklarını kullanmak istiyorlarsa, yönetenler onların önündeki bütün engelleri kaldırmalı ve onlara sendika kurma hakkını teslim etmelidir, bu yapılmalıdır. Hem siyasetçiyim diyeceksin, hem demokrasi diyeceksin, hem örgütlenme diyeceksin, hem de işçiler örgütlensin diyeceksin, arkadan işçiler örgütlenince de fabrikanın kapısını göstereceksin. Buyurun buradan dışarı çıkın, biz sizi fabrikada çalıştırmayacağız diyeceksiniz. Bunu siyasetçinin kabul etmesi mümkün değildir, kabul etmemesi gerekir. Hangi siyasi görüşten olursa olsun. Dolayısıyla ben bütün işçi kardeşlerime seslenmek isterim, hangi siyasi görüşten olursa olsun, bütün işçi kardeşlerime. Şundan emin olmanızı isterim, sizin haklarınızı sonuna kadar savunan bir parti vardır, o partinin adı Cumhuriyet Halk Partisidir. Bir anayasal hakkı kullanmak istiyorlar. Anayasada var, herkes örgütlenebilir, herkes sendika kurabilir. Ama sendika kuruyorum diye işçiyi kapının önüne koyarsanız, bu olmaz.

Demokrasilerde sadece emeğin hakkını teslim etmek mi var? Hayır, herkesin hakkını teslim etmemiz gerekiyor, herkesin. Üniversitede çalışan öğretim üyesinin de hakkını teslim etmeliyiz, ilkokula giden ilköğretime giden çocuğumuzun da hakkını teslim etmeliyiz. Herkesin hakkını hukukunu teslim etmeliyiz. Siyasetin temel görevlerinden birisi budur.

Yine siyasetin temel görevlerinden birisi, farklı düşüncelere saygı göstermektir. Herkes bizim gibi düşünmek zorunda değil, herkes benim gibi de düşünmek zorunda değil, ama her düşünceye saygı göstermek insan olmanın da bir gereğidir. Yani bırakın siyasetçi olmayı, insan olmanın da bir gereğidir. Biz o nedenle farklı düşüncelerden olan insanların haklarını ve hukuklarını koruduk. Emeğin hakkını hukukunu koruduk. Az önce söyledim, bunun adresi CHP’dir diye. Niçin söyledim? Çünkü işçilere sendika hakkını getiren kişi rahmetli Bülent Ecevit’tir ve onun partisi olan Cumhuriyet Halk Partisidir.

Siyasetçinin bir başka özelliğinin daha olması lazım; siyasetçi kendisini ve partidaşlarını değil, bütün halkı düşünür, toplumun çıkarlarını düşünür, kendi insanının çıkarlarını düşünür, gelir dağılımını dengelemeye çalışır, işsizlikle mücadele eder, kimse aç ve açıkta kalmasın diye mücadele eder. Siyasetçinin temel görevlerinden birisi de budur.

Ve siyasetçinin az önce söylediğim temel görevlerini tanımlayan düzenleme güçlü bir sosyal devlettir. Güçlü bir sosyal devlet, aç ve açıkta hiç kimsenin kalmadığı ve hiç kimsenin gelecek endişesi taşımadığı bir devlet demektir. İşsizlikle mücadele, yoksullukla mücadele, üniversitelerin bilim üretmesi, fabrikaların çalışması, işçilerin örgütlenmesi, sendikal hakların aranması, emeğin hakkının aranması, bütün bunlar güçlü bir sosyal devletin olmazsa olmazlarıdır.

Ve yine siyasal iktidarı kullanıp, siyasal düşünceyi kullanıp, iktidarı olanların da baskı yöntemini değil demokrasiyi savunması lazım. Eğer “Ben iktidar oldum, benim her dediğim doğrudur, ben iktidar oldum her istediğimi yaparım, ben iktidar oldum yargıyı dizayn ederim, ben iktidar oldum medyayı istediğim gibi düzenlerim” derseniz, demokrasiden uzaklaşmış olursunuz, derseniz vatandaş hakkını ve hukukunu arayamaz noktaya gelebilir; bugün geldiği gibi, bugün yaşandığı gibi. O nedenle siyasetçinin görevi ağırdır, ama üstlendiği görevin bilincinde olması lazım.

Biz aynı zamanda demokrasileri geliştirirken, kendi demokrasimizi geliştirirken, aynı zamanda üreten bir Türkiye istiyoruz. İşçi çalışacak, üretecek, üreten bir Türkiye güçlü bir Türkiye demektir. Üreten bir Türkiye, dünyada saygınlığı olan bir ülke demektir. O nedenle üretmeliyiz, o nedenle üreteceğiz, ama hakça bölüşeceğiz. Sorun burada, üreteceğiz hakça bölüşeceğiz. Ne diyordu rahmetli Ecevit? “Ne ezen ne ezilen, insanca hakça bir düzen” diyordu. Aynı şeyi söylüyoruz, ne ezen olsun ne ezilen olsun. Üretelim, çalışalım, alın teri dökelim, ama hakça bölüşelim. Birisi cebini doldururken, komşumuz yatakta aç uyumasın. Asıl hedefimiz budur, bunun olması lazım.

Şimdi geliyorum bu hedefe acaba yaklaşıyor muyuz? Yoksa bu hedeflerden uzaklaşıyor muyuz? Geldiğimiz nokta, bu hedeflerden ıraklaştığımız yani uzaklaştığımız noktasıdır. En tipik örneğini de buraya gelen işçi arkadaşlarım veriyorlar. Sendikalaşmak istiyorlar, haklarını aramak istiyorlar, eğer baskı olursa baskıya karşı direnmek istiyorlar, 8 saat değil 12 saat çalışacaksınız denildiği zaman buna itiraz ediyorlar, bizim haklarımız var, yasal haklarımız var, anayasal haklarımız var, bunları almak istiyoruz diyorlar. Başta Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı olmak üzere, işçilerin haklarını teslim etmemek için her türlü numarayı çekiyorlar. Ama işçi kardeşlerim sakın unutmasın, sonuna kadar ben ve milletvekili arkadaşlarım sizin yanınızda olacağız, sizin haklarınız teslim edilinceye kadar.

Size bir örnek daha vereyim. Türkiye’nin gündeminde taşeron işçilik diye bir şey yoktur. 1 milyonu aşkın insan köle düzeninde çalıştırılıyor. 1 milyonu aşkın insanın geleceği yoktur. 1 milyonu aşkın insan hak talebinde dahi bulunamazdı. 1 milyonu aşkın insan “benim geleceğin ne olacak” diye düşünür, fakat geleceğini göremezdi. Bunları ilk kez Türkiye’nin gündemine biz taşıdık, ilk kez. Bunların siyasi görüşlerine hiç bakmadık, efendim kimliklerine bakmadık, sadece insan olarak düşündük. Bunlar bizimle beraber, aynı bayrağın altında, aynı vatanda mücadele ediyorlar çalışıyorlar. Emek harcıyorlar, alın teri döküyorlar, bunların da bir gelecek güvencesi olmalı, bunlara da kadro verilmeli, bunların da sendikalı olma hakları var. Biz dile getirdik ve mücadelesini yaptık. Sonunda parlamentoya kanun getirmek yerine, bir kanun hükmünde kararnameyle taşeron işçilerin sorunlarını çözmeye çalıştılar, ama çözemediler. Haksızlık yaptılar, çifte standart yaptılar.

Nasıl çifte standart? İki türlü çifte standart yaptılar. Bir, “sizi kadroya alıyoruz, ama kadrolu işçilerle aynı haklara sahip olamayacaksınız” dediler. “Onların toplu sözleşme hakkı var, 2020’ye kadar sizin toplu sözleşme hakkınız yok” dediler kanun hükmünde kararnamede. Nasıl kadro veriyorsunuz, nasıl hakkını arayacak? Gerçekten de bütün taşeron işçisi kardeşlerime sesleniyorum: Önümüzde 2019 var, benim için önemli, tüyü bitmemiş yetim için de önemli, senin için de önemli kardeşim. 2019 var, 2019’da yetkilendir, sen de diğer işçiler gibi toplu sözleşme hakkına kavuşacaksın. Onlar hangi haklardan yararlanıyorsa kuruşu kuruşuna sen de aynı haklardan yararlanacaksın.

Ve bir ayrımcılık daha yaptılar. Taşeron işçilerin bir kısmını sözde kadroya aldılar, 50 bine yakın taşeron işçisine kadro vermiyorlar. Niye vermiyorsunuz? Değerli arkadaşlarım, 26 KİT’te, yani kamu iktisadi teşebbüsünde ve 26 özel bütçeli kamu kuruluşunda çalışan taşeron işçilerine “size kadro vermiyoruz” dediler.  İşçi değil mi bunlar? İşçi. Çalışıyor mu? Çalışıyor. Niye kadro vermiyorsunuz? Ankara’daki beylerin keyfi öyle istemiş, istediğimize kadro veririz, istediğimize vermeyiz. Peki, biz ne diyoruz? Kim olursa olsun, hangi görüşten olursa olsun, hangi inançtan olursa olsun, hangi kimlikten olursa olsun, hangi yaşam tarzını benimsemişse benimsesin, biz ona sözümüz söz sonuna kadar kadroyu vereceğiz, hiçbir ayrımcılık yapmadan.

Değerli arkadaşlarım, taşeron işçilerle ilgili söylenecek daha çok sözümüz var, ama bunun mücadelesini hep birlikte yapacağız. Onlar haklarını arayacaklar, biz de onların savunucusu olacağız. Parlamentoda, parlamento dışında, sokakta, meydanda, nerede olurlarsa emekten yana emekçiden yana politikamızı sürdüreceğiz, inatla kararlılıkla sürdüreceğiz. Bu ülkeye birinci sınıf demokrasi gelinceye kadar mücadelemizi sürdüreceğiz. Bu ülkede örgütlenme hakkının önündeki bütün engeller kaldırılıncaya kadar mücadelemizi sürdüreceğiz. Bu ülkede kadın erkek ayrımı yapmadan, insanı insan olarak görüp, insana değer veren bir politikayı hayata geçirinceye kadar mücadelemizi sürdüreceğiz.

Biz sadece taşeron işçilerin sorununu gündeme getirmedik. Kamyon işçilerinin, kamyon çalışanlarının da sorununu dile getirdik, şoförlerin sorununu da dile getirdik ve ilk kez bunu Türkiye Büyük Millet Meclisinde bütçe görüşmelerinde dile getirdik. Kocaeli’nde bir kamyon şoförü çıktı şu konuşmayı yaptı: “Biz kamyon şoförüyüz, dünyanın en pahalı mazotunu kullanıyoruz, ödediğimiz cezalar neredeyse kamyonun bedeli kadar, günde 8 saat değil yeri geldiği zaman 12 saat çalışıyoruz, bizim sorunlarımızı kimse dile getirmiyor.” Dedim ki, “Sevgili kardeşim, sevgili şoför kardeşim hiç endişe duyma, senin sorunlarını hem de Türkiye Büyük Millet Meclisinde, hem de bütçe görüşmelerinde dile getiren genel başkan benim, dile getiren parti Cumhuriyet Halk Partisidir.”

Kamyon şoförlerinin derdini dile getirdim. Arkasından Sayın Binali Yıldırım kürsüye çıktı beni eleştirdi,  “Sen kamyon şoförlerinin durumunu bilmezsin” dedi, “Onların durumu çok iyi” dedi, “Onların keyfi de yerinde” dedi. “Sen nasıl kamyon şoförlerini eleştirirsin” dedi. Ben de buradan bütün kamyon şoförü kardeşlerime sesleniyorum: Keyfiniz yerindeyse, aldığınız mazottan keyif alıyorsanız, gittiğiniz yoldan keyif alıyorsanız, dünyanın en pahalı köprülerinden sizi zorla geçirtiyorlarsa, siz o zaman isyan etmeyin. Siz deyin ki, evet keyfimiz yerinde, ey Kılıçdaroğlu bizim sorunumuzu dile getirme. Ama aranızdan bir kişi çıkıp, kamyon şoförlerinin sorunu varsa, tamamını bir tarafa bırakırım o kamyon şoförünün sorununa sonuna kadar sahip çıkarım, bir kişi bile olsa. 

Sayın Binali Yıldırım rakamları da vermişti. Benim verdiğim rakamlara doğru değil demişti, rakamları da vermişti. Kendisi bir de Ulaştırma Bakanlığı yaptı, yolun kaç kilometre olduğunu bilmemesi gerçekten beni şaşırttı. Neyse arkadaşlarımız bindiler bir Tıra Ankara’ya kadar geldiler, kaç lira para ödediler; yol parası, köprü parası, mazot parası, hepsini tek tek çıkardılar, tek tek! O belgeleri bir yazıyla Sayın Binali Yıldırım’a göndereceğim. Ulaştırma Bakanlığı yaptın yolu dahi bilmiyorsun, köprüyü dahi bilmiyorsun, fiyatları dahi bilmiyorsun, buyurun belgeleri diyeceğim. Tıpkı Man Adası belgeleri gibi, onu da göndereceğim ona.

Beni asıl üzen tabii değerli arkadaşlarım, kamyon ve tır şoförlerinin yaşadığı sorunlara karşı hükümetin bu kadar duyarsız olması. Dünyanın en pahalı mazotunu veriyorsun, en pahalı köprüsünden geçiriyorsun, nasıl kalkıp diyebilirsin ki kamyon şoförleri hayatından çok memnun. Ben hiç duymadım, biz hayatımızdan memnunuz diyen bir kamyon şoförünü görmedim duymadım da.  Hatta Kocaeli’nde konuşan arkadaş şunu söyledi, “Benim dedi kamyonumun bedeli 70 bin lira, HGS dolayısıyla ödenen ceza 50 bin lira.” 70 bin liraya 50 bin lira ceza, bunlarda vicdan da yok, öyle bir şey olur mu? Oluyor, yapıyorlar. Şimdi kamyon şoförü kardeşlerime sesleniyorum, o arkadaşın verdiği bir bilgi vardı, “1 milyon 350 bin kişi buradan geçiniyor” diye. 1 milyon 350 bin kişiye sesleniyorum: Tır şoförü ol, kamyon şoförü ol, 10 numara yağ yak, hepsini biliyorum. İki elim yakanızdadır, senin sorununu çözmek için bu Mecliste ben kavga veriyorum, senin sorununu çözmek için yolda ben kavga veriyorum. Senden sadece ve sadece bir oy bekliyorum 2019’da, ders verelim.

Geliyorum başka bir konuya, infaz memurlarına, infaz ve koruma memurlarına. 657 sayılı bir Kanun var, Devlet Memurları Kanunu. Orada 12 ayrı sınıfa ayrılmış devlet memurları. Bunlardan birisi diyelim emniyet sınıfı, diğerleri işte genel idare hizmetleri vesaire, ama genel idare hizmetleri diğer sınıflara girmeyenler torba diye buraya atılıyor. İnfaz ve koruma memurları da emniyet sınıfına geçmek istiyorlar. Mahalle bekçisi diyor görevi var, çarşı bekçisinin görevi var, polisin görevi var, bunlar güvenliği sağlıyorlar, emniyeti sağlıyorlar, sorun olduğunda soruna hemen müdahale ediyorlar, bir şekliyle hepimizin güvenliğini sağlıyorlar. İnfaz ve koruma memurları diyorlar ki, “Bizim genel idare hizmetinde, biz ofiste çalışmıyoruz, daktilo başında çalışmıyoruz. Biz ne yapıyoruz? İnfaz ve koruma memuru olarak görev yapıyoruz, yani emniyeti sağlıyoruz, yani güvenliği sağlıyoruz. Olay çıktığı zaman olayı yatıştıran da biziz. Bizi de emniyet hizmetleri sınıfına alın” diyorlar.

Buradan bütün infaz ve koruma memuru kardeşlerime sesleniyorum: Arkadaşlarıma hepinizin önünde talimatı veriyorum. İnfaz ve koruma memurlarının emniyet hizmetleri sınıfına alınması için kanun teklifini hazırlayın verin, hep beraber aşağı indirelim, bakalım el mi yaban bey mi yaman, hep beraber görelim.

Değerli arkadaşlarım, 2017’nin son ayları bütçe görüşüldü ve 2017’de hükümetin gurur duyduğu bir şey, yüzde 11,1 büyüdük. Olağanüstü, dünyada birinci, yüzde 11,1 büyüdük. Çin’i de attık geriye, Hindistan’ı da attık geriye, yüzde 11,1. Ama bu büyük bir heyecan yaratmadı, çünkü vatandaş döndü kendisine baktı, cebine baktı büyüme yok, sanayici baktı yok, öbürü baktı yok. Peki, nerede bu büyüme? Asgari ücret yine yok, taşeron işçisi yine yok, nerede? Çiftçi baktı, mazot gittikçe yukarıya doğru gidiyor. Ürün... Ürün satılmıyor. Dışarıdan... Dışarıdan tarım ürünleri geliyor. Nereden bu büyüme, nasıl oldu bu büyüme?

Değerli arkadaşlar, bu büyümeyi eğer gerçek bir büyüme olsa işsizlik azalır. Milyonlarca gencimiz işsiz, milyonlarca! Yüzde 11 büyüyeceksin, işsizlik hâlâ devam edecek! Özellikle üniversite mezunları arasında işsizlik çok daha yüksek; üniversiteyi bitirmiş, aylardır yıllardır işsiz. Bir grup da var, zaten iş aramaktan tamamen umudunu kesmiş. İşsizlikle mücadele edeceklerdi sözde, işsizliği engelleyeceklerdi sözde.

7 Şubat 2017, AK Partinin Genel Başkanı TOBB Genel Kurulunda bir konuşma yapıyor. İşverenlere diyor ki, hep beraber işsizliği engelleyeceğiz. Bir cümle şöyle, bütün işsiz kardeşlerim dinlesinler. “Bu seferberlikle -yani işsizliği önleme seferberliğinde- işsizliği gümbür gümbür çökerteceğiz.” Bir daha okuyorum, işsiz kardeşlerim duysunlar. “Bu seferberlikle işsizliği gümbür gümbür çökerteceğiz.” Çöktü mü? Hayır. Ne oldu? İşsizlik mi azaldı? Yüzde 11,1 büyüdü, peki ne oldu? İşsizliğin azalması lazım; tam tersine, dünyanın parasını akıttılar işsizlik azalmıyor. Çünkü büyüme üretime dayalı bir büyüme değil. Yeni fabrikalar kurulmuyor, dışarıdan ithalat. Elin parasıyla, aldığın borçla ülkeyi yönetiyorsun. Elin parasıyla büyüme olmaz, elin parasıyla kalkınma olmaz, elin parasıyla işsizliği önleyemezsin. Elin parasını alır saray yaparsan, ülkeyi aydınlığa çıkaramazsın. O nedenle biz “üretim, üretim, üretim” diyoruz, o nedenle “istihdam, istihdam, istihdam” diyoruz. Ama bunlar bu konularla hiç, ama hiç ilgilenmiyorlar.

Peki, yüzde 11,1 oldu, büyüme nasıl yansıdı? İşsizliği anladık. Vatandaşın gelirinin artması lazım; vatandaşın geliri değil, vatandaşın borcu arttı. Bir daha söylüyorum, vatandaşın geliri değil, vatandaşın borcu arttı. Ne kadar borcu arttı? Bugün icra dairelerinin sayısı da iki misline çıktı biliyorsunuz bu son 15 yılda. Her iki vatandaştan birisi icra dairelerinde, kimisinin evi kimisinin televizyonu kimisinin buzdolabı kimisinin işyeri satılıyor, tıklım tıklım dolu icra daireleri.

Bakın ben size örnek vereceğim geçen yılla bu yıl arasında. Niçin? Yüzde 11,1 büyüdük, herkesin gelirinin artması lazım. Vatandaşın bankalara borcu 2016 Aralık’ında 433 milyar, eski parayla 433 katrilyon lira. Geçiyorum 2017 Aralık ayına, 499 milyar liraya çıkmış, yani 499 katrilyon liraya çıkmış. Artan borç miktarı 66 milyar 289 milyon lira, yani 66 katrilyon lira vatandaşın bankalara borcu artmış. Hani gelir arttı, bankaları borcun düşmesi lazım, tam tersine.

Peki, vatandaş bankalara ne kadar faiz ödedi? Ona da bakalım. Ocak-Kasım 2016 aralığında 44 milyar lira eski parayla vatandaş bankalara 44 katrilyon lira faiz ödüyor. Bunlar faize karşılar ya, faiz ödüyorlar. Geçiyorum Ocak-Kasım 2017’ye yani bir yıl sonraya, vatandaşın ödediği faiz 51 katrilyon liraya çıkmış, yani 6 katrilyon lira vatandaşın ödediği faiz artmış. Milli gelir artışından bu vatandaşımız pay almıyor, borç batağında.

“Faize karşıyız” diyorlar. Peki kardeşim, güzel kardeşim faize karşısın, faizi düşür. Düşüremiyor. “Efendim biz faize karşıyız...” Üniversite hocasını atarken, üniversiteden kanun hükmünde kararname çıkarıyorsun. Faizi de sıfırla kardeşim, çıkar bir kanun hükmünde kararname faiz sıfırdır de, vatandaşın borcunu sildim de, çıkar kanun hükmünde kararname. Siz tefeci bir düzen getirmişsiniz, tefeci düzen.

Bakın vatandaş sadece faiz ödemiyor bankalara, bir de vatandaş dünyanın en ağır vergilerini ödüyor. Hem faiz ödüyor, hem de dünyanın en ağır vergilerini ödüyor. Faiz konusunda daha önce burada üç veya dört grup toplantısında ifade etmiştim. Dışarıda bir grup faiz lobisine ödenen faiz 146 milyar dolardı. Son rakam 147 milyar dolara çıktı. Bir grup adama verilen faiz 147 milyar dolar. Dışarıya ödüyorsunuz, içeriye ödenen faiz miktarı 620 milyar lira, 620 katrilyon lira; tam bir faizci hükümet. Faize karşıyız diyorlar, bunlar kadar faizden yararlanan kimse yok.

Şimdi bakıyorum, 620 milyar lira faiz ödenmiş. Çiftçi faiz aldı mı? Hayır. İşçi faiz aldı mı? Hayır. Memur faiz aldı mı? Hayır. Bu faizi kim aldı? 620 milyar lira. Hadi yurtdışını anladık, dışarıya ödediniz, içeride kim aldı bu parayı? Kim aldı, kime verdiniz bu parayı? İşçisi düşünsün, emeklisi düşünsün, çiftçisi düşünsün, sanayicisi düşünsün, memuru düşünsün, herkes düşünsün. 620 milyar liralık faizi kim aldı? 620 katrilyon liralık faizi kim aldı? Çıkıp hesabını versinler. Bunu sormak zorundasınız. Ben dile getireceğim, ama siz de sorun. Kahvede anlatın, caddede anlatın, tarlada anlatın, fabrikada anlatın, bunları anlatmak zorundayız.

Değerli arkadaşlarım, vergilere gelince, vatandaş sadece faiz ödemiyor. Vatandaşın haberi olmadan, yani o bilinçle olmadan vatandaşı kandırarak ondan ağır vergiler alıyor. Bir anneyi düşünün, içimizde çok sayıda anne var. Sevgili anneler, sabahın köründe kalktınız, ya çocuğunuzu ya da torununuzu okula göndereceksiniz. Ne yapıyorsunuz? Git diyorsunuz oğlum yüzünü yıka, kızım git yüzünü yıka. Musluğu açtığı anda beş çeşit vergi ödüyor, beş çeşit musluğu açtığı anda! Şimdi sabah gönderiyoruz çocukları okula, sabahın körü mecburen elektrik yakılacak veya banyoya gidip yüzünü yıkarken. Elektrik düğmesine bastığı anda dört çeşit vergi ödüyor. Yani çocuğu sabahleyin okula göndermek için yüzünü yıkadığında, elektrik düğmesini açtığında dokuz çeşit vergi alıyorlar sizden, dokuz çeşit! Bunlarda insaf var mı? Sizin bundan haberiniz yok, sanıyorsunuz su parası ödedik, elektrik parası ödedik, dokuz çeşit vergi alıyorlar. Sizden vergi alıyorlar, bu beyler ne yapıyor? Bu beyler de vergi ödememek için Man Adasıyla ilişkiye geçiyorlar, oralarda şirket kuruyorlar, oralara gidiyorlar, oralara para gönderip para getiriyorlar. Bunları ben söyleyince de, vay efendim sen nasıl bunları dile getirirsin, seni mahkemeye vereceğim. Vermezsen namertsin kardeşim, vermezsen namertsin!

Diyelim ki hastalandınız olur ya, Allah kimseye hastalık vermesin, ama sonuçta hepimiz insanız, hastalandık hastaneye gittik. Emekli birisini düşünün, bir emekli hastaneye gitti. Hastaneye gider para öder, bu sigortalıdır vergisini ödemiştir, primini de ödemiştir, emekli olmuştur. Hastaneye gider para öder, ama oradaki para biraz düşüktür. Sonra... İlaç almak için eczaneye gider, reçeteyi verir. Eczacı der ki, biraz daha para vereceksin. Niye vereyim, ben sigortalıyım. Olsun, kanun var çıkardılar, sen bu parayı vermek zorundasın, yoksa sana ilacı vermem. Orada da bir para veriyor. Sonra... Aybaşında aylığını alacak, bakıyor bordroya oradan da kesilmiş bir para. Üç ayrı yerden kesiyorlar, vatandaş fark etmesin diye, vatandaş bilmesin diye üç ayrı yerden parça parça parayı kesiyorlar, vatandaşı tuzağa düşürüyorlar. Vatandaş ödediği paranın ağırlığını hissetmesin diye. Ben diyorum ya, bunlarda insaf yoktur, bunlarda vicdan yoktur diye. Emekliden ne istiyorsunuz siz?

Sadece bu mu? Bakın bir şey daha söyleyeyim değerli arkadaşlarım. Bütçede açık var. Bütün bu vergiler toplanıyor, ama bütçede açık var. 2016’nın ilk dokuz ayındaki açık, yani daha doğrusu borçlanma, Hazine borçlanıyor, 2016’nın dokuz ayında o Hazinenin borçlandığı miktar 30 milyar lira, yani eski parayla 30 katrilyon lira Hazine borçlanıyor. Para yetmiyor, vergi toplayamadık, 30 milyar lira. 2017’nin aynı döneminde 67 milyar lira borçlanıyor, yani borçlanmadaki artış yüzde 124. Bu kadar vergi alıyorsun… Elektrikten, teneffüs ettiğiniz hava hariç her şeyde vergi var, otobüse mi bindiniz vergi var, dolmuşa mı bindiniz vergi var, ekmek mi aldınız vergi var, ilaç mı aldınız vergi var, su mu içtiniz vergi var, sakız mı çiğnediniz vergi var, her şeyde vergi var. Peki, bu borç ne?

Değerli arkadaşlarım, bir şey daha. Siz vatandaş olarak sadece vergi ödemiyorsunuz, bir de müteahhidin yaptığı köprüden geçerken ona da para veriyorsunuz. Vergi verdim, niye vergi veriyorum? Yol yap, köprü yap, vergimi verdim. Olmaz diyor, bak diyor köprü yaptı müteahhit, bak diyor yol yaptı müteahhit, buradan geçeceksin. Geçmek istemiyorum, zorla geçeceksin sen buradan, zorla geçeceksin. O zaman bunun parasını da vereceksin. Faiz öde, vergi öde, köprüye para öde, peki bu vatandaş ne olacak? Bu kadar açık bu kadar net söylüyorum bütün vatandaşlarıma, açıkça Türkiye Cumhuriyeti Devletinde açıkça bu hükümet nerede bir gariban görüyorsa onu soymaya kalkıyor, nerede bir gariban görüyorsa!

Çıksın desinler bunlar doğru değil, hepsini kuruşu kuruşuna hesapladık. Ama bir şey söyleyeyim, bir emekli düşünün Hermes çanta aldı diyelim. Alamaz ya, maaşı yetmez, ama aldı diyelim, borca girdi aldı. Prada ayakkabı giydi, dünyanın en pahalı ayakkabısı, alamaz ama farz edelim borçlandı harçlandı ayakkabı düşkünü aldı. Gucci gözlük aldı diyelim, çok pahalı, dünyanın en pahalı gözlüklerinden birisini aldı diyelim. Bunların KDV’si yüzde 8. Ama aynı emekli elektrik kullanırsa, doğalgaz yakarsa ve tezek yakarsa katma değer vergisi yüzde 18. Adalete bakın. Boşuna demiyorlar, Adalet ve Kalkınma Partisi, boşuna demiyorlar! Tezek yak yüzde 18, Gucci gözlük al yüzde 8, adalete bak sen! Bunların insafı yok, bunlarda vicdan yok, bunlarda ahlak yok, bunlarda devlet yönetimi geleneği yok, bunlarda en temel şey hak hukuk ve adalet kavramı bunların hiçbirinde yok.

2016’da yat ve kotralarda ÖTV yani özel tüketim vergisi yüzde 8’di. Limonata ve soğuk çayda da sıfırdır. Bu yıl yeni bir düzenleme yaptılar, yeni bir reform yaptılar, vatandaşa bir kazık daha attılar. Bu yıl yat ve kotralarda ÖTV’yi yüzde 8’den sıfıra indirdiler. Limonata ve soğuk çayda da ÖTV’yi yani özel tüketim vergisini sıfırdan yüzde 10’a çıkardılar. Sen misin çay içen, sen misin limonata içen, vergisini vereceksin. “Elinde viski kadehiyle yatlarda gezen adam... Sen kal kardeşim, keyfine bak kardeşim, senin vergini sıfırladık kardeşim, nasıl olsa bu millet bana oy veriyor, tepe tepe kullanacağım bu milleti” diyor. Tepe tepe kullanmaya izin verme kardeşim, izin verme!

Gelelim emeklilerin durumuna. Biliyorum ben, emekliler beş yıldızlı otellerle sabah kahvaltısı yaparlar. Paraları çok, pulları çok, keyifleri yerinde, hiçbir şikâyetleri yok emeklilerin. Ama size bugüne kadar yeteri kadar kamuoyuna açıklanmayan bir şeyi ifade edeceğim. Bütün emekli kardeşlerim dinlesinler. Bugün, yani bugün asgari ücret üzerinden prim ödeyip emekli olan birisinin eline son zamlar dahil 718 lira 69 kuruş para geçmektedir. Bir daha söylüyorum, asgari ücret üzerinden prim ödeyip, bugün emekli olan kişi son zamlar dahil eline aylık 718 lira 69 kuruş geçmektedir. Emekli kardeşlerim, 718 lira 69 kuruşu, bir de çay içerseniz vergi vereceksiniz, dolmuşa binerken vergi vereceksiniz, ekmek alırken vergi vereceksiniz. Bir daha otur, bir daha düşün, hangisi adalet hangisi kalkınma, hangisi halk hangisi vicdan? Bir daha otur yeniden düşün kardeşim.

 

Neden 718 liraya düştü asgari ücret üzerinden? Peki, daha önce kaç liraydı? Daha önce, yani 01.10.2008’de “Biz Sosyal Güvenlikte reform yapıyoruz” demişlerdi. Eğer reformu yapmasalardı, bu asgari ücretli bugün 1822 lira aylık alacaktı, 1822 lira aylık alacaktı! Çünkü aylık bağlama oranını değiştirdiler, düşürdüler yüzde 28’e kadar. Yüzde 60 idi, yüzde 28’e kadar düşürdüler. Şimdi eski emekliler iyi aylık alıyorlar, ama yeni emekliler giderek düşerek aylık alacaklar. Emeklilerden bu yolla kesilen para ne kadar reform diye? 120 milyar lira, yani 120 katrilyon lira. Sosyal Güvenlik açığını emeklinin sırtından kapatıyorlar böylece. Emekli kardeşim bunu iyi düşünsün, benden söylemesi.

Peki, emekli kazanmadı, işçi kazanmadı, memur kazanmadı, taşeron işçisi kazanmadı, kim kazandı? Yüzde 11,1 büyümek kimin lehine oldu? 2016’nın ilk dokuz ayında borsada işlem gören şirketlerin kârındaki artış yüzde 55. Borsada işlem gören şirketlerin kârındaki artış yüzde 55. Yüzde 55 kâr elde ediyorlar. Emekli perişan, işçi perişan, memur perişan, çiftçi perişan, hiç onlara bakan yok. Çünkü onları insan sınıfına koyan yok, onlar aileleri var ailelerini geçindirecekler, buna bile bakan yok. Kimin dışında? Bizim dışımızda, biz onlara bakıyoruz, onların haklarına sahip çıkıyoruz.

Şirketlerin kârı arttı, peki memur ve işçilerin milli gelirden aldığı pay arttı mı? Ona da bakıyoruz. Yüzde 35’ten yüzde 30’a düşmüş, 5 puan düşüş var. Çiftçilerin de zaten hali meydanda. Şimdi tarım ürünü ithalatı yapıyorlar. AK Partinin Genel Başkanı yurtdışına gittiği zaman diyorlar tamam geldi gelsin, geliyor. Ne kadar satılacak mal varsa satamıyorlar, getirin. Et mi satalım? Kabul ediyor, eti aldım. Zeytinyağı... Zeytinyağını aldım. Canlı havyan... Canlı hayvanı alın, ne kadar şey varsa al sat diyorlar kardeşim ve hepsini satıyorlar. Peki, bizim ülkemizde... Tarım öldü. Eskiden AK Partinin Tarım Bakanına Fransa’da şövale nişanı verilmişti. Nedeni de Fransız tarımına yaptığı katkılardan ötürü. Büyük bir ihtimalle Erdoğan’a da vermişlerdir, Fransa’dan et getirtiyor şimdi. Et getirtiyor, Türkiye’de et yok, hayvancılık da yok, çiftçi de yok, besici de yok, dışarıdan et gelecek. 2010 yılında başladı dışarıdan et getirmeye, 2010 yılında. Hâlâ getiriyorlar. Sırbistan’dan da getirmişlerdi, ben demiştim ki besmelesiz et getiriyorsunuz kardeşim. Bir de Sırbistan kasabından alıyorsunuz. Demişlerdi ki, biz bunu Sırbistan’ın Müslüman kesiminden alıyoruz. Şimdi merak ediyorum, Fransa’nın hangi kesiminden alıyorsunuz bu eti, merak ediyorum bir söyleyin bakayım.

Her vatandaşım şunu sormalı, ben ülkemde dünyanın en insafsız vergilerini ödüyorum. Peki, benim gelirim niye artmıyor? Dünyanın en insafsız vergilerini ödüyorum. Köprüden geçerken niye ayrıca para veriyorum? Dünyanın en insafsız vergilerini ödüyorum, benim çocuğum niye güzel bir okulda okumuyor? Her vatandaşım bunu sormalı. Şimdi geçinemiyorum, üstelik hayatım boyunca hiç geçmediğim köprünün de parasını vereceğim, hayatım boyunca geçmediğim köprünün! Bunu artık vatandaşın sorması lazım, bu adaletsizliğe hep birlikte son vermemiz gerekiyor.

İnsafsız vergiler vatandaşı yakarken, bu Ankara’daki beyler Man Adasında 1 Sterlinlik şirketle milyon dolarlık iş yapıyorlar. Ben bunu dile getirdiğim zaman da, mahkemeye vereceğiz, tazminat davaları açacağız. Sanıyorlar ki, Kılıçdaroğlu geri adım atacak. Bir milim geri adım atarsam namerdim, bir milim!

Kendisine sorduk, bu para için diyor “şirket sattık.” Kimin şirketi ve kaça sattın kardeşim? Hangi şirket? Tık yok. Şu ana kadar ağzımı açsam laf yetiştiriyor, bu soruya cevap yok. Niye yok? Her konuşmama cevap veriyorsun, buna da bir cevap ver. “Suriyelilere 30 milyar dolar para harcadık” diyordu. Nerede harcadın kardeşim? Suriyelileri görüyorum, hepsi sokakta dileniyor, nerede bu 30 milyar dolar? 30 milyar dolar, az buz bir para değil. Hani Türkiye’de söylese, derim ki Türkiye’de işte dilin kemiği yok, 30 milyar bir sefer söyledi. Ama gittin kardeşim Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda konuştun, orada dedin 30 milyar dolar. Nereye gitti bu para? Vatandaşı soyuyorsun vergi ayağına, nereye gitti bu para? Ortada yok. Bu sorunun cevabı... Bunu da yeteri kadar almış değilim.

Değerli kardeşlerim, ülke adaletle yönetilir, devlet adalet üzerinde inşa edilir. Adalet bütün inançların, bütün kültürlerin ortak temelidir. Adalete herkes saygı duyar. Adaleti sağladığınız zaman toplumda kavga çıkmaz. Toplum barış içinde, huzur içinde yaşamış olur. Çünkü herkes der ki, bir adaletsizliğe muhatap olduğumda gider hakkımı ararım. Bana mutlaka birileri, bir hâkim, devletin bir hâkimi benim hakkımı bana teslim eder, haksızlığa tahammül etmez diye düşünürüz. Onun için ısrarla deriz ki, devlet kinle yönetilmez, öfkeyle yönetilmez, kavgayla yönetilmez. Devlet akılla yönetilir, adaletle yönetilir, basiretle yönetilir, istişareyle yönetilir devlet. Devletin özelliği budur.

20 Temmuz’dan sonra bir sivil darbe gerçekleşti ve OHAL ilan ettiler. Şimdi yeniden uzatıyorlar. Bana denilmişti ki, “biz çok kısa bir süre için OHAL’i uygulayacağız.” Bir yıldan fazla oldu. Parlamento tamamen devre dışı, taşeron işçilerin hepsi kadro alsın diye buraya gelseydi, hepsine kadro aldıracaktık. Ama sözümüz söz, o kararnameyi buraya geldiğinde aynı kavgayı, aynı mücadeleyi yeniden yapacağız. OHAL’i yeniden getiriyorlar. Niye getiriyorsun kardeşim? FETÖ’yle mücadeleyse yap mücadeleni, kimse sen mücadele ettin de karşı mı çıktı? Tam tersini yapmak istiyorlar, FETÖ’yle mücadele değil muhalefetle mücadele ediyorlar. Kendilerinin aleyhine yazan ya da gerçekleri yazan gazetelerle mücadele ediyorlar, gazetecilerle mücadele ediyorlar, sivil toplum örgütlerinin başkanlarıyla mücadele ediyorlar.

Hapishanelerde yatan yüzlerce öğrencimiz var, yüzlerce, yazık günah değil mi bu öğrencilere? Boğaziçi Köprüsünde boğazı kesilen gencecik, hiçbir günahı olmayan er var. Efendim bunlara kimse dokunmayacak, yani öldürenlere kimse dokunmayacak. Bu mudur adalet arkadaşlar, bu mudur adalet? O açıdan biz mücadelemizi sürdüreceğiz.

Biz her zaman şunu söyledik. Kim mağdursa, biz mağdurun yanında olacağız. Kim haksızlığa uğramışsa, CHP’ye oy versin veya vermesin, onun hakkını ve hukukunu savunacağız. Bylock uygulaması dolayısıyla 11 bin kişiyi boşu boşuna hapishanelerde tuttular ve işlerine son verdiler, 11 bin kişi! Oysa biz bunların büyük bir kısmı mağdurdur, yanlış yapıyorsunuz dediğimiz zaman, vay siz de FETÖ’cüsünüz. Aynı yolda yürüyen sizsiniz, “ne istediniz de vermedik” diyen sizdiniz, 17-25’ten sonra bir gazeteciyi devreye koyup Fethullah Gülen’e gönderen sizdiniz, “Aman ne olursun bizi affet” diyen sizdiniz. Ne oldu da biz suçlandık? Çünkü biz mağdurlara sahip çıkıyoruz, zalime karşı duruyoruz, zulme karşı duruyoruz.

Dediler ki, Bylock kullananların tamamı FETÖ’cüdür. 11 bin kişinin FETÖ’cü olmadığı gerçeği çıktı ortaya, 11 bin kişi! “Kurunun yanında yaş da yanar” diyorlardı, 11 bin kişi, 11 bin yaş olur mu? Yazık günah değil mi? Bunların çocukları okula giderken FETÖ’cü diye, senin baban annen FETÖ’cü diye suçlandı. Bunların eşi çalışıyorsa, ya özel sektörde ya da kamuda işlerine son verildi, görevlerine son verildi, bunlar açlığa mahkûm edildi. Çıktı bir de utanmadan dediler ki, “Ağaç kökü yiyin” siz dediler, “Ekmek bile size fazla…” Biz bunlara sahip çıktık.

Bakın değerli arkadaşlarım, “Kusura bakmayın mağdur falan yok” demişti Erdoğan 12 Ekim 2016’da, bugün 11 bin mağdur çıktı, 11 bin! Ergenekon Balyoz davasında da aynı şekilde olmuştu. Şanlı ordumuzun komutanlarını utanmadan sıkılmadan FETÖ’yle işbirliği yaparak hapishanelere tıktılar. Şimdi biz söylüyoruz, 11 bin Bylock kullanıcısının da Ergenekon Balyoz davasından mağdur olanların da itibarlarını iade edin kardeşim diyoruz, itirazlarını iade edin. Yazık günahtır, bunlar bizim insanımız, bunlara birilerinin sahip çıkması lazım. Biz sahip çıkacağız ve biz onlara sahip çıkarken, sevgili peygamberimizin veda hutbesinin bir bölümünü ben burada okumuştum. Tarihin en önemli insan hakları bildirgesinden biri kabul edilir Sevgili Peygamberimizin veda hutbesi. Şöyle diyor: “Sakın zulmetmeyin, herkes ancak kendi işlediği suçtan sorumludur. Baba oğlunun, oğul da babasının suçundan sorumlu tutulamaz.” Bunlar bir de Müslüman geçiniyorlar değil mi? Sevgili Peygamberimizin veda hutbesi... Bunu bile görmezden geldiler. Onun için gerçekten de yatacak yeri yok. Her türlü zulmü yaptılar, her türlü işkenceyi yaptılar, insanları perişan ettiler, hapishaneler tıka basa dolu, tıka basa! Şimdi yatırım yapacağız, müjde veriyorlar millete, size 39 yeni modern hapishane yapacağız. Zaten Türkiye’nin tamamı yarı açık cezaevi kardeşim, içeridekiyle dışarıdaki arasında bir fark mı var?

Biz bir şey daha yaptık, bir şey daha yaptık. 5 Ekim 2016’da bu Bylock’ta sahtekârlık olduğunu tespit etti bizim arkadaşlarımız ve bir rapor hazırladılar. Raporu Başbakanlığa gönderdiler. Ne zaman? 25 Ekim 2016’da. Raporun şu bölümü, cümleyi aynen okuyorum: “Uzaktan yükleme yöntemiyle bazı kullanıcılara kendi iradelerinin dışında Bylock kurulmuş olabilir.” Biz 2016’da bu gerçeği onlara söyledik. Onlar 2017’nin son aylarında bunu fark ettiler. Biz mazlumun hakkını ve hukukunu savunurken, bilgiye dayalı savunuyoruz, gerçeği araştırıyoruz, doğrusu nedir ona göre oturup karar veriyoruz.

Değerli arkadaşlarım, hâkimler üzerinde büyük baskı var. Hâkimler ve Savcılar Kurulu görevini sağlıklı yapamıyor. Bir daha söylüyorum; Hâkimler ve Savcılar Kurulu görevini sağlıklı yapamıyor. Hâkimler ve Savcılar Kurulunun saygıdeğer üyelerine sesleniyorum: Saraydan talimat alıp karar verecekseniz, o görevden ayrılın, çünkü yargıya ihanet ediyorsunuz. Saraydan değil de, iradenizle karar alıyorsanız benim başımın üstünde yeriniz var.

Bylock dolayısıyla, bakın Bylock dolayısıyla hâkimler karar veriyorlar. Ne zaman? 2016’da karar veriyorlar. Diyorlar ki, Bylock ’un delil olarak dikkate alınması için, ayrıntılı araştırma yapılması gerekir. Bu kararı alan hâkimler sürüldü. Şimdi 11 bin kişi için kim haklı? Bu hâkimler haklı. Peki, ben Hâkimler ve Savcılar Kuruluna seslenmek isterim. Bu hâkimleri niye sürdünüz, hangi gerekçeyle sürdünüz? Saraydan mı talimat aldınız? Eğer saraydan talimat almayı düşünüyorsanız, kapatın orayı gidin sarayda bir odaya yerleşin. Biz de kurtulalım, siz de kurtulun. Acaba sizlere bir söz mü verildi, gelecek için bir söz mü verildi? Bu kararları aldığınız zaman sizleri şuraya şuraya şuraya getireceğim diye söz mü verildi? Hâkimler Savcılar Kurulu olun, ama Hâkimler Saray Kurulu olmayın. Hâkimler Saray Kurulunu kabul etmiyoruz.

Gece yarısı hâkim değiştiriyorlar. Niye hâkim değiştiriyorlar gece yarısı. Takip edeceğiz. Efendim, Erdoğan’ın benim aleyhime açtığı tazminat davalarına bakan hâkimi değiştirdiler. Niçin? Saraydan gelen talimata göre karar verecek. Sanıyorlar ki, biz çekineceğiz. Sonuna kadar mücadele edeceğiz, sonuna kadar!

Eğer bir ülkede suçluyu hâkim değil de siyasi otorite belirliyorsa, orada yargı bitmiştir arkadaşlar. Bir daha söylüyorum; eğer bir ülkede bir devlette hâkim suçluyu tespit etmiyor da siyasi otorite tespit ediyorsa, bu suçludur diyor ve arkadan da yargı onu onaylar biçimde karar veriyorsa, o ülkede yargı bitmiştir. Bu konuda mücadele edecek kişiler yargıçlardır, hâkimin onurunu korumak zorundadırlar, yargının onurunu korumak zorundadırlar. Birilerine teslim olmak gibi bir gelenekten kendilerini çekip kurtarmak zorundadırlar. Aksi halde yargı kan kaybeder. Yargı eğer kan kaybederse, yargı eğer siyasi otoritenin emrine girerse, hiç kimsenin can ve mal güvenliği olmaz. Ben boşuna mı diyorum, Türkiye’de hiç kimsenin can ve mal güvenliği yoktur diye. Birisi konuşacak, savcı hemen fezlekeyi hazırlayacak, birisi konuşacak hemen hâkim onun beklentilerine uygun karar verecek. Bu modelin adı Hitler modelidir, 21.yüzyılın Türkiye’sinde Hitler modeline karşı çıkıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, her soruma cevap veriyordu bu, her konuşmama da her türlü hakareti yaparak konuşuyordu. Az önce söylediğim bu “Man Adasında şirket sattık” diyordu. Bu şirketin adı ne? Tık yok. Ama sadece o mu? Hayır. Kıbrıs... Burnumuzun dibinde Ege adaları var. Ege adaları Yunan ordusunun işgali altında... Evet değerli arkadaşlarım, en son Keçi Adasına çıkıldı. 4 mil uzaklıkta, Türkiye’den 4 mil. Şimdi ben Erdoğan’a defalarca sordum, bu adalarla ilgili bizim bir hakkımız hukukumuz var mı? Tık yok. Hani her şeyi de konuşuyorsunuz, buna gelince hiçbir konuşma yok. Şimdi Keçi Adasına çıktılar. Şimdi ben Erdoğan’a, yine herkesin anlayacağı bir dille sorayım. Bu Keçi Adası kimin kardeşim? Bizim değilse, çık bizim değil de. Bizimse, bizimdir de. Ne bizim, ne Yunanistan’ın hiç kimsenin değil diyorsan, onu söyle, ama tık yok. Ben merak ediyorum, bu adaları siz sattınız mı, birilerini peşkeş mi çektiniz? Ne oldu bu adalara?

Süleyman Şah Türbesini kaçırdın, bizim topraklarımız orası. Şimdi adaları da birilerine peşkeş çekiyorsun. Ben dedim ki, o adalar bizimdir, Yunanistan Savunma Bakanı “gel de al” demişti. Ben de, evet geleceğim 2019’da alacağım, Ecevit Kıbrıs’ı nasıl aldıysa, o adaları da alacağız dedim.

Ben bekledim ki, hükümetten birisi çıkıp diyecek ki, evet arkadaş biz alacağız diyecek. Hani milliyiz diyorlardı ya, ben ne diyordum? Bunlar ne yerli, ne de milli, bunlar gayri milli. Kendi adasına, kendi toprağına sahip çıkamayan bir iktidar milli değil gayri millidir; bunların milliyetçiliği su milliyetçiliği, laf milliyetçiliği. Burnumuzun dibinde, 4 mil ötede, 4 mil! Oraya geliyor Yunan askeri çıkıyor. Soru soruyoruz, tık yok, dut yemiş bülbül gibi. Diğer konularda niye dut yemiş bülbül gibi olmuyorsun, bu konuda oldun. Birilerine söz mü verdin, o adaları birilerine peşkeş mi çektin? Ben merak ediyorum ve bu sorunun cevabını bekliyoruz. Bakalım bu sorunun cevabını verecek mi? Verir mi? Tık çıkmaz tık. O şimdi bakıyor, yeşil dolarlara bakıyor, nasıl götüreceğiz malı diye.

Efendim hepinize selamlar saygılar sunuyorum.

Anahtar Kelimeler
YORUMLAR
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Ayrıca suç teşkil edecek hakaret içerikli yorumlar hakkında muhatapları tarafından dava açılabilmektedir.
Henüz yorum yapılmamış ilk yorum yapan siz olun...
2
Sağ 300x250 Reklam
YAZARLAR