Asker Kamuflajına Bürünmüş Pensilvanyalı Katiller
FETÖ’cü teröristler üçüncü bin yılda Asya’nın Hıristiyanlaştırılmasına hizmetle görevlendirilmiş, Kürdistan’ın doğumunu hızlandırmak için tembihlenmiş insan ve inancın yüz karalarıdır.
26.07.2016 20:55:21
Bu haber
521 kez okundu
Asker Kamuflajına Bürünmüş Pensilvanyalı Katiller
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin TBMM Grup Toplantısında konuşma şöyle:
Çok Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,
Muhterem Misafirler,
Değerli Basın Mensupları,
Bu haftaki parti Meclis Grup toplantımıza başlarken sizleri, televizyonları aracılığıyla bizleri izleyen tüm vatandaşlarımı can-ı gönülden selamlıyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
FETÖ’cü teröristlerin 15 Mayıs darbe girişimi ülke gündemini allak bullak etmiş, bir anda tartışmaların seyir ve sıklet merkezini değiştirmiştir.
Elbette 15 Temmuz Türkiye için aynı zamanda bir eşik, aynı zamanda bir dönüm noktasıdır.
Yıllarca TSK’ya ahlak ve yasa dışı yollarla sızan ve sirayet eden FETÖ’cü alçaklar, en sonunda Türk milletine silah doğrultmuş, mermi ve bomba yağdırmışlardır.
Asker kamuflajına bürünmüş Pensilvanyalı katiller, Türkiye’yi ateşe vermek, vatana kast etmek, millete kıymak amacıyla Türk tarihinde çok nadir görülebilecek bir ihanet ve rezalete imza atmışlardır.
Bir defa şu gerçeği yalın bir dil ve üslupla netleştirmemiz lazımdır:
15 Temmuz FETÖ’cü kalkışmaya karışan kim varsa, bu hain teşebbüse kim ortak olmuşsa; ismi, unvanı, mevki ne olursa olsun Türk askeri değildir, asla da olamayacaktır.
Türk askeri şereflidir, onur sahibidir; vatan ve millet sevgisinin bedelini de gerektiği zaman canıyla, kanıyla ödemektedir.
Şerefsizden asker olmaz, olana da asker denmez.
Buna rağmen, aklını kiraya vermiş, ruhunu Pensilvanya’daki efendisine devretmiş, sonra da dönüp suyunu içip ekmeğini yediği ülkeye namlu çevirmiş bir onursuz ve omurgasıza Türk askeri demek vebaldir, günahtır, bühtandır.
15 Temmuz gecesi, aziz vatanın tepesinde kanunsuz uçak uçurup helikopter gezdirenler Haçlı işbirlikçisidir, küresel vahşet projelerinin içimize kadar uzanmış maşalarıdır.
Bu maşaları tutan eller kirlidir, kanlıdır ve alayı birden Türk’ün ezeli ve ebedi düşmanlarıdır.
Tarihimizde hiç görülmemiş, hiç de yaşanmamış ne varsa 15 Temmuz gecesinden 16 Temmuz sabah saatlerine kadar vuku bulmuştur.
Türkiye zor ve çetin günlerden geçmiştir.
Türk milleti varlığına biçilen kefeni son anda yırtıp atmıştır.
Fethullahçı terör örgütü devleti ur gibi sarmıştır.
Medyadan eğitime, sağlıktan adalete, yargıdan emniyete, TSK’dan sivil toplum kuruluşlarına kadar her yere çöreklenmişlerdir.
Hain ve hasmane emeller yıllarca din kisvesi altında üremiş, himmet ve hidayet adıyla kuytu köşelerde gizlenmiş, güçlenip ortaya çıkmak için uygun zaman ve zemin kollamıştır.
Manevi duyguları sömüren takiyye ustaları aslında direk Kilise’ye hizmetkarlık yapmışlar, oradan emir ve icazet almışlardır.
Bu kapsamda dinler arası diyalog uydurmasının projelendirilip senelerdir servis ve propagandasının yapılması da boşuna değildir.
Erzurumlu bir vaiz Türkiye düşmanlığı konusunda eğitilmiş, şakirtleri maklube yiyerek, ışık evleri ismiyle açılan karanlık meskenlerde örgütlenerek melanet gergefinde vatana ihaneti dokumuşlardır.
FETÖ’cü teröristler üçüncü bin yılda Asya’nın Hıristiyanlaştırılmasına hizmetle görevlendirilmiş, Kürdistan’ın doğumunu hızlandırmak için tembihlenmiş insan ve inancın yüz karalarıdır.
Yıllar içinde, FETÖ’cü hainler Türk devletinin kritik ve stratejik noktalarına özenle taşınmış ve yerleşmişlerdir.
Bu bir kuşatma harekâtıdır ve kaleyi içten çökertme hazırlığıdır.
Bunlar milli devlet yapımızın içinde, paralel bir devlet inşa etmenin arayış ve çabasına girecek kadar çukurlaşmışlardır.
Çünkü aldıkları talimat bu yöndedir.
Türkiye’yle hesabı olan, Türk milletinin tarihsel kimliğinden rahatsız olan çevreler teröristbaşı Gülen’i koz olarak ellerinde tutmuşlar, bir canlıdan, sözde bir dini grup ve cemaatten şiddetli bomba imal etmişlerdir.
FETÖ’cü terör çetesi kimin işine yarıyorsa, kimin hedeflerine uyuyorsa onun tarafından silah gibi kullanılmıştır.
Türk tarihinin farklı dönemlerinde nice darbe ve ihtilal denemeleri vardır ve yaşanmıştır.
Ancak hiçbiri 15 Temmuz musibeti kadar bu milleti sarsmamış, bu kadar derin çatlak ve yarılmalara neden olmamıştır.
Bize göre 15 Temmuz bir işgal teşebbüsüdür ve bunun tarafları 1919’lu yıllardaki emperyalist komplonun uyuyan hücrelerinden başkası değildir.
15 Temmuz’da TBMM’yi bombalayan namussuzlarla, 1920’lerde Söğüt’te kutlu ceddimiz Osman Gazi’nin türbesini tekmeleyen, Ertuğrul Gazi’nin türbesini talan edip haç asan barbarlar arasında en ufak bir fark yoktur.
FETÖ terör örgütü düşmanın ta kendisidir.
FETÖ terör örgütü din ve iman muhalifidir.
FETÖ terör örgütü Müslüman Türk milletinin ilelebet lanet ve bedduayla anacağı ihanet oluşumudur.
Değerli Milletvekilleri,
Paralel devlet yapısı Türkiye Cumhuriyeti’ne PKK kadar ağır darbe vurmaya cüret eden, milletimize husumet duyan batıl niyetlerin kolları arasında beslenmiş, büyümüş melun ve iğrenç bir şebekedir.
Bunlar devleti ele geçirip tüm güvenlik kilitlerini kırarak Türkiye’yi parçalamayı amaçlamışlardır.
15 Temmuz’dan sonra özellikle bürokraside yaşanan toplu tasfiyeler tehlikenin ne kadar yakın olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir.
Şu ana kadar 13 bini aşkın kişi gözaltına alınmıştır.
45 bin 954 kamu görevlisi görevden uzaklaştırılmıştır.
Tutuklanarak cezaevine gönderilen amiral ve generallerin sayısı 125’e yaklaşmıştır.
TSK’nın general kadrosunun yüzde 35’i şu anda demir parmaklıkların ardındadır.
Aralarında çok sayıda hakim, savcı, polis, memur, mülki amir ve diğer meslek mensuplarının bulunduğu şahıslar da tutuklanmıştır.
Bunların sayısı da sürekli değişmektedir.
Milli Güvenlik Kurulu’nun tavsiye kararı doğrultusunda, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu 21 Temmuz 2016 Perşembe Günü saat 01.00’den itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hal ilan etmiştir.
OHAL kararı aynı gün TBMM tarafından onaylanmıştır.
Milliyetçi Hareket Partisi, Türkiye’nin bugünkü kırılgan ve beka düzeyinde tehditlere açık döneminde OHAL uygulamasına desteğini çekinmeden göstermiştir.
Ülke ve milletin güvenliğiyle birlikte huzurlu geleceği her türlü mülahazanın önünde ve üstündedir.
Bu nedenle toplumsal huzurun temini, asayişin sağlanması maksadıyla devletin elini güçlendirmek, olağan dışı şartlara olağanüstü yönetim modeliyle karşılık vermek pek tabii şarttır, doğaldır.
Bizim anlayışımıza göre OHAL millete karşı alınmış bir karar değil, tam tersine millete pusu kuran, devlete ağır zayiat vermek isteyen odaklara karşı güvence, anayasal bir tedbirdir.
Ve OHAL, Gazi Meclis’in iradesini askıya alma, yok sayma şeklinde de yorumlanmamalıdır.
FETÖ terör örgütünün ve bunun yanında duran her türlü zararlı ve hıyanet oluşumların tamamıyla temizliği için OHAL bir yöntem, bir vasıtadır.
OHAL çerçevesinde ilk kanun hükmünde kararnameler de çıkarılmıştır.
Nitekim paralel devlet yapılanmasına ait olduğu iddia edilen 934 okul, 109 öğrenci yurdu, 15 üniversite, 104 vakıf, 35 sağlık kuruluşu, bin 125 dernek, 19 sendika kapatılmış, bu kurumların varlıklarına devlet tarafından el konulmuştur.
Fakat FETÖ terör örgütüyle OHAL kapsamında etkin ve çok boyutlu mücadele ederken dikkat edilmesi ve altı özenle çizilmesi gereken hususlar vardır.
Öncelikle ve ilk olarak, askeri ve sivil bürokraside toplu görevden almalar yapılırken, kesinlikle sağlam delil ve belgelere dayanmak esas olmalıdır.
Paralel devlet yapılanmasının tüm unsurları tespit edilmeli, her yönüyle analiz edilerek araştırılmalı ve hepsi birden adaletin önüne çıkarılmalıdır.
Bu yapılıyorken, masumların hakkını gasp etmek, suçsuz günahsız insanımızı mağdur etmek en az terör örgütünün zalimliği kadar tehlikelidir.
Aldığımız yoğun şikayet ve eleştiriler, vatanını ve milletini canından aziz bilen kardeşlerimizin de FETÖ terör örgütüyle aynı kategoride ele alındığı yönündedir.
Bu doğru ve hakkaniyetli görülemeyecektir.
Her Ülkücü, ya devlet başa ya kuzgun leşe diyerek kutlu bir fikri maziden gelen Türkiye sevdalısı Türk milliyetçisidir.
Milliyetçi Ülkücü Hareket Türk milletinin övünç madalyası, Türkiye’nin asla teslim olmayacak yiğit neferlerinin ana çatısıdır.
Bu itibarla, idari ve kanuni tasarruflar sırasıyla ve süratle alınırken, mazlumlara ilişilmemeli, onların hak ve insanlık onurları çiğnenmemelidir.
Bu yalnızca ben ülkücüm diyenlerle de sınırlı değildir.
Toplumun her kesimi kaygılı ve huzursuzdur.
15 Temmuz ihaneti zaten yeterince korku yaratmıştır.
Hükümetten beklentim, FETÖ terör örgütünün kökünü kuruturken, suçluyla suçsuzu birbirine karıştırmamasıdır.
İkinci olarak, TSK’nın hiyerarşik yapı ve omurgası çok hırpalanmıştır.
Hatırlayacağınız üzere, geçmişte bazı sözde darbe davalarıyla birçok asker şahsiyet hem mesleklerinden hem de itibarlarından edilmiştir.
Ergenekon, Ayışığı, Eldiven ve Balyoz gibi dava süreçleri TSK’yı yapısal ve tarihsel krize sokmuş, terfi ve yükselme basamaklarını laçkalaştırmıştır.
Askeri liselere giriş imtihanlarının şaibeli olması, soruların çalınması, TSK’ya kurulan FETÖ kumpası binlerce yıllık bir geçmişi olan Türk ordusunda derin yaralar açmıştır.
Bunun düzeltilmesi, askeri sistemin yeni baştan; ama mutlaka sadakatin öne alınarak takviyesi asıl ve zorunlu görülmelidir.
Türk ordusu, milli yürek ve vicdanlarda hak ettiği değeri bulacaktır.
Peygamber ocağı, din tacirlerinin, içi dışı fitne fücur olanların değil, samimi, devletinin ve milletinin çıkarlarını kişisel menfaatlerin üstünde tutan fedakarlık timsali kardeşlerimizle layık olduğu mertebelere çıkacaktır.
Bu milletin tertemiz ve şerefli evlatları sokaklarda işsiz güçsüz gezerken, terör örgütü FETÖ’nün TSK’ya yasa dışı yollardan girip Türkiye’ye saldırma aşamasına gelmesi herkese ders ve ibret olmalıdır.
Liyakat ve ehliyet arayışı gereklidir ve diyeceğimiz bir şey yoktur.
Ancak sadakat öne çekilmeden, millet ve vatan sevgisi hak ettiği ödülü almadan Türkiye’nin istikbalini kurtarması bize göre imkansızdır.
Yıllarca pırıl pırıl milliyetçi-ülkücü-vatanseverler bürokrasiden dışlanmış, eziyet ve suçlamalara maruz kalmışlardır.
FETÖ’cü alçaklar dava arkadaşlarımıza olmadık oyunlar oynamışlar, görevlerinden almışlar, kul hakkı yemişlerdir.
AKP hükümeti de maalesef buna sessiz kalmış, çok defa da ortak olup yönlendirmiştir.
Önce Türkiye, önce Türk vatanı, önce Türk milleti demedikten sonra; alleme olunsa ne yazacak, alim ve arif olunsa ne olacaktır.
Üzerinde yaşadığımız topraklar tarih boyunca Türk’ün kanıyla mühürlenmiş ve sulanmıştır.
Mensup olduğumuz millet asırlardan beri çok şükür Türk’tür.
Hem övüneceğiz, hem çok çalışacağız.
Hem kardeşçe yaşayacağız, hem de birbirimize saygı duyup hoşgörü ve uzlaşmayı canlı tutacağız.
Bizim bizden başka dostumuz yoktur. Bunu bilecek ve unutmayacağız.
Bakınız, 15 Temmuz darbe teşebbüsüne batılı ülkeler kesin bir tepki koyamamışlardır.
FETÖ’cülerin hain teşebbüsünün dış bağlantıları konusunda yaygın söylenti ve yorumlar medyada geniş yer tutmakta, yavaş yavaş deşifre olmaktadır.
Bu darbe sürecinin arkasında CIA’nın olduğu iddiaları yoğunlaşmaktadır.
ISAF Komutanı bir ABD’li generalin FETÖ darbe girişimini hazırlayan ve yönetenler arasında bulunduğu dillendirilmektedir.
Bu ABD’linin 15 Temmuz öncesinde, Türkiye’ye 2 defa gizlice geldiği, Erzurum ve Adana İncirlik Üssü’nde sır dolu görüşmeler yaptığı konuşulmaktadır.
Şayet bu iddialar doğruysa, yani hainlerin ardında CIA ve Pentagon duruyorsa, karşımızda çok ciddi bir sorun var demektir. Ve ABD bunun altından kalkamayacaktır.
Yakın tarihimizde görülen askeri darbelerin dış tazyik ve destekle mesafe alıp cüret kazandığı hepinizin malumudur.
ABD, 15 Temmuz’un içindeyse ve İncirlik üzerinden devreye girmiş ise, bunun doğal sonucu olarak iki ülke arasındaki dostluk ve müttefiklik ilişkisi vahim düzeyde hasar görecektir.
Bu demektir ki, ABD ve küresel güç merkezleri Türkiye’yi iç savaşa sürüklemeyi planlamaktadır.
Suriye’nin kabus atmosferi Türkiye’ye kaydırılmak, yıkım ve parçalanmanın vasat bulması dayatılmaktadır.
CIA’nın bir piyonu olan Gülen’in de ABD tarafından ülkemize teslimi bu aşamada inandırıcı ve ihtimal dahilinde görülmemektedir.
Değerli Milletvekilleri,
15 Temmuz’daki darbe teşebbüsünü Ortadoğu’daki kaynama ve alt üst oluştan ayrı tutmamak gerekmektedir.
Fırat-Dicle su havzalarıyla, enerji ve petrol kaynakları üzerinden yürüyen güç ve şiddet dolu mücadelenin sonunda; Büyük Kürdistan ve Büyük İsrail hedeflerinin tezahürü söz konusudur.
Halep’te yaşanan vahşet ve insanlık dramlarının bu hedefle birebir ilgi ve ilişkisi vardır.
Ne hazindir ki, şu günlerde Halep’e insani yardım ulaştıracak bir koridor açılamazsa, kısa süre içinde binlerce sivil açlıktan ve susuzluktan kırılacaktır.
Bildiğiniz gibi, Halep halkı uzun süredir zalimlere direnmektedir.
Beş yıldır kaos içinde bocalayan Halep, tek ulaşım alternatifi olan Kastello yolu üzerinden Türkiye’ye açılan güzergah sayesinde yardım almıştır.
Maalesef 8 Temmuz’dan itibaren Halep’in nefes borusu PYD ve Esad rejimi tarafından kesilmiş, Halepliler ölüme terk edilmiştir.
Halep Kilis’e 60 km uzaklıktadır ve ecdadımızın çıkmayacak ayak iz ve eserleri her karışına hâkimdir.
Halep’teki soydaşlarımız ve din kardeşlerimiz, dahası tüm siviller perişan vaziyettedir.
Halep; Gaziantep’tir, Kilis’tir, kardeşlikle geçen asırların aziz bir yadigarıdır.
İç sorunlarımız fazla olsa da, Halep’e duyarsız kalamayız; demokrasi, özgürlük, medeniyet diyen tek dişi kalmış canavarın tuzaklarına tepkisiz duramayız, durmamalıyız.
Halep’i imha etmek isteyenlerle 15 Temmuz’da üzerimize mermi, bombayla gelenler aynı zulmün etrafında kümelenen emperyalizmin kanlı ve karanlık süvarileridir.
Bunlar Suriye’yi çürümeye bırakmışlar, Türkiye’yi de tüm bağ ve temellerinden çözmeye çalışmışlardır.
Irak’ta Müslüman ve Türkmen kanı döken, Afganistan’da Hazara Türklerini öldüren, Suriye’de Türkmenleri işkenceyle canlarını alan katiller, bu defa da son yurdumuzda iştahla devreye girmişlerdir.
Kudüs’ün kapısına dayanan Haçlı operasyonu hala işbaşında, hala görevdedir.
Fethullahçı terör örgütü bunların Türkiye’ye tutunmuş ortakçılarıdır.
12 Eylül’de bizim çocuklar kazandı diyorlardı.
Çok şükür 15 Temmuz’da onların gayri meşru çocukları kaybetti, bu kez Türk milleti kazandı, Türkiye ayaklandı, ayıklandı ve yeni bir tarih yazdı.
Tankların önüne milli irade dikildi, teröristlere Osmanlı şamarını korkusuzca indirdi.
15 Temmuz’da millet kenetlendi, birleşti, oyunu gördü ve oyuncuların maskesini düşürdü.
Bu birlik ruhunun devamı mutlaka korunmalıdır.
Artık kısır ve sonuçsuz çekişmelerle geçirilecek vakit yoktur.
Vatan, bayrak ve mukaddesat ortak paydasında Türkiye’nin namus ve haysiyetini cihana savunmak hepimizin milli görevi, ecdada da manevi borcudur.
Türkiye Cumhuriyeti her türlü güvenlik riskine açıktır.
Dost ve müttefik bildiğimiz ülkeler kuyumuzu kazmaktadır.
Eğer birlik olmazsak, eğer Türk milleti şemsiyesi altında toplanmazsak, eğer siyasi ve ideolojik önyargıları geri plana itmez, dayanışma ruhunu ayakta tutmazsak son vatanımızda selamızı verecek imamı arasak bile bulamayız.
Her birimiz Sütçü İmam olmalıyız.
Her birimiz Şahin Bey olmalı, Nene Hatun gibi cesur ve vatansever davranmalıyız.
Ve her birimiz Mustafa Kemal ve kurucu kahramanların aziz emaneti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni son neferimize, son ferdimize kadar müdafaa etmeliyiz.
Bayrak inmez, ezan susmaz, vatan asla bölünmez diyerek Türkiye’ye sonuna kadar sahip çıkmalıyız.
Türk milleti hainlerden büyüktür.
Demokrasi darbeden büyüktür.
İster FETÖ, ister kanlı işbirlikçisi PKK/PYD, isterse de aynı karanlık yolun yolcusu IŞİD olsun, Türkiye’yi geçemeyecekler, Türk milletini yenemeyeceklerdir.
Türkiye zalimlere yem olamayacak kadar kudretlidir.
Bir olalım, Türkiye’nin milli dava ve istiklaline bağlı kalalım.
Cumhurbaşkanı artık derleyici, dengeliyici, toparlayıcı olsun ve birleştirici mesajlarla üstlendiği görevi yerine getirsin.
Başbakan ve hükümeti de ayrım gözetmeksizin herkesi kucaklasın ve unutmasınlar ki, hainlere karşı aynı siperdeyiz, aynı gemideyiz, aynı çizgideyiz.
Türkiye yaşayacak, geleceğin aydınlığına hızla ulaşacaktır.
Türk milleti dünya döndüğü müddetçe bu vatanda bağımsız şekilde varlığını muhafaza edecektir.
Milliyetçi Hareket Partisi de bu uğurda hissesine şehadet düşse bile, buna seve seve baş göz üstüne diyecek, gereğini yapacak atılganlığı ve fedakârlığı şartsız gösterecektir.
Değerli Arkadaşlarım,
Türkiye’mizin siyasi geçmişi çok partili hayata geçtiğimiz günden itibaren demokrasimize yönelik baskı, telkin ve zorlamaların görüldüğü sancılı süreçlerin tarihidir.
Parlamenter sistemin yönetim kültürümüze girmeye başladığı Tanzimat’tan bu yana geçen iki asra yaklaşan süreç, kutuplaşmalar, gerginlikler ve çatışmaların siyaset alanındaki yansımaları olmuştur.
Uzantıları günümüze kadar gelerek, adına hareket, müdahale, muhtıra, teşebbüs ve ihtilal denilen bir seri cebri yöntemle siyaset kesintiye uğramıştır.
Ve bunun acısını milletçe çektiğimiz, nice badirelere katlandığımız ortadadır.
Demokrasi dışı bu arayışların kaynağını, ülkenin kötüye gittiğine, sistemin rayından çıktığına dair temelsiz ve asılsız kaygılar oluşturmuştur.
Yıllardır birbirini besleyen ve birbirine güç aktaran bir döngü ile “önce ekonomik kriz, sonra toplumsal bunalım ve ardından yönetim istikrarsızlığı” talihsiz bir çark olarak milletimizin ve demokrasimizin üstünde dönüp durmuştur.
Siyasetçiden umudu kesenlerin, inandıkları değerler üzerinde tehlikeler vehmedenlerin veya bir türlü milletle kucaklaşamayıp yönetimden uzak kalanların en büyük arzusu demokrasiyi “by pass” ederek iktidara kısa yoldan ve sandık dışından gelebilmek olmuştur.
Buna uluslararası kumpası ve emperyalizmin değişik kanal ve aktörlerle taarruzunu eklemek sanıyorum isabetli olacaktır.
Bu itibarla demokrasinin işlediği dönemlerde bile olağanüstü beklentiler eksik olmamıştır.
Duygu ve niyetlerini sürekli sıcak tutan ara rejim heveslileri ile yönetime müdahale çığırtkanları, siyaset dışı araçları ve arayışlarını sürdürerek ülkemizin talihsiz bir gerçeği olarak bugünlere kadar gelebilmişlerdir.
Zorlu imtihanlardan geçen demokrasimiz üzerinde dolaşan kara bulutları kovmak, anti demokratik eğilimlerin önünü kesmek elbette ki çözümü siyaset içinde gören ve görmesi gerekenlerin en önde gelen sorumluluğudur.
Bu sorumluluktan hareketle, siyasi iktidarın demokrasiye karşı bütün yasadışı oluşumları ortaya çıkarması ve hukuk içinde çözerek sonuçlandırması doğal ve doğru bir yaklaşım ve olması gereken bir anlayışın takdir edilecek tezahürüdür.
Biz bu çabaların dürüstçe destekçisi olacağız.
Bu açıdan, demokrasimiz üzerine düşen 15 Temmuz gölgesini ortadan kaldıracak, iç ve dış sorumlularını bulup ortaya çıkartacak adil yargılama süreci önemli ve ciddiye alınması gereken bir ihtiyaçtır.
Milliyetçi Hareket, olan bitenin farkında ve şuurundadır.
Süreci dikkatle ve sükûnetle takip etmektedir.
Milliyetçi Hareket Partisi, hukukun üstünlüğüne inanan, demokrasi ve insan hakları gibi vazgeçilmez ilkeleri savunan bir siyaset çizgisinin takipçisidir.
Adalet, günlük hesaplarımızdan bağımsız, insanlığın binlerce yıllık mücadelesi sonucunda ulaştığı, geçmiş tecrübelerimizden süzüp olgunlaştırdığımız bir değerler sistemidir.
Hukukun üstünlüğüne hürmet başta siyasi sorumluluk taşıyan hükümet olmak üzere, herkesin en temel görevi olmalıdır. Bize göre adalet, gerçek anlamıyla mülkün temelidir.
Ve güvenlik olmadan adalet, adalet olmadan güvenlik ve özgürlük soluk alamayacaktır.
Her şey hukukun belirlediği çerçevede yürütülmeli, herkes hukuk içinde hareket etmelidir. Nitekim devlet hukuk demektir.
Bu süreçte adaletin gecikmeden tecelli etmesi ve adil yargılama hakkına titizlikle uyulması hukuk devletinin vazgeçilmez bir gereğidir.
15 Temmuz terörist kalkışması sonucunda teşekkül edecek mahkeme safahatı çok sayıda tutuklu şahıs ile devam edecektir.
Bu yasal ve meşrudur. Söylenecek söz yoktur, olmayacaktır.
Türkiye’ye silah sıkmış, ihanet etmiş kim varsa bulunup en ağır şekilde cezalandırılmalıdır.
İdam konusunda AB’nin ne söylediği, nasıl bir pozisyon aldığı da kendi bileceği bir iştir ve Türkiye egemenlik haklarını ve tarihi devamlılığını korurken hiç kimseden müsaade almayacaktır, almamalıdır.
Geciken adaletin, adalet olamayacağı gerçeğinden hareketle hainlerle ilgili davanın en kısa sürede sonuçlanması mutlak bir zorunluluk olarak karşımızdadır.
Değerli Arkadaşlarım,
Demokrasimiz üzerindeki süregelen tehditlerin en önemli ayağı elbette ki ara ve kara rejim arayışındaki odaklar ve müdahale için fırsat kollayan mihraklardır.
Ancak siyasal iktidarların dayatmacı, başına buyruk ve çatışmacı siyaset anlayışı da bu niyet sahiplerine fırsat vermekte, demokrasi dışı arayışların toplumsal zemin ve taban bulmasına imkân sunmaktadır.
Geleneksel kriz üreten siyaset yoluyla kurumlar cepheleşmiş, değerler çatıştırılmış, toplumsal yapı kamplaşmıştır.
Artık buna bir son verilmeli, geçmişe sünger çekilmelidir.
Türkiye’mizin çok büyük ve son derece vahim iç ve dış sorunlarla boğuştuğu bu karanlık dönemde siyaset ilkel dürtülere esir düşmemeli konuşmaya ve mutabakata muhakkak surette hevesli ve istekli olmalıdır.
Milletin tamamını kapsayacak ve rahatlatıcı mesajlarla yüklü bir yönetim kucaklaması hayata geçirilmelidir.
Muhalefeti ciddiye almayan, küçümseyen, tahkir eden, yok sayan siyasi ahlak ve demokrasi dışı siyaset anlayışıyla ülkemiz daha iyi ve güzel günlere ulaşamayacaktır.
Bilindiği gibi yalnızca demokrasilerde muhalefet yasal ve meşrudur.
Muhalefetsiz bir yönetim anlayışını özlemek ve bu yolda adım atmak da demokrasi ile bağdaşmaz ve en az ara rejim çağrıları kadar zararlı ve karanlıktır.
Bu itibarla demokrasiye ruh ve anlam katan özellik; birbirine benzemeyen görüşlerin, fikirlerin seslendirilmesi ve bunlar etrafında bir araya gelinmesidir.
Toplumda çok çeşitli çıkarları ve farklı şartları paylaşmaktan, değişik sorunları yaşamaktan doğan görüşler, siyasal düşünceler ve çözüm önerileri vardır ve olması da son derece tabii ve gereklidir.
Bizim anlayışımıza göre cumhuriyet ve demokrasi, birbirlerini tamamlayan değerler manzumesidir.
Bir bütünün ayrılmaz parçaları olan bu temel değerler tıpkı eşitlik ve hürriyet ilişkisinde olduğu gibi, birbirlerinin can yoldaşı ve teminatıdır.
Bu bakımdan, Cumhuriyetin korunması için demokratik kurallardan sapılması, yada demokrasiyi koruma adına istibdat arayışlarına girilmesi hem Cumhuriyetin hem de demokratik rejimin sonunu hazırlayacaktır.
Bizim başkaları gibi devletle, cumhuriyetle, milletle, ortak değerlerle ve demokrasi ile hiçbir devirde sorunumuz olmamıştır, olmayacaktır.
Milliyetçi Hareket milli iradeden doğmuş milliyetçi ruh ve şuurdur.
Özümüzün harcı millet ve demokrasi sevdasıyla karılmıştır.
Milliyetçi Hareket, kendisini millet üstü görenlerin şımarıklıkları ve tepeden bakışları karşısında her zaman milletinin yanında yer almıştır.
Bundan sonra da aynı heyecanla yoluna devam edecek, her türlü darbeci teşebbüsün, her türlü terörist kalkışmanın tam karşı kutbunda tavizsiz duracaktır.
Unutmayalım ki, Türkiye Cumhuriyeti, demokrasiyi ve parlamenter sistemi birlikte yaşatmaya ve yüceltmeye her zamankinden daha fazla mecburdur.
96 yıllık tarihinde ilk kez bombalanan Gazi Meclis’e hepimizin gözü gibi bakması, koruyup kollaması milli vefanın gereğidir.
Türkiye içinden geçilen bunalımlı süreci, eski hataları tekrarlamadan toplumsal sağduyusunun rehberliğinde mutlaka aşmalıdır.
Siyaset yapma ve hükümet etme anlayışlarının pozitif yönde değişeceği yeni bir dönem başlamalıdır.
Şimdi herkes başlamasını temenni ettiğimiz bu yeni döneme samimi katkılarda bulunmaya hazır olmalıdır.
Aksi halde gerilim ve çatışmaların sürmesi halinde, demokratik rejimin ve hukuk devletinin geleceğinin kararacağını söylemek ve bugünün bile aranacağını öngörmek kehanet olmayacaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi, Türkiye’nin ve Türk milletinin beklentileri doğrultusunda yeni bir sayfa açmaya hazırdır.
Yeterince hasmımız vardır.
Yeterince iç ve dış sorunumuz da vardır.
Başkentimizin bombalandığı, TSK’ya yuvalanmış teröristlerin millete saldırdığı ve sonuçları itibariyle devletin tedirgin ve endişeli olduğu bir dönemde, siyasi partilerin çekişmesi ve birbirine girmesi Türkiye aleyhtarı mihrakları yüreklendirecektir.
Demokrasimizin mana ve muhtevası millete aşkla hizmet ve bağlılıkla güçlenecek, anlam ve derinlik kazanacaktır.
Bizim birbirimize ihtiyacımız vardır.
Bizim Türkiye’den başka ülkemiz, bu aziz vatandan başka gidecek yerimiz, yurdumuz yoktur.
Büyük bir millet olduğumuzu gösterelim, kaynaşalım, saflarımızı sımsıkı tutalım, bu cendereden, bu darboğazdan hep birlikte çıkalım.
Aminlerimiz yükselsin gönüllerimizde, dualarımız birleşsin gökyüzümüzde, dileklerimiz tutuşsun ufuklarımızda ve inşallah rüyalarımız da gerçek olsun, Türkiye ve Türklük dilerim ki sonsuzlukla buluşsun.
Sözlerime son verirken, terörle mücadele sırasında şehit olan polislerimize, tarih alanında pek çok çalışması olan, ilim-irfan sahibi ve ülkemizin yüzakı olan Prof.Dr. Halil İnalcık’a Cenab-ı Allah’tan rahmet, milletimize başsağlığı niyaz ediyorum.
Hepinizi saygılarımla selamlıyor, başarı ve mutluluk dolu bir hafta geçirmenizi diliyorum.
Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.
Anahtar Kelimeler
YORUMLAR
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter
kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Ayrıca suç teşkil edecek hakaret içerikli yorumlar
hakkında muhatapları tarafından dava açılabilmektedir.
Henüz yorum yapılmamış ilk yorum yapan siz olun...
2