Üst Header Banner Reklam
Bir Başarı Hikayesini Birlikte Yazmak Zorundayız
Başbakan Ahmet Davutoğlu, "İnsanlığa çağrımız şu; gelin bu mültecilerin gözlerindeki ışığı, yüreklerindeki korkuya rağmen gözlerindeki ışığı görelim. Hep beraber o ışığın yolunda onların geleceğine sahip çıkalım" dedi.
14.10.2015 09:48:44
Bu haber 819 kez okundu
Bir Başarı Hikayesini Birlikte Yazmak Zorundayız

 Bir Başarı Hikayesini Birlikte Yazmak Zorundayız

Başbakan Ahmet Davutoğlu, "İnsanlığa çağrımız şu; gelin bu mültecilerin gözlerindeki ışığı, yüreklerindeki korkuya rağmen gözlerindeki ışığı görelim. Hep beraber o ışığın yolunda onların geleceğine sahip çıkalım" dedi.

Başbakan Davutoğlu, Dışişleri Bakanlığı'nın ev sahipliğinde İstanbul'da düzenlenen "Küresel Göç ve Kalkınma Forumu Yıllık Zirvesi"nde yaptığı konuşmada, cumartesi günü Ankara'da gerçekleşen terör saldırısında hayatını kaybeden vatandaşlara bir kez daha rahmet dilediğini söyledi.

Terör saldırısı dolayısıyla kendilerini dünyanın her yerinden arayan, taziyelerini ileten dost ülkelerin liderlerine, temsilcilerine, uluslararası toplumun temsilcilerine teşekkür eden Davutoğlu, "İlk çağlar boyunca farklı coğrafyalardan bu topraklara gelerek yerleşen kavimlere borçlu olan gerçek anlamda bir göç şehri ama bir küresel başkent olan İstanbul'a hoş geldiniz" diye konuştu.

"Doğu ve batının, kuzey ve güneyin kaynaştığı, medeniyetlerin bir araya geldiği, kültürlerin harmanlandığı bu şehre sefalar getirdiniz" diyen Davutoğlu, İstanbul'un kuruluşu itibarıyla kavimler göçü sonrasında çözülen Roma İmparatorluğu'nun bir anlamda göçmek zorunda kaldığı yeni başkenti olduğunu söyledi.

Roma'dan İstanbul'a bir başkent göçünün yaşandığını dile getiren Davutoğlu, İstanbul'un bir imparatorluk başkenti haline bu suretle dönüştüğünü aktardı.

Başbakan Davutoğlu, şöyle konuştu:

"Bu kadim şehir, göç olgusunun tarihin ve medeniyetlerin seyrinde ne ölçüde yer aldığını göstermesi bakımından da simgesel bir değere sahiptir. Şehirler bizlere medeniyetlerin özünü, birikimini ve özetini sunan mücessem yapılardır. Tarihteki medeniyetlerin temsilcisi olan Roma, Pekin, İstanbul, Bağdat ve nice başka şehirler, son birkaç yüzyıl içinde ortaya çıkan şehirler gibi mesela New York gibi esasen göçün yarattığı, zenginleştirdiği ve kalkındırdığı şehirlerdir. Bu anlamda göç olgusuyla ilgili bakışımızı bir gözden geçirmekte fayda var. Bu bakımdan medeniyetlerin ve şehirlerin tarihi göçü yıkıcı bir olgu olarak gösteren mevcut ön yargıların yanlışlığını da ortaya koymaktadır. 15. yüzyıl Osmanlı tarihçisi Aşıkpaşazade, Osmanlı'nın İstanbul'a hakim olması öncesinde İstanbul'da nüfusun azalması nedeniyle ekonomik faaliyetlerin yavaşladığından bahseder. Şehrin eski ihtişamının kalmadığından, bu yüzden şehrin yeni hakimlerinin şehri imar edebilmeyi teminen İstanbul'a göçü teşvik ettiğini ekler. Bu  çerçevede de sadece Müslümanlar değil, Hristiyanlar, sadece Türkler değil Balkan kavimleri, Kafkas kavimleri, Ortadoğu kavimleri İstanbul'a doğru akmışlardır. İlk Ermeni Patrikhanesi'nin İstanbul'da, İstanbul'a fetihten sonra gelen Ermeniler tarafından kurulduğunu görmek bile İstanbul'da göçün nasıl zenginleştirici bir vaka olduğunu ortaya koyar."

Anadolu'nun her yerinden gerçekleşen göçlerin İstanbul'da büyük bir harman oluşturduğunu belirten Davutoğlu, kentin bazı semtlerinin isminin Anadolu şehirleriyle aynı olmasının sebebinin bu olduğunu anlattı.

Davutoğlu, "Ben de Konya'dan küçük yaşlarda İstanbul'a göçtüm. Çocukluk, gençlik, öğrencilik ve akademisyenlik yıllarımı burada geçirdim. Tarih bilincimi, insanlık bilincimi bu imparatorlukların başşehrinde edindim. Sokaklarında dolaştım. Birçok kez vurguladım. Birçok hocalarımız olabilir ama en büyük hocamız İstanbul şehridir" dedi.

İstanbul'dan öğrendiği şeylerin ve gördüğü kültürel çoğulculuğun bütün benliğini, akademik ve siyasi hayatı boyunca kendisini etkilediğini ifade eden Davutoğlu, şöyle konuştu:

"Şehirler bize konuşurlar, ders verirler, öğretirler. Şehirlerin hakimi değil, talebesi olunur.  Bu çerçevede de şehirleri anlarken bu şehirleri oluşturan göçlere de aynı perspektifte bakmak gerekir. İstanbul bu anlamda kalkınarak, gelişerek sürekli göç alarak dünyanın en büyük şehirlerinden biri haline gelmiş, gelişerek ve kalkınarak modern bir dünya şehri olma niteliği taşımıştır. İstanbul bu anlamda göç ve kalkınma arasındaki güçlü bağı açık bir şekilde ortaya koymuştur. Günümüzde kalkınmanın temelini teşkil eden endüstrileşme, şehirleşmeyle doğrudan ilişkilidir. Toprakla uğraşan kitlelerin büyük göçler halinde şehirlere gelmiş olması modern şehirleri oluşturmuş ve günümüz sanayi ve teknolojisine erişimimizi de kolaylaştırmıştır. Şehirleşme sürecinde Victor Hugo'nun Sefiller'ine de yansıyan sıkıntılar yaşansa da bu sıkıntıların aslında göçle, şehirleşmeyle ilişkili olmadığı, insanlığın sorunlarını demokratikleşme ve özgürleşmeyle çözerken şehirleşmeye devam etmesinden anlaşılmaktadır."

Bu bağlamda göçün doğru yönetilmesinin ön plana çıktığını belirten Davutoğlu, göçün engellenmesi gereken değil, doğru yönetilmesi gereken bir süreç olduğunu bildirdi.

Tarihi, insanlık tarihi kadar eski olan göçün, siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmelerle yakın ve yoğun etkileşim içinde olduğunu aktaran Davutoğlu, medeniyetlerin göçle şekillendiğini söylemenin yanlış olmayacağını kaydetti.

Göç dinamiğinin medeniyetlerin yükseliş ve düşüşlerinde çok önemli bir rol oynadığına dikkati çeken Davutoğlu, göçün doğru yönetildiği hallerde medeniyetlerin inkişafına, gelişmesine katkı yaparken, medeniyetlerin yükseliş ve düşüşlerinde çok önemli rol oynadığını belirtti.

Başbakan Davutoğlu, konuşmasına şöyle devam etti:

"Başkenti İstanbul olan Osmanlı İmparatorluğu, göçü yönetmek bağlamında önemli bir örnek teşkil etmektedir. Kendisi göçmen olan bir boy tarafından kurulan Osmanlı Devleti, Anadolu'ya o dönemde gelen göç akımlarıyla boğuşmak yerine onları doğru bir şekilde yönlendirerek, bu topraklarda güçlü ve etkin bir siyasal düzenin kurulmasına öncülük etmiştir. Göç akımları sayesinde sürekli beslenen ve yenilenen Osmanlı toplumunda, farklı dini ve etnik gruplar yüzyıllarca barış içerisinde bir arada yaşamışlardır. Bahsettiğimiz zenginliği, farklı coğrafyalardan izler taşıyan Türk mutfağında da görmemiz mümkündür. Göçün ve göçmenlerin bir ülkenin kalkınmasında oynağı büyük rolün diğer bir örneği, Amerika Birleşik Devletleri'nde son 4 asır içinde büyük göçlerle gerçekleşen olağanüstü bir birlikte yaşama kültürünün zamanla oturmuş olmasıdır."

"Türkiye yüzyıllarca birçok milletten insan için güvenli liman oldu"

Davutoğlu, göçmenlerin Türkiye'nin kalkınmasına önemli katkılarda bulunduğunu ve Cumhuriyet'in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün de Balkanlı göçmenler arasında yer aldığını vurgulayarak, göçmenlerin sadece belli sorunları değil aynı zamanda büyük atılımları da gittikleri bölgelere, ülkelere taşıyabildiklerini kaydetti.

Moğol zulmünden kaçarak Anadolu'ya sığınan, hemşehrisi ve hocası olan büyük düşünür Mevlana ve onun dayandığı değerlerin, zulüm ile abad olunmayacağını, mazlumun yanında durmanın, ona gönül kapısı açmanın en önemli insanlık değeri olduğunu hatırlattığını anlatan Davutoğlu, Hazreti Mevlana'nın Afganistan'dan göç ederek bütün Asya coğrafyasından Anadolu'ya o derin irfanı taşıdığını, Anadolu'nun bu göçle Mevlana'nın felsefesiyle zenginleştiğini dile getirdi.

 Osmanlı devlet adamlarını ve medeniyetlerini derinden etkileyen Mevlana örneğinin de göçün kısa ve uzun vadede insanlığa ve medeniyete yaptığı katkıları göstermesi bakımından önemli olduğunu belirten Davutoğlu, Türkiye'nin  yüzyıllarca birçok milletten insan için güvenli liman olduğunu söyledi.

Başbakan Davutoğlu, şöyle konuştu:

"Geçmişte Macaristan, Almanya, Polonya ve İsveç gibi ülkelerin tarihi şahsiyetlerine ev sahipliği yapmamız, engizisyon zulmünden kaçan Yahudilere kucak açmamız bugün bizlere gurur vermekte ve bu ülkelerle ilişkilerimize güç katmaktadır. Öte yandan, göç ve göçmenlerle mücadele ederek güçlerini tüketen devlet örneklerini yine tarihten vermek mümkündür. Örülen duvarların göç akımlarını engellemede yetersiz kaldığının en önemli şahidi tarihtir. Çizdiğimiz bu çerçevede göç dinamizminin doğru yönlendirilmesinin kilit önem taşıdığı da aşikardır."

İstanbul'un göç alan ve göçle birlikte kalkınan bir şehir olduğunu dile getiren Davutoğlu, göçün uluslararası gündemin ilk sıralarına yükseldiği bu önemli ve kritik dönemde, Küresel Göç ve Kalkınma Forumu çerçevesinde bira araya gelinerek, birbiriyle doğrudan bağlantılı bu iki konunun ele alınmasının büyük önem taşıdığına inandığını söyledi.

"Bir başarı hikayesini birlikte yazmak zorundayız"

BM Genel Sekreterliği'nin inisiyatifiyle 2007 yılındaki kuruluşundan beri bu forumun devletlerin bir araya geldiği etkin bir platform olduğunu belirten Davutoğlu, göç ve kalkınma konularında diyaloğun geliştirilmesinde bu forum üzerinden önemli katkılarda bulunulduğunu aktardı.

Forumun dönem başkanı olarak önceki başkanlara teşekkür eden Davutoğlu, "BM'de 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi, geçtiğimiz ay kabul edildi. Göç, gündemin hedefleri arasında önemli bir yere yerleşti. Şimdi uluslararası toplum olarak hep beraber bu hedefler doğrultusunda harekete geçmek ve 2030 yılına kadar bir başarı hikayesini birlikte yazmak zorundayız. Bu vesileyle göçün kalkınma gündemine alınması için büyük gayret gösteren tüm paydaşlara, devletlere, uluslararası örgütlere ve sivil toplum kuruluşlarına ayrı ayrı teşekkür etmek istiyorum. Son dönemde uluslararası gündemin en üst sıralarına yerleşen, dünyanın farklı bölgelerinde farklı etkiler bırakan göç, son derece karmaşık bir olgu olarak karşımızdadır ve önümüzdeki yıllar, on yıllar içinde de gündemimizde kalmaya devam edecektir" şeklinde konuştu.

Forumun, göç ve kalkınma konularının ele alındığı, dünyanın farklı coğrafyalarından çeşitli ülkeleri bir araya getiren özgün ve en geniş katılımlı forum olarak öne çıktığını belirten Davutoğlu, "Sizler burada bugün bütün uluslararası bir toplumu temsil ediyorsunuz. Uluslararası toplumun göç konusundaki yaklaşımının da öncüleri olacaksınız. 8. forum toplantısının, sürdürülebilir kalkınma gündeminin kabul edilmesi sonrasında gerçekleştirilen ilk uluslararası toplantı olması da bugüne ayrı bir önem kazandırmaktadır" şeklinde konuştu.

Davutoğlu, Dışişleri Bakanlığı ev sahipliğinde düzenlenen Küresel Göç ve Kalkınma Forumu Yıllık Zirve Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, göçün, mekanın potansiyelinin yetersiz kalması halinde insanoğlu için kaçınılmaz bir yol olabildiğini, insanların ölüm ve zulümden kaçmak, özgür düşünmek, yaşamak, daha fazla kazanmak, öğrenmek ve araştırmak için göç ettiklerini belirtti.

Küreselleşmenin ve kalkınmanın insanlara daha hızlı ve kolay hareket edebilme kabiliyeti kazandırdığını dile getiren Davutoğlu, "İnsanın yani emeğin hareketinin meta ve sermaye hareketlerinden geri kalması, kalkınmayı, özellikle küresel kalkınmayı sekteye uğratacaktır. Göç ve kalkınma, sürekli etkileşim halinde birbirini etkileyen iki olgudur. Birini diğerinden ayırt etmek mümkün değildir. Bir taraftan göç, iyi yönetildiğinde kalkınmayı sağlayıp sürdürülebilir hale getirirken, doğru yönetilmezse, kontrolden çıkması durumunda ise bu gelişmeleri olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Göçün kontrolden çıkması engellenerek, insanların ana vatanlarında, refah ve istikrar içinde yaşamasını sağlamak durumundayız" diye konuştu.

Göçmenlerin, ev sahibi ülkelerin kalkınmasına önemli katkılar yaptığına da işaret eden Davutoğlu, sözlerine şöyle devam etti:

"Ülkeler, ellerinde olmayan bazı kabiliyetleri başka ülkelerden gelen insanların sağladığı katkılarla aşabilmektedirler. Örneğin 1960 sonrasında Türkiye'den Almanya'ya göçen birçok vatandaşımız Almanya'nın kalkınmasına büyük katkılarda bulunmuşlardır. Aynı durum 1940'larda, -bir akademisyen olarak bizzat da müşahede ettiğim için söylüyorum- Almanya'da Hitler zulmünden kaçan ve Türkiye'ye göçen Yahudi bilim adamları ve akademisyenleri için de geçerlidir. Türk bilim hayatına olağanüstü büyük katkılar yapmışlardır. Hepsini minnetle anıyoruz. Ülkeler arasında göç ederek bu ülkeleri birbirine bağlayan, kardeşlikleri, dostlukları pekiştiren herkes aslında insanlığın ortak kültürüne de büyük bir katkı yapmış olmaktadır."

"Soğuk Savaş sonrası 4 büyük deprem yaşandı"

Kalkınma ile barış ve güvenlik arasındaki ilişkinin ne denli iç içe olduğunun herkesçe malum olduğunu belirten Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Soğuk Savaş sonrasında küresel düzeyde 4 depremin yaşandığını her zaman söylerim. İlk deprem Sovyetler'in yıkılmasıyla ortaya çıkan jeopolitik depremdir. Bu deprem sonrasında Balkanlar, Kafkasya, Ortadoğu ve Karadeniz'de büyük değişimler yaşanmış ve çatışma bölgelerinde önemli insan hareketlilikleri söz konusu olmuştur. Balkanlar'da Bosna ve Kosova krizi esnasında Türkiye'ye yönelik olarak yaşanan büyük mülteci akınını da şimdi tekrar bir kez daha hatırlıyoruz. En son yaşanan Ukrayna krizi dahi o dönemde yaşanan jeopolitik kaymanın, depremin artçı şoku olarak karşımızda duruyor. O dönemlerde Kafkaslar'dan, Balkanlar'dan Anadolu'ya doğru söz konusu olan göç, jeopolitik bir sonuç olarak gündemimizi, 1990'lı yıllarda meşgul etmişti. İkinci deprem, 2001 yılında 11 Eylül saldırılarıyla gerçekleşen güvenlik depremidir. Bu deprem, terör tehdidini uluslararası gündemin ilk sıralarına yerleştirmiş, toplumsal kaygıların artmasına, güçleştirilen vize rejimleriyle insan hareketliliğinin de olumsuz yönde etkilenmesine sebebiyet vermiştir. Terör tehdidi de o günden bugüne birçok göçün en önemli sebepleri arasında yer almıştır. Üçüncü deprem, 2008 yılındaki finansal krizdir. Bu finansal kriz sonrasında da özellikle işsizlik sebebiyle büyük göç hareketlerinin yaşandığı ve iş imkanı bulabilmek için büyük kitlelerin bir ülkeden diğer ülkelere doğru hareket ettiğini hep beraber gözledik."

"Dördüncü deprem Ortadoğu'da"

Her ekonomik, politik hareketliliğin yeni göç dalgalarının önünü açtığına işaret eden Davutoğlu, konuşmasına şöyle devam etti:

"Dördüncü deprem ki hala içinden geçmekte olduğumuz bir süreçtir, Akdeniz'in doğusunda Ortadoğu'da yaşanan siyaset ve güvenlik depremidir. Bu deprem zaten, maalesef uluslararası toplumun gözü önünde her gün cereyan ediyor ve belki de son yüzyılın en büyük göç hareketlerini tetikleyen etkiler yapıyor. Son aylarda ise Avrupa'yı yoğun şekilde etkileyen şiddetli bir insani deprem olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Sığınmacı krizi, siyaset ve güvenlik alanında yaşanan depremin finans ve jeopolitik depremle üst üste gelmesiyle ortaya çıktı. Biz bu depremle esasen 4 yılı aşkın bir süredir karşı karşıyayız, iç içe yaşıyoruz. Sorunlarıyla boğuşuyoruz. Bu bağlamda sığınmacı krizinin bu dört depremin fay hatlarının kesişiminden ortaya çıkan 5. bir deprem olduğunu söyleyebiliriz."

Bu nedenlerle Türkiye'nin geçen eylül ayında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu gündemine "Akdeniz havzasındaki düzensiz göçmenlerin ve özellikle Suriyeli sığınmacıların trajedilerine ilişkin küresel farkındalık" başlığı altında bir gündem maddesi eklenmesini sağladığını kaydeden Davutoğlu, gelecek yıl mayıs ayında da Türkiye'nin bu konuları Dünya İnsani Zirvesi'nde ele almayı sürdüreceğini ifade etti. Davutoğlu, geniş kapsamlı bir istişare yapılacak olan bu toplantıya tüm katılımcıları davet etti.

"Aylan Kürdi'yi gözlerinizin önüne getirmenizi rica ediyorum"

Uluslararası sistemin çözüm bulmakta zorlandığı, aciz kaldığı Suriye, Irak, Libya ve Afganistan gibi ülkelerdeki krizlerin, insanların ülkeleri içinde ve dışında yer değiştirmelerine, sığınmacı durumuna düşmelerine neden olduğunu hatırlatan Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Uluslararası toplum, 3 yaşındaki Aylan Kürdi'nin cansız bedeninin görüntüsüyle gerçek anlamda bir insani şok yaşamıştır. Bir an sizlerin de her birinizin, o 3 yaşındaki çocuk bedenini gözlerinizin önüne getirmesini rica ediyorum. Bu çerçevede de göçün bir zaruret haline geldiği durumlarda en önemli çözüm yolunun, insanları bulundukları ülkelerde mutlu kılmak için hepberaber uluslararası sorunlara çözüm bulmak olduğunu bir kez daha vurgulamak istiyorum. Artık yaşanan trajediye gözünü kapatmak yerine ortak insani değerler çerçevesinde bu trajedilere el birliğiyle çözüm üretmek zorundayız. Bu mesele, tek bir ülkenin veya ülkeler topluluğunun meselesi değil, artık bütün bir insanlığın meselesidir ve insanlık bu meseleye el ele vererek çözüm bulabilir. Yaklaşık 10 gün önce New York'ta BM Genel Kurulunda yaptığım konuşmada da bunu vurguladım. 2 hafta önce Edirne'de, Avrupa'ya geçmek için bekleyen kitlelerin temsilcilerine bir vaatte bulunmuştum. Onlara seslerini dünyaya duyurma sözü vermiştim. Bu sözümü BM Genel Kurulu'nda tüm dünya liderleri önünde yerine getirmiştim, bugün burada tekrar ediyorum. Son derece insani bir tavırla, bu Avrupa'ya doğru yürüyüşe geçen binlerce Suriyeli'nin temsilcileri beni ziyaret ettiklerinde şunu demişlerdi: 'Sayın Başbakanım, sakın ola ki Türkiye'yi protesto ettiğimizi zannetmeyin. Biz dünyaya sesimizi duyurmak istiyoruz. Yoksa Türkiye'ye müteşekkiriz' dediler."

"2 milyon mülteciye kalbini açan bir milletin Başbakanı olarak gurur duyuyorum"

Suriyeli sığınmacıları temsil eden kişilerden birisinin bu toplantıda söylediği "2 hafta önce eşim bir doğum yaptı. İstanbul'da özel bir hastaneye gittim. Giderken çok ciddi kaygılar içindeydim çünkü eşimin doğum parası için verecek tek kuruşum dahi yoktu. Hastanede karşılandık. Eşim doğumu yaptı. Ayrılırken kaygıyla ücret talebini beklerken bir taksinin tutulmuş olduğunu gördüm. Hastane yetkililerine ücret konusunu sorduğumda, şunu söylediler, 'Siz bizim misafirimizsiniz. Sizden ücret almayacağız, çocuğunuz hayırlı, ömürlü olsun, tuttuğumuz bu taksiyle de evinize gidebilirsiniz' şeklindeki ifadeleri de nakleden Davutoğlu, "Ben bugün huzurunuzda 2 milyon mülteciyi tek bir ırkçı yaklaşım veya aşırılıkla karşılamayan, onlara kalbini, yüreğini, aşını, kapısını açan bir milletin Başbakanı olarak size hitap etmekten büyük bir gurur duyuyorum" dedi. 

"Hepimizin görevi, mültecilerin o gözlerindeki ışığı yaşatmaktır"

Türkiye'deki ve komşu ülkelerdeki kamplarda çok zor şartlarda hayatlarını sürdürmek zorunda kalan Suriyeli mültecilerin durumlarının unutulmaması gerektiğini kaydeden Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Şu anda bir şehrimizde, Kilis'te Suriyeli mültecilerin oranı Türkiyeli vatandaşları geçmiş ve yüzde 54'e ulaşmıştır. Artık bu mesele hepimizin meselesidir. Çocuklarımıza baktığımızda Aylan Kürdi'nin gözlerini görmemiz lazım. Torunlarımıza baktığımızda o, Türkiye'de ve değişik kamplarda doğan yüz binlerce bebeği görmemiz lazım. Türkiye'de 66 bin bebek doğdu, kamplarda. Kendi ülkesini, şehrini, sokağını tanımayan 66 bin bebek. Onların emin olunuz ki o günlerde dünyaya gelen benim torunumdan bir farkı yoktur. Onların geleceği için ne tedbir almışsak, torunlarımızın, çocuklarımızın, Suriyeli bebekler için de aynı tedbiri alıyoruz. İnsanlığa çağrımız şu; gelin bu mültecilerin gözlerindeki ışığı, yüreklerindeki korkuya rağmen gözlerindeki ışığı görelim. Hep beraber o ışığın yolunda onların geleceğine sahip çıkalım. Irkçı gösterilerle, dışlayıcı tavırlarla, söylemlerle, radikal yaklaşımlarla mültecilerin kalbini kırmayalım. Onlar, diğer insanlar gibi kendi evlerinde huzur içinde yaşamak isterlerdi. Eğer kendi evlerini terk etmişlerse bu kendi iradeleriyle olmadı. Zalim bir rejimin varil bombalarıyla, kimyasal silahlarıyla oldu. Barbar bir terör örgütünün vahşi katliamlarıyla oldu. Bizim hepimizin görevi, bu mültecilerin o gözlerindeki ışığı yaşatmak, oradan yeni bir insanlık anlayışını dünyaya yaymaktır."

Davutoğlu, Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı'nda düzenlenen Küresel Göç ve Kalkınma Forumu'nun açılışında yaptığı konuşmada, Suriye'de yaşanan krizin 2. Dünya Savaşı'ndan sonra dünyanın yaşadığı en büyük, en ciddi insani trajedi haline geldiğini, bu kriz nedeniyle neredeyse Suriye nüfusunun yarısını teşkil eden 12 milyon erkek, kadın ve çocuğun yer değiştirmek zorunda kaldığını belirtti.

Suriyelilerin 4 milyondan fazlasının komşu ülkelere sığınmacı durumuna düşerken, geriye kalan 7,6 milyonunun kendi ülkesinde yer değiştirdiğini anlatan Davutoğlu, "Bunların her biri, tedbir alınmazsa bir sonraki aşamada mülteci olarak hepimizin kapılarına dayanacaklar. Çok daha büyük bir mülteci dalgasıyla karşı karşıya kalmak istemiyorsak, Suriye'deki zulme bir an önce 'dur' demek zorundayız" diye konuştu.

Davutoğlu, Türkiye'nin, Suriye'de yaşanan krizin başından bu yana açık kapı politikası izleyerek, din ve etnik köken ayrımı yapmaksızın, Suriye ve Irak'tan 2,5 milyona yakın kişiye ev sahipliği yaptığını hatırlatarak, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin rakamlarına göre en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülke olduğunu söyledi.

Suriyeli sığınmacılara yapılan yardımlar

Türkiye'nin, ülkesindeki Suriyeliler için geri göndermeme ilkesine sıkı bir şekilde riayet ettiğini, insanlık hukukunu bu anlamda koruduğunu vurgulayan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Ülkemiz barınma merkezlerinde bulunan 260 bin Suriyeli'nin gıda ve gıda dışı malzemeler dahil olmak üzere tüm ihtiyaçları karşılanmaktadır. Suriyeli misafirlerimize sağlık, psikolojik destek, mesleki eğitim ve sosyal aktivite imkanları sunulmaktadır. Ayrıca barınma merkezleri dışında yaşayan yaklaşık 2 milyon Suriyeli, ülkemiz tarafından sağlanan geçici koruma ve ücretsiz sağlık hizmetlerinden istifade etmektedirler.

Geçici koruma altındaki Suriyeliler için ülkemizde gerçekleştirilen cerrahi operasyonların toplam sayısı 280 bindir. Tıbbi muayene sayısı 9 milyondur. Herhangi bir ülkenin bütçe rakamlarına dönüştürüldüğünde nasıl rakamlara ulaşılabileceği, hepinizin tahmin edebileceği hususlardır. Krizin başından bu yana doğan Suriyeli bebek sayısı 66 bindir. Bilsinler ki doğdukları ülke Türkiye, özgür ve demokratik ülkedir. Asırlarca mazlumlara kucak açtığı gibi, onları da bağrında barındıracak ve  zalimlere terk etmeyecektir."

Davutoğlu, Türkiye'de okul çağında 600 bin Suriyeli çocuk bulunduğunu, bunlardan 230 bininin eğitim kurumlarında öğrenimlerine devam ettiğini söyledi.

Başbakan Davutoğlu, Türkiye'de geçici koruma altındaki Suriyelilerin ihtiyaçları için 8 milyar dolar harcama yapıldığını anlatarak, "Ancak bugüne kadar ülkemize uluslararası toplum tarafından yapılan toplam yardım 417 milyon dolar civarında kalmıştır" dedi.

"Uluslararası toplum, gerekli dayanışmayı göstermeli"

 Türkiye'nin, Suriyeli ve Iraklı sığınmacılar için 4 yıldır gösterdiği çabaların küresel anlamda bir model teşkil ettiğini belirten Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Uluslararası toplumun gerekli dayanışmayı göstermesini ve yük paylaşımı konusunda daha duyarlı hareket etmesini beklediğimizi ifade etmek istiyorum. Sığınmacılar konusunda coğrafi yakınlığın sorumluluk anlamına gelmediği hepimizce bilinen bir husustur. Coğrafi yakınlık, bu anlamda bir yük olarak değerlendirilemez. Mülteciler konusunda sorumluluk, coğrafi yakınlıktan değil, insani, vicdani sorumluluktan ve duyarlılıktan kaynaklanmaktadır. O vicdan, tüm insanlığa yani hepimize aittir. Esasen başta göç dalgasından etkilenen AB ülkeleri olmak üzere, uluslararası toplumun Suriyeliler ve diğer sığınmacılara yönelik maddi yardımın da ötesine geçen daha kapsamlı bir strateji uygulama zorunluluğu vardır. Öncelikle, Suriye'den yeni mülteci dalgalarını engelleyebilmek için Suriye içinde mutlak surette bir güvenli alan oluşturulması artık bir zarurettir."

"2015'te 65 bine yakın göçmen denizden kurtarıldı"

Deniz yoluyla Avrupa'ya geçmeye çalışan ve bir kısmı bu yolculukta hayatını kaybeden Suriyelilerin dramının her geçen gün ağırlaştığını dile getiren Davutoğlu, 2015 yılı başından bu yana Sahil Güvenlik Komutanlığı'nca 65 bine yakın göçmenin denizden kurtarıldığını, bu rakamın son 5 yıldakinden fazla olduğunu, Sahil Güvenlik Komutanlığı'nın bu konudaki çalışmalarının ayda 5 milyon avroya mal olduğunu söyledi.

Suriye krizinin başlamasından bu yana terör faaliyetlerinin artması gibi, olumsuz kriz yansımaları ve yan etkilerini de herkesin bir kez daha tezekkür etmesini rica eden Davutoğlu, bunların tümünü uluslararası toplumun dikkatine sunduklarını ancak bu uyarılara gereken tepkiyi ve cevabı alamadıklarını ifade etti.

Esed rejimi ve DAEŞ'in katliamları nedeniyle göç etmek zorunda kalan mazlum halklar için Suriye içinde güvenli bölge kurulmasını gündeme getirdiklerini hatırlatan Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Eğer bu güvenli bölge, üç yıl önce kurulmuş olsaydı şu anda milyonlarca Suriyeli, Suriye'yi terk etmek zorunda kalmayabilirdi. Geçen sene DAEŞ'e ve Suriye rejiminin hava saldırılarına karşı korunan bir bölge kurulmuş olsaydı, bugün bu konuyu çok daha farklı bir bağlamda konuşur olurduk.  Bu konuda gerekli adımların atılması için uluslararası topluma çağrı ve uyarılarda bulunduk, bulunmaya da devam ediyoruz. Uluslararası toplumun sorumlu üyelerinin, bu kritik dönemde sığınmacıların yaşadığı insanlık dramını hafifletmek için elinden gelen çabayı göstermesi ve insani görevini yerine getirmesi gerekmektedir. Diğer taraftan, sığınmacılar konusunu bazı ülkeler sadece egemenlik çerçevesinde değerlendirmektedir. Ancak yaşadığımız çağda, özellikle insani konularda egemenliğin tezahürü sadece iş birliğiyle mümkün olabilmektedir. Herhangi bir ülkenin 'şurası benim sınırım, benim egemenlik alanım, buraya herhangi bir mülteci giremez' demesi, insanlık hukuku bağlamında da uluslararası hukuk bağlamında da doğru bir yaklaşım değildir."

"Kıtaları, toplumları, denizleri, bölgeleri bölmek, insanlığa karşı işlenen bir suçtur"

Davutoğlu, "İnsani krizlere karşı politikamızı, duvarlar örerek veya korkuları körükleyerek sürdüremeyiz, gerçekleştiremeyiz. 'Şu kıta sadece Müslümanlara veya Hristiyanlara aittir' gibi bir yaklaşımla kıtaları, toplumları, denizleri, bölgeleri bölmek, insanlığa karşı işlenen bir suçtur. Özellikle Avrupa içinde son dönemde artan ırkçı temayüllere, dışlayıcı yaklaşımlara karşı Avrupalılar olarak bizlerin hep beraber müsamaha kültürüyle cevap vermemiz gerekmektedir" dedi.

Yaşanan krizin kazananlarının insan kaçakçıları, tacirleri ve diktatörleri olurken, kaybedenlerinin mazlumlar, savunmasızlar, zayıflar ve çocuklar olduğunu ifade eden Davutoğlu, uluslararası toplumun BM Mülteciler Yüksek Komiseri Antonio Manuel de Oliveira Guterres gibi yetkin temsilcilerinin, mevcut krizin bir mülteci krizi olduğunu, çatışma bölgelerinden gelen sığınmacıların ekonomik göçmen gibi kabul edilemeyeceğini her vesileyle söylediğini belirtti.

Davutoğlu, kış aylarındaki şartların çok daha ağır olacağını aktararak, herkesi derinden yaralayan faciaların tekrarlanmaması için uluslararası toplumu bir kez daha İstanbul'dan, göçlerle zenginleşmiş olan bu şehirden harekete geçmeye davet etti.

Başbakan Davutoğlu, "İklim değişikliği, doğal afetler, uluslararası suçla mücadele, siber güvenlik ve salgın hastalıklar gibi küresel meydan okumalara karşı çözüm bulması gereken uluslararası toplumdur. Suriye krizi de bu sorunlar yumağı içinde merkezi bir konumdadır" diye konuştu.

 

Göçün uluslararası gündemin en üst sırasında yer aldığı bu günlerde 8. Küresel Göç ve Kalkınma Forumu'nun, konunun kalkınma başta olmak üzere tüm yönleriyle ele alınması için bir fırsat teşkil ettiğini bildiren Davutoğlu, bu çerçevede göç ve kalkınma gündeminde yer alan güncel konuların, uluslararası kuruluşlar, sivil toplum ve özel sektör temsilcilerinin de aktif katılımıyla üç gün boyunca İstanbul'da tartışılacak olmasının son derece isabetli ve zamanlı olduğunu kaydetti.

Başbakan Davutoğlu, konuşmasının ardından AFAD Başkanı Fuat Oktay ile AFAD'ın, Türkiye ve Irak kamplarındaki çalışmalarının yer aldığı fotoğraf sergisini gezdi.

Anahtar Kelimeler
YORUMLAR
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Ayrıca suç teşkil edecek hakaret içerikli yorumlar hakkında muhatapları tarafından dava açılabilmektedir.
Henüz yorum yapılmamış ilk yorum yapan siz olun...
2
Sağ 300x250 Reklam
YAZARLAR