Bizleri Kavuşturan, Bizleri Buluşturan Rabbim’e Şükrediyorum
Gün be gün büyüyen özlemle geçen yaklaşık üç haftalık bir süreden sonra burada, bu millet eserinin çatısı altında olmaktan kıvanç duyuyorum.
Vuslatımız gerçekleşti. Zorunlu ayrılığımız nihayet sona erdi.
10.02.2016 13:28:10
Bu haber
752 kez okundu
Devlet Bahçeli TBMM Grup Toplantısında Konuştu
Çok Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,
Saygıdeğer Misafirler,
Sayın Basın Mensupları,
Bizleri kavuşturan, bizleri buluşturan Rabbim’e şükrediyorum.
Gün be gün büyüyen özlemle geçen yaklaşık üç haftalık bir süreden sonra burada, bu millet eserinin çatısı altında olmaktan kıvanç duyuyorum.
Vuslatımız gerçekleşti. Zorunlu ayrılığımız nihayet sona erdi.
En başta sizleri, ekranları başında bizleri izleyen aziz vatandaşlarımızı en içten, en derinden kopup gelen hislerimle selamlıyorum. Hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
15 Ocak 2016 tarihinde, sağlığımla ilgili daha önceden planlanmış tedavi kapsamında başarılı bir operasyon geçirdim.
Arkasından normal ve olması gereken istirahat süresinde, aziz milletimle ve siz değerli dava arkadaşlarımla kavuşacağım anı sabırla bekledim.
Bu süre zarfında sıcak siyasi gündemi, ülke ve dünya meselelerini de yakinen takip ettim.
Hamd olsun eskisine kıyasla daha iyi ve zinde bir şekilde buradayım.
Gerek hastane safhasında gerekse de sonrasında, gösterdikleri yakınlık ve alakadan dolayı teşekkür ve şükranı hak eden çok sayıda kişi olduğunu özellikle belirtmek istiyorum.
Öncelikle Anadolu Sağlık Merkezi’nde bulunduğum zaman zarfında, çok titiz ve canla başla tedavimi gerçekleştiren Sayın Prof.Dr. Sertaç Çiçek Bey ve ekibine,
Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde görev yapan ve 2004 yılından beri sağlığımla yakından ilgilenen Sayın Prof.Dr. Erol Şener Bey’e,
Yine hastanede ziyaretime gelen, zamanlarını ayırarak bekleme zahmetine katlanan tüm kardeşlerime ve dava arkadaşlarıma,
Mesaj ve telefonlarıyla geçmiş olsun dileklerinde bulunan Sayın Cumhurbaşkanı’na, Sayın Başbakan’a, Sayın Bakanlara, CHP’nin Sayın Genel Başkanı’na, diğer siyasi partilerimizin genel başkan ve yöneticilerine,
Elbette dualarıyla şahsıma büyük güç veren Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in kutlu neferlerine ve aziz milletimin her ferdine yürekten teşekkür ediyorum.
Allah hepsinden ve hepinizden ayrı ayrı razı olsun.
Ömrü veren de, tekrar alacak olan da şüphesiz ki Yüce Allah’tır.
Derdi veren, şifayı da bahşeden yine hikmetinden sual olunmayacak Cenab-ı Allah’tır.
Sağlık her şeyin başıdır.
Bunun için demiyor muydu aziz hünkârımız Kanuni Sultan Süleyman: “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.”
Şu anda bir hastane odasında veya bir başka yerde deva arayan, çare uman, iyileşmeyi hasretle bekleyen vatandaşlarımıza tez elden sağlık ve afiyetler niyaz ediyorum.
Tıpkı bizler gibi sevdikleriyle, sevenleriyle kucaklaşmalarını diliyorum.
Değerli Milletvekilleri,
Bugünkü toplantımızın, ne mutlu bizlere ki, Milliyetçi Hareket Partisi’nin 47’nci kuruluş yıldönümüne tesadüf etmesi ayrıca anlamlı, ayrıca değerlidir.
Dile kolay, tam 47 yıllık bir emaneti omuzlayarak, özümseyerek ve her şartta sancak gibi taşıyarak bugünlere geldik.
Üşenmedik, gücenmedik, gevşemedik, acze hiç mi hiç düşmedik.
Biliyor ve inanıyorduk ki, Milliyetçi Hareket Partisi Türk milletinin ruh kökünden, Türk tarihinin derin kaynağından, Türklüğün binlerce yıllık engin mazisinden doğmuştu.
Mazlumların feryadına kulak vererek, zalimlerin nefes ve heveslerine öfkelenerek bir dev misali doğrulmuştu.
8-9 Şubat 1969 tarihinde milliyetçilik bir hareket, bir ivme, bir kıvılcım almış, böylece Türk siyasetine milli ve ahlaki bir yorum gelmişti.
Merhum Dündar Taşer Milliyetçi Hareket’in yeni bir yolun takipçisi olduğunu yıllar evvel söylemişti.
Bu yolun, Türk milletini kabuk anlayışlardan kurtararak özüne ve öz benliğine kavuşturma gayesiyle temellendiğini ifade etmişti.
Merhum Taşer, Milliyetçi Hareket’i; “Türk’e zarar vermeyene müsamaha, Türk’e fayda vereni himaye” şeklinde özetlerken meseleyi ana omurgasından yakalamıştı.
Merhum Başbuğumuz Türkeş Bey de; Milliyetçi Hareket’in Türk milleti tarafından başlatıldığını ve onun tarafından geliştirilen bir eser olduğunu adeta haykırmıştı.
Bu eser hala dilden dile okunmakta, Türklüğün yaşandığı her yerde ümit meşalesi gibi yanmaktadır.
Bu eser ahlakla yazılmış, cesaret ve hamiyetle mühürlenmiştir.
Bu eser fedakârlıklarla süslenmiş, atılganlık ve ileri görüşlülükle perçinlenmiştir.
Ve bu eser tıpkı Merhum Başbuğumuzun dediği gibi, büyük Türkiye’yi eninde sonunda inşa edecektir.
Gururla sahip olduğumuz, her müşkülata göğüs gerip savunduğumuz, iftiharla benimseyip hayat ve siyasetimize kılavuz yaptığımız ülkülerimizin gayesi açıktır.
Bizim hedeflerimiz bir adım sonrasını planladığı gibi uzun vadeyi de kavramaktadır.
47 yıldır olan, bundan sonra da olacak olan elbette budur.
An ve ati arasındaki kopmaz bağlantıyı; milletle devlet arasındaki çözülmeyecek tarihi bağı; Türklükle İslam arasındaki muhteşem terkibi kader bildik, şeref ve namus nişanesi kabul ettik.
Ülkülerimiz hem önümüzü hem de kalbimizi aydınlattı.
Merhum Türkeş Bey boşuna söylememiştir: Ülküsüz insan çamurdan bir varlık gibidir.
Nitekim biz çamurluğu sürekli reddettik.
Hep daha ilerisini, hep daha yükseğini hedef olarak koyduk.
Ülkümüzü göklerde parlayan yıldız gibi gördük.
İşte bu şuurla Milliyetçi Hareket Partisi tam 47 yıldır aşkla, karşılık beklemeyen bir sevdayla milletine hizmet etmektedir.
Yarım asra yaklaşan zorlu mücadelemiz tertemiz ülkücü vicdanların ihlas, iddia ve iradesiyle tarihsel yolculuğunu sürdürmektedir.
Yol doğru, yolcu inanmış, yolculuk ise mübarektir.
Bu yolculukta şehadet ve çile vardır.
Bu yolculukta vatan, millet ve bayrak sevgisinden kavrulmak vardır.
Bu kavramlara yabancılık çekenler bizi idrak edemezler.
Bu kavramlarla esasta ters düşenler bizim gibi görünseler de bizden asla olamazlar.
47 yıldır yalan ve yozlaşmayla mücadele ediyoruz.
47 yıldır Türk ve Türkiye düşmanlarıyla uğraşıyoruz.
47 yıldır soygun, vurgun ve adaletsizliklerle savaşıyoruz.
Yorulduğumuzu sananlar hayal aleminde gezenlerdir.
Yıldığımızı düşünenler bizi kendilerine benzeten korkaklardır.
İlk günkü gibi heyecan doluyuz. İlk günkü gibi damarlarımızdaki kandan ilham ve kudretimizi alıyoruz.
Bir an olsun karamsar olmadık, akıl ve kararımıza ket vuracak kötümserlik seline kapılmadık.
Hep başaracağımıza inandık.
Ülkülerimizin duldasında yaralarımızı sara sara, omuz verdiğimiz şehit tabutlarının altında hıçkırıklarımızı gizleye gizleye bu aziz davanın hedeflerine varacağına güvendik.
Yıllarca hiçbir mükâfat gözetmeden tuttuğumuz gönüllü vatan nöbetiyle tarihi görevimizi ifa ettik.
Sofrasına oturup ekmeğini yediğimiz bu aziz vatanın, yeri geldi kefensiz toprağına girdik.
Haklı çıktık, hala da çıkıyoruz.
Millet şahittir: Ne söylediysek oldu, neyi öngördüysek gerçekleşti.
Hiçbir tasavvur ve tahayyülümüzde sapma göstermedik.
Allah’a şükürler olsun ki, yanılıp yenilip mahcubiyet yaşamadık.
Mensubiyetiyle övündüğümüz milletimiz 47 yıldır bize kol kanat gerdi, dua ve desteğiyle hep yanımızda oldu. Bundan dolayı şükran borçluyuz.
Çünkü biz gücümüzü tarihimizden, şaşmaz irademizin kaynağını milletimizin irfanından aldık.
Fakat haklı çıkmak artık yetmiyor, kâfi gelmiyor. Bunu da biliyoruz.
Haklıysak, ki öyleyiz, hakkımızı söke söke almasını da bileceğiz.
Tereddüt etmeyiniz ki, ecdadımızın beklentisi budur.
Kızgın ateşte dövülür gibi dövülen, her gün taciz ve tahrik edilen, yok sayılan, basite alınan, küçümsenen, erimesi ve kökünün kuruması hedeflenen Türklüğün vicdanı bunu dilemektedir.
Partimizin 47’nci kuruluş yıldönümünün hayırlı olmasını temenni ediyor, kurucu Genel Başkanımız Merhum Türkeş Bey’e, bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet, zulme direnen gazilerimize uzun bir ömür diliyorum.
Bıraktıkları miras emin ve ehil ellerdedir.
Diktikleri filiz devasa boyutlara ulaşmış, Türk milletinin gönlüne girmiştir.
Ülkü davası, ülküsüz ve ilkesiz ellere bırakılmayacaktır.
Milliyetçi Hareket Türk milletinindir.
Milyonlarca Türkiye sevdalısı üç hilalin gerçek hissedarıdır.
Milliyetçi Hareket Türklüğün bekası, devletin devamlılığı ve milletin varlığı konusunda tavizsiz şekilde sürdürdüğü onurlu duruşunu her şartta muhafaza edecektir.
Muhterem Milletvekilleri,
Maalesef Türkiye’de siyaset alabora olmuştur.
Hükümetin aklı karışık, politikaları karanlıktır.
Gelişmeler ülkemizin aleyhinedir.
Doğru olan, doğru yapılan hiçbir şey yoktur.
Türkiye’de itiraf edilmemiş bir yönetim boşluğu vardır.
Milli güvenliğimiz her yönden açık ve alarm vermektedir.
Özellikle Sur ve Cizre’den her gün şehit haberleri gelmektedir.
Analarımız her gün ağlamaktadır.
Çözüm sürecinden azami ölçüde istifade eden terör örgütü Doğu ve Güneydoğu’ya silah ve bomba depolamış, militan kadrosunu doldurmuştur.
Düşman vatanımıza tahkimat yapıp her yere konuşlanırken bu hükümet ne yapmıştır?
Fiili işgale nasıl göz yumulmuştur?
Yabancı ajanlar, alçak provokatörler, kan tutkunu katiller Cizre’ye, Sur’a, Silopi’ye iyice yerleşip cinayet planları yaparken, bu ülkeyi yönetenler nereye gitmiş, nereye sinmiştir?
Keskin nişancılar Sur’da yüksek binalardan ateş açıyor diyorlar.
Evlerin kapıları bombalarla tuzaklandı diyorlar.
Yerin altına tüneller kazıldığını söylüyorlar.
Ayn el Arap’tan, yani Kobani’den terörist geçiş ve sızmaları olduğunu iddia ediyorlar.
PKK’nın vatan toprakları üzerinde terör kampları kurduğu söyleniyor.
Haraç almaları, sözde mahkemeler kurmaları, hendekler kazıp pusu atmaları, özyönetim ilanlarını konuşan bile kalmamıştır.
Cizre’de bir evin bodrum katında yaralılar olduğunu günlerdir diline dolayıp teröristleri kaçırmanın peşinde olan HDP’liler milletin gözünün içine baka baka kin kusuyorlar.
Hâlbuki şehit olan polislerimizi, askerlerimizi, sivil ve masum insanlarımızı bu PKK yedekleri ağızlarına dahi almaktan imtina ediyor.
Tamam da, bunlar oluyorken AKP hükümeti neredeydi?
Başbakan hangi kürsüde ahmak kesiyor, hangi salonda konuşuyordu?
Ya Cumhurbaşkanı ne yapıyordu?
Ne yaptığını ben sizlere söyleyeyim.
Keyfi ve totaliter bir yönetim modeli bina etmek için çırpınıyordu.
Milleti kutuplaştırıp birbirine düşürmek için hesaplar yapıyor, yeni anayasa hazırlık sürecine vadeler biçiyor, istikamet çiziyordu.
Dünyevi makam ve servet kibriyle başkanlık çetelesi tutuyor, yeni Türkiye bozgununun çatısını örüyordu.
PKK kan dökerken; Erdoğan Şili’ye, Peru’ya, Ekvator’a, Senegal’e uçuyor, saltanat sürüyor, gezip tozuyordu.
Hatta zırhlı makam araçlarını yüzbinlerce dolar maliyetle okyanusun üstünden uçuruyordu.
Hiçbir demokratik ve medeni ülkede rastlanmayacak rezaletler Türkiye’de olağanlaşmıştır.
Ülkesi kan çukurunda, ölüm vadisinde, cinayet batağında olan bir Cumhurbaşkanı’nın yaptıklarına bakınız.
Milleti zulüm altında inleyen, vatanı teröristlerin açık saldırısına uğramış bir Cumhurbaşkanı’nın hal-i pürmelaline dikkat ediniz.
Muhatap olduklarımız adeta şaka gibi, adeta derin bir uykuda görülen kâbus gibidir.
Böyle bir dönem ne yaşanmış, ne de görülmüştür.
Böylesi bir sefahat, sefalet ve hezimet ne olmuş ne de olacaktır.
Değerli Milletvekilleri,
20 Temmuz’dan bu tarafa 162 askerimizi, 122 polisimizi, 7’de korucumuzu, yani toplam 291 evladımızı şehit verdik.
1 Kasım’dan bugüne kadar; 58 askerimizi, 42 polisimizi, 2 korucumuzu, kısacası 102 kahramanımızı şehit verdik.
Bu yılın Ocak ayından şu ana kadar ise 31’i asker, 23’ü polis, 2’si de korucu olmak üzere 56 kardeşimiz şehit düştü.
Evvela şehitlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine ve milletimize sabır ve başsağlığı diliyorum.
Farkında mısınız, Türkiye yanıyor, yıkılıyor.
Terörle mücadele kararlılıkla devam etsin diyoruz, ama hala hükümetin kafasında soru işaretleri görüyoruz.
Ne yazık ki, düne kadar PKK’ya gösterilen yoğun sevgi ve sempatinin bedelini milletçe ödüyoruz.
Çözüm süreci tamamıyla komada bulunan PKK’ya yaramış, canlandırmış, büyütmüş, silahlandırıp azdırmıştır.
Bugünkü ortamda, Sur ve Cizre başta olmak üzere, şehirlere kadar terör inmiş, sokak savaşı çıkmışsa, bunun gerisinde Oslo’da verilen sözler vardır.
İmralı’da kurulan pazarlık masaları al bayrağa sarılı tabut olarak fatura edilmiştir.
Dolmabahçe Sarayı’nda AKP-PKK buluşmasıyla ilan edilen ihanet mutabakatının kanlı sonuçları Cizre’de, Sur’da görülmüştür.
Erdoğan Dolmabahçe kepazeliğini doğru bulmuyor, kabul etmiyor, hatta yaftalıyordu.
AKP’li bakanlarla PKK temsilcilerinin İmralı canisinin 10 maddelik ihanet metinini kamuoyuna duyurmasına Erdoğan işler sarpa sarınca tepki gösteriyor, sert çıkıyordu.
Erdoğan haberim yok diyordu.
Ancak Sayın Bülent Arınç geçtiğimiz günlerde, Erdoğan’ın haberi var diyerek bir kez daha malumun ilanını yapmıştır.
Erdoğan ise, eski dostuna okyanusun karşı kıyısından cevap vermiş, birden bire “o zat dürüst değil” sözleriyle telaşının kurbanı olmuştur.
Dolmabahçe mutabakatı madem Erdoğan’ın bilgisi dışında yapılmış, madem çok yanlıştır; o halde, PKK’nın ara elemanlarıyla fotoğraf karesine giren, koltuklarında zafer kazanmış komutan edasıyla oturan malum bakanlar hak ettikleri karşılığı niçin görmemişlerdir?
Erdoğan kime ne anlatmaktadır?
Türk milleti bir kez daha insafsızca aldatılmıştır.
Şayet aziz milletimiz bu aldanmaya ses çıkarmıyor, aklı ve vicdanıyla alay edilmesine itiraz etmiyorsa, bizim diyecek bir şeyimiz yoktur.
Nihayetinde bedeli ödeyen aziz milletimizin ta kendisidir.
Yalan taltif edilip övülüyorsa, yalancılar el üstünde tutulup baş tacı yapılıyorsa, ihanete ortak olanlar görmezden geliniyorsa çok büyük bir sorunumuz var demektir.
Türk milleti sabırlıdır. İnanıyorum ki, gereğini yapmak için uygun zaman ve zemini beklemektedir
Muhterem Arkadaşlarım,
Ortadoğu’daki vekâlet savaşları gün geçtikçe mesafe kaydetmektedir.
Komşu coğrafyalar allak bullaktır.
Eski hâkimiyet havzalarımızın hafızası silinmektedir.
Koskoca bir tarih gözümüzün önünde infaz edilmektedir.
Takvim geriye sarmaya başlamıştır.
Selefi ve paramiliter gruplar, radikal savaşçılar, terör örgütleri, kiralık çeteler emperyalizme tetikçilik yapmaktadır.
Karşımızda herkesin herkesi öldürdüğü bir coğrafya vardır.
Karşımızda kan, ölüm ve şiddet kapanına sıkışmış bir medeniyet kümesi vardır.
Tarih boyunca kaderimizi, reflekslerimizi, kimliğimizi şekillendiren coğrafyalar şimdilerde parçalanmaktadır.
Rusya bombardımanıyla desteklenen Esad güçleri Halep’i abluka altına almışlardır.
Bayır Bucak Türkmenleri yurtlarından yuvalarından edilmektedir.
Yeni bir mülteci dalgası sınırlarımıza doğru yönelmiştir.
Dün Türkiye’ye gelen Almanya Başbakanı Merkel’in derdi de bu mülteci sağanağına ülkemizi kalkan yapmaktır.
Sayıları 3 milyona yaklaşan mülteciler Türkiye’nin sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik dengesini zaten olumsuz derecede etkilemiştir.
Yeni bir mülteci akınının sonuçları ise daha da ağır olacaktır.
AKP’nin dış politikası geri tepmiş, imha olmuştur.
Bu kadar büyük bir göç hareketinin milli güvenlik ve huzurumuzu dinamitleyeceği çok nettir.
AKP hükümeti mutlaka tedbir geliştirmek zorundadır.
Ve bunu yaparken yabancı başkentlerin gözüyle değil, milli politikaların ve başkent Ankara’nın vizyonuyla hareket etmelidir.
Türkiye ne pahasına olursa olsun, milli varlık ve güvenliği koruyacak etkili, derinlikli ve taviz kabul etmeyen bir tutum sergilemelidir.
Çünkü sınırlarımızın hemen dibinde yeni bir dünya silah zoruyla, vahşet projeleri güdümüyle kurulmaktadır.
PKK/PYD dost ve müttefik gördüğümüz ülkelerden silah alarak Cizre’de, Sur’da Mehmetçiklerin, polislerin hayatlarına kast etmektedir.
Ocak ayında Türkiye’ye gelerek çözüm sürecinin diriltilmesini tavsiye eden Joe Biden’in, doğrudan yüzüne bu gerçekleri vuramayanların bugünlerde iş işten geçtikten sonra yaptıkları sitem ve şikayetleri ise inandırıcı değildir.
Obama’nın bir özel temsilcisinin, geçtiğimiz hafta Kobani’yi giderek YPG’nin ele başlarından plaket alması nasıl bir senaryo ve oyunun devrede olduğunu tartışmaya mahal vermeyecek derecede ispatlamıştır.
Hedef Suriye’den sonra Türkiye’dir.
Sur ve Cizre ise hainlerin, dış güçlerin yönlendirmesiyle özellikle seçtiği, bölünme dinamiklerinin test edildiği yerlerdir.
Şu garabete bakınız ki, Türkiye’ye karşı terörist eylem ve saldırı düzenleyenlerle ABD yanak yanağıdır.
Ve bu ABD’nin başkan yardımcısının Türkiye ziyaretinde AKP’li milletvekilleri, katılımcı diğer milletvekilleriyle birlikte aynı fotoğraf karesine girecek kadar zelil ve zillet faili olmuşlardır.
Değerli Arkadaşlarım,
Başbakan geçen hafta Cuma günü, Londra’dan Mardin’e ayağının tozuyla gelerek Türkiye ve Türklük hasımlarını mutluluktan havalara uçuran bir konuşma yapmıştır.
Davutoğlu aklınca, kimin hazırlayıp eline tutuşturduğu müphem olan 10 maddelik “Terörle Mücadele Eylem Planı”nı kamuoyunun bilgisine takdim etmiştir.
Başbakan hazırlanan planının, 300 eylemli bir çalışma olduğunu, onun daha da rafine hale getirildiğini ifade etmiş, söz konusu eylem planının ana unsurlarının 10 temel esasa dayandığını dile getirmiştir.
Önce şunu söylemeliyim ki, bu 10 madde PKK’ya elleri kaldırıp beyaz bayrak sallamaktan başka bir manaya gelmeyecektir.
Maksat terörle mücadele değil, mütarekedir.
Mardin’deki 10 maddeyle, Dolmabahçe’deki 10 maddenin hizmet ettiği gaye bir ve aynıdır.
Türk milleti her gün şehit verirken, askerimiz, polisimiz terörle amansız mücadele halindeyken Mardin’den neyin eylem planı, kim ya da kimleri memnun etmek için açıklanmıştır?
Davutoğlu’nun konuşması tepeden tırnağa defolu, yanlış ve skandaldır.
Bu şahsın neresinden tutarsak elimizde kalacak sözlerinin nesini ve hangi kısmını onaralım?
Davutoğlu, PKK’ya Mardin’de zeytin dalı uzatmıştır.
Terörist talepleri konuşmasının her zerresine yedirmiştir.
Davutoğlu, Alparslan’ın ordusunda bir Kürt olmak ile Selahaddin Eyyubi’nin ordusunda bir Türk olmak arasında fark var mı diye soruyor.
Sayın Davutoğlu sana cevap vereyim; elbet fark bulunmuyordu, aklına getiren bile yoktu, ama sizinle beraber bu fark oluşmaya, düşünülmeye başlandı.
AKP gelesiye kadar, Türk tarihinde etnik ve mezhep kazısı yapmak hiç kimsenin hatırına gelmemişti.
Acaba diyorum, Birleşik Krallık, Mardin’e gelmeden önce sana özel mesaj ve talimat listesi mi vermiştir?
Zira Mardin konuşmasını, Lord Curzon veya Arabistanlı Lawrence mezarından kalkıp yapsa ancak senin gibi konuşur, ancak senin gibi nifak saçardı.
Davutoğlu diyor ki,
“Bakanlar Kuruluna baktığımda, ben bir Türkmen aşireti çocuğuyum. Sol tarafımda bir Mezopotamya çocuğu, bir Kürt çocuğu oturur, Mehmet Şimşek Başbakan Yardımcımız. Sağ tarafımda Karadeniz'den bir başka vatan evladı, Numan Kurtulmuş. Ama en uç noktada Batı Trakya'dan, Rumeli'den gelen bir Rumeli çocuğu, Mehmet Müezzinoğlu Sağlık Bakanımız.”
Evet, bu esef verici talihsiz sözlerin sahibi Türklüğü etnik seviyeye indiren, bakanlarına etnik mercekle bakan Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’dır.
Davutoğlu Anadolu kültürü diyor, Türk kültürünü yok sayıyor.
Davutoğlu aynen bebek katilinin jargonuyla Mezopotamya halkları, Anadolu halkları diyor; Türk milletini inkar ediyor.
Davutoğlu Haçlılardan, Moğollardan, emperyalizmden dert yanıyor; ama bunlara da taş çıkartıyor.
Parçalayıcı ulus anlayışı yerine birleştirici millet anlayışını getireceklermiş. Sayın Davutoğlu senin dilin ne söylüyor? Varmak istediğin yer neresidir?
Hiç mi sosyoloji okumadın? Tarih okurken ne yapıyordun, o zaman da Şivan Perver mi dinliyordun?
Davutoğlu insan odaklı devlet anlayışını yerleştireceğiz diyor. 14 yıldır aklınız neredeydi? Erdoğan odaklı devlet anlayışını siz insan odaklı mı sanıyorsunuz?
Teröristle halk ayrılacakmış. Peki aksini iddia eden mi var? Kürt kökenli kardeşlerimizi terörle aynı çemberde tutmak, Öcalan’ı ve çetesini sözde lider seviyesine çıkarmak sizin yaydığınız fitne değil miydi?
Davutoğlu Ortadoğu’da kapsamlı birleştirici ruh hareketi başlatıyoruz diyor. Biz diyoruz ki, pes doğrusu.
Sayın Başbakan, Ortadoğu’nun ruhu çalınmışken, Türkiye bölgenin her köşesinden tasfiye edilmişken bu hayal mahsulü palavrayı ağzına almaktan vicdan azabı duymuyor musun?
Davutoğlu Türklüğe ve Türk kimliğine Kandil’den bakmış, Erivan, Moskova, Brüksel, Vashington’dan yaklaşmıştır.
Bu çok büyük bir geri adım, izahı olmayan zihni bulanıklıktır.
Başbakan yerel yönetimlerin yetkilerini genişleteceğiz diyor, PKK’da tam bunu istiyor.
İstişare meclisleri kuracağız diyor, bölücüler de özyönetim ve özerkliğin kabulü için bunu bekliyor.
Ankara’da masa kuracağız diyor, zımnen PKK’yı başkente davet ediyor.
Akıl alır gibi değil, bu ne rezilliktir?
Ve Davutoğlu freni patlamış, contaları yanmış bir kamyon gibi konuşmayı sürdürüyor ve diyor ki;
“Çukur kazacağınıza gelin anayasa komisyonuna istediğinizi söyleyin.” Kime söylüyor? PKK’ya; kim söylüyor? Serok Ahmet.
Yani Davutoğlu Mardin’de PKK’yı açıkça masaya davet etmiştir.
Şehitlerimizin ruhu azap içindedir.
Milli ve üniter devletimiz, birlik ve kardeşlik duygularımız linç edilmektedir.
AKP hiçbir şeyden ders almamıştır. İhanet bu siyaset anlayışının hücrelerine kadar sinmiştir.
AKP-PKK’ya ateşkes teklifi getirmiş, teslim senedini imzaya hazır olduğunu ima etmiştir.
Mondrosçular, Sevrciler, manda ve himaye özlemi çeken köksüzler AKP’yi kıskıvrak ele geçirmiş, Davutoğlu’nu da vesayet altına almışlardır.
Sayın Davutoğlu bilesin ki, bu vatan Türk vatanıdır. Türkiye Cumhuriyeti’ni nice badirelerden, nice felaketlerden sonra Türk milleti kurmuştur.
Kutlu ecdadımız Alpaslan bir Türk komutanıdır, askerleri Türk’tür, bu toprakları da can pahasına Türkleştirmişlerdir.
Bu aziz vatanda Mezopotamya çocukları değil, tamı tamamına Türk çocukları vardır ve hepsi bu milletin eşit, saygın, onurlu ve aralarında fark bulunmayan evlatlarıdır.
Bu aziz vatan halkların, etnik kabilelerin, yığınların, kavimlerin bakiye ve bileşkesiyle değil; Türk milletinin bin yıllık mücadelesiyle bizlere miras kalmıştır.
Ve Türk milleti “Ne Mutlu Türküm Diyene” veciz sözüyle özetlenmiştir.
Sayın Davutoğlu’na tavsiyem yeni kitap yazdığını açıklamışken, millete kalben, vicdanen ve ahlaken tekrar bakması, kendisine yeni baştan okuma listesi çıkarması, bölücü telkin ve sömürge aşılarına karşı bağışıklığını güçlendirmesidir.
Sözlerime son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.
Sağ olun, var olun.
Anahtar Kelimeler
YORUMLAR
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter
kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Ayrıca suç teşkil edecek hakaret içerikli yorumlar
hakkında muhatapları tarafından dava açılabilmektedir.
Henüz yorum yapılmamış ilk yorum yapan siz olun...
2