Üst Header Banner Reklam
BURAYA TAKDİR EDİLMEK İÇİN GELMEDİM
Başbakan Davutoğlu, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Genel Kurulu'na Türkçe hitabında, Türkiye'nin Avrupa'daki yeri açısından bugünün özel öneminin olduğunu belirtti.
19.04.2016 17:36:13
Bu haber 887 kez okundu
BURAYA TAKDİR EDİLMEK İÇİN GELMEDİM

Başbakan Davutoğlu, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde konuştu

Başbakan Davutoğlu, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Genel Kurulu'na Türkçe hitabında, Türkiye'nin Avrupa'daki yeri açısından bugünün özel öneminin olduğunu belirtti.

Türkçe'nin, AKPM'nin çalışma dilleri arasına girmesinin ardından Avrupa'nın bütün renkleriyle temsil edildiği bu platformda hitap eden ilk Türk başbakanı olmanın onurunu taşıdığını vurgulayan Başbakan Davutoğlu, "Güzel Türkçemiz artık bu salonda ve Avrupa Konseyi'nin bütün salonlarında konuşma dili olarak kullanılacaktır" diye konuştu.

Davutoğlu, buna katkıda bulunanlara teşekkür ederek, "Türk milleti Avrupa'nın ayrılmaz parçasıdır, Türkçe de Avrupa dillerinin kardeşi, güzel ve insani ifadelerle en köklü diller ailesinin arasında hak ettiği yeri almıştır" ifadesini kullandı.

"Dost acı söyler" sözünü hatırlatan Başbakan Davutoğlu, "Eleştiri dostluğun nişanesidir. Dost olduğumuz için, ortak bir gelecek perspektifimiz olduğu için eleştirir, yanlışı, doğruyu açıkça ifade ederiz. Bugün ortak sorunlarımız hakkında bu anlayış ve açıklıkla konuşmak istiyorum" değerlendirmesini yaptı.

Dışişleri bakanlığı döneminde, 5 yıl önce bakanlar komitesi dönem başkanı sıfatıyla Avrupa'nın geleceğine ilişkin ortak bir vizyon inşa edilmesi ihtiyacına yönelik burada konuştuğunu anımsatan Davutoğlu, o döneme ilişkin bilgi verdi. Başbakan Davutoğlu, şunları söyledi:

"Aradan geçen 5 yıl içinde tekrar bir muhasebe ihtiyacıyla karşı karşıyayız. Aradan geçen 5 yıl sonra bugün, bu kürsüden aslında çok daha pozitif konuşmak isterdim. Demek isterdim ki aşırıcılık ve yabancı düşmanlığıyla mücadelenin kazanıldığı, dil, din , etnik ve ırk temelli ayrımcılıkların geride bırakıldığı, birlikte, barış içinde yaşama kültürünün egemen olduğu, temel hak ve özgürlüklerin bütün bireyler ve gruplar için gerçekleştiği, masum insanları, ortak değerlerimizi ve Avrupa'nın istikrarını hedef alan terörizmin kökünün kazındığı, insanlık suçları olan antisemitizm ile İslamofobi ile de mücadele eden, daha özgür, güçlü, müreffeh bir Avrupa'dan bahsedebilmeyi çok isterdim. Maalesef bugün karşınızdaki tablo dünden daha geridedir ve karşı karşıya kaldığımız sorunlar dünden daha derindedir. Ayrımcılık ve hoşgörüsüzlük Avrupa toplumlarında gittikçe artan bir biçimde kendini gösteriyor. Ekonomik krizin hala devam eden etkileri ve kitlesel göç dalgaları karşısında hükümetler çareyi korumacı ve katı politikalarda arıyor."

YEK VÜCUT, YEK YÜREK OLMAK ZORUNDAYIZ

Bunun yabancı düşmanlığı ve ırkçı eğilimlerin yükselişe geçmesi için elverişli bir ortam sağladığına dikkati çeken Başbakan Davutoğlu, Müslümanların, göçmenlerin ve Romanların ayrımcı muamelenin ilk sıradaki mağdurları olduğunu belirtti. Bunları işsizlik, yoksulluk, suç ve güvenlik sorunlarının sebebi olarak gösteren siyasi çizgilerin gördüğü desteğin Avrupa'nın geleceğine dair endişeleri artırdığını vurgulayan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Ne yazık ki ırkçı ve faşist eğilimleri olan partilerin ve bu parti liderlerinin yükselişi modern Avrupa'nın savunduğu eşitlik, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları gibi değerlerle de büyük bir tezat oluşturuyor. Son dönemde Paris, İstanbul, Ankara ve Brüksel'de yaşanan alçak saldırılar terör tehdidinin aldığı küresel boyutu bize bir kez daha gösterdi. Biz Türkiye olarak her zaman küresel sorunlara karşı küresel tedbirler alınmasını, küresel ortak hassasiyetler geliştirilmesini savunduk. Bugün de aynı fikirdeyiz, yarın da aynı fikirde olacağız. Avrupa'da meydana gelen terör eylemlerine yönelik hassasiyeti ve tepkiyi önemsiyor değerli ve gerekli buluyoruz. Ancak aynı hassasiyet ve tepkinin Ankara ve İstanbul'daki terörist saldırılar için de gösterilmesini bekliyoruz. Gösterilmemiş olmasından da derin hüzün duyuyoruz. Ne coğrafya ne tarih ne kültür ne de siyaset hiçbir gerekçenin terörist eylemler karşısında alınacak farklı tutumları meşrulaştırmayacağını biliyoruz. Eğer teröre karşı ortak bir tepki verilmesini önemsiyorsak, terör saldırıları yüzünden hayatını kaybeden insanları siyasi çizgileri, kültürleri, mezhepleri, dinleri, kültürleri veya coğrafyaları üzerinden bu insanları ayırt edemeyiz. Bu bir retorik değil, Avrupa değerlerinin ve ortak gelecek perspektifinin zorunlu kıldığı insanı bir tutumdur. Bu çerçevede ortak terör tehdidi karşısında hiçbir gerekçeye sığınmadan yek vücut, yek yürek olmak zorundayız."

Başbakan Davutoğlu, maalesef Avrupa ortak hukuk sahasındaki boşlukların halen doldurulamadığına işaret ederek, "Doğrudan terörle bağlantılı şahıs ve kurumlarla ilgili taleplerimize etkin cevaplar verilemiyor" dedi.

Avrupa Birliği'nin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne katılım sürecinde uzun yıllardır arzu edilen gelişmenin kaydedilemediğine dikkati çeken Davutoğlu, şöyle konuştu:

"İnsanlığın büyük acıların ardından ortak sağduyusuyla geliştirdiği evrensel değerler ne yazık ki istisnalar ve hiyerarşilerle sınanıyor. Avrupa kalbindeki krizleri de aşamıyor. Kırım, Yukarı Karabağ, Güney Osetya, Abhazya, Transdinyester ortak hukuk sahamızın kırıldığı fay hatları olarak kalmaya devam ediyor ve hemen her gün birinin patlaması riskiyle de karşı karşıya kalıyoruz. Türkiye bulunduğu coğrafyada etrafındaki 5-6 ülkede yaşanan derin krizlerin etkisini hisseden bir ülke olarak dondurulmuş krizlerin bir an önce temel, uluslararası hukuk bağlamında çözülmesine özel bir önem atfediyor."

YÜREĞİMİZ ARDINA KADAR AÇIKTIR VE AÇIK KALACAK

Başbakan Davutoğlu, Avrupa'nın bugün tarihinin en büyük kitlesel göç dalgalarından biriyle karşı karşıya kaldığını anımsatarak, BM Mülteciler Yüksek Komiserliğinin verilerine göre, dünyada 230 milyon kişinin göçmen durumunda olduğunu vurguladı. Bunların 70 milyonun mülteci statüsünde olduğunu ifade eden Başbakan Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Bu veriler başta Avrupa olmak üzere bütün dünyayı göç üzerinden yeni ve büyük bir sınamaya tabi tutuyor. Gururla bir ülkeyi, milleti temsil etmek anlamında gururla bulunuyorum. Bütün bu mültecilere ev sahipliği yapan ülkeler arasında Türkiye, dünyada en fazla mülteci ağırlayan ülkedir ve benim ülkemde bu mülteciler ağırlanırken, Kilis gibi bazı şehirlerde gelen Suriyeliler oradaki yerleşik Türk vatandaşlarından daha fazlayken, tek bir mülteci karşıtı gösteri, tek bir Arap veya Suriye karşıtı bir akım toplumda egemen olamadı. İnsani tavrı göstermek bizim için en büyük meziyettir. Savaştan, baskıdan, aşırı fakirlikten kaçanlara el uzatmak tüm insanlığın ortak sorumluluğudur. Bu hem ahlaki bir sorumluluk hem de siyasi bir zorunluluktur. Küreselleşmenin, hayatın her alanını etkilediği böyle bir ortamda adalet ve merhameti de küreselleştirmek zorundayız. Aksi halde dünyanın hiçbir bölgesinde ne adaletten ne özgürlükten ne de güvenlikten söz edebiliriz. Türkiye'nin bu konudaki tutumu açıktır. Yaklaşık 6 yıldır devam eden Suriye'deki istikrarsızlık boyunca hukukuyla insani ve vicdanı sorumluluklarının gereği olarak açık kapı politikası uyguluyoruz. Her yerde söylüyorum bizim bu mazlumlara, masumlara kapımız açıktır, ülkemiz açıktır ama en önemlisi yüreğimiz ardına kadar açıktır ve açık kalacaktır. Buna önümüzdeki dönemde de bu insani tutumu sürdüreceğiz."

Davutoğlu, BM verilerine göre, dünyada en çok mülteciye ev sahipliği yapan ülkenin Türkiye olduğunu yineleyerek, 2,7 milyonu aşkın Suriyeli ile 300 bine yakın Iraklı ve diğer ülkelerden gelenleri Türkiye'de misafir ettiklerini söyledi.

"Bu göçmenlere ev sahipliği yaptığımız yıllar boyunca en ufak bir ötekileştirme veya yabancı düşmanlığı yaşanmamıştır" diyen Başbakan Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Bu nedenle halkımla gurur duyduğumu bir kez daha vurgulamak isterim. Bu kürsüden, salondan 78 milyon vatandaşıma bu konudaki tutum dolayısıyla takdirlerimi ifade etmek isterim. Sayıca çok daha az Suriyeli göçmene sahip Avrupa'da rastlanan kötü uygulamaları yadırgadığımı da burada, bu salonda ifade etmek zorundayım. Türkiye'deki Suriyeli kardeşlerimizin 270 bin kadarı kurduğumuz kamplarda kalmaktadır. Kamplardaki Suriyeli sığınmacıların gıda, eğitim, sağlık başta olmak üzere her türlü ihtiyaçları devletimizce karşılanmaktadır. Kamplar dışında kalanlar göçmenler de geçici koruma statüsü altındadır. Sağlık ve eğitim hizmetleri devletimizce karşılanmakta, onlardan sağlık ve eğitim hizmetleri için tek bir kuruş dahi alınmamaktadır."

Son 4,5 yıl içinde Türkiye'de doğan Suriyeli bebek sayısının 152 bine ulaştığını, kendi ülkesini hiç görmeyen 152 bin bebeğin olduğunu anlatan Davutoğlu, ülkedeki Suriyeli çocukların eğitimine öncelik verildiğini belirtti.

Barınma merkezlerinde kalan 78 bin 707 çocuğa eğitim imkanı sağladıklarını, kamplardaki okullarda okullaşma oranının yüzde 90 olduğunu anlatan Davutoğlu, "Barınma merkezleri dışında ise yüzde 35 okullaşma oranıyla 200 bin Suriyeli çocuk eğitim hizmetinden yararlanırken geriye kalan 400 bini aşkın çocuk ne yazık ki eğitim alamamaktadır. Acilen yeni okullar derslik ve öğretmenlere ihtiyaç vardır. Tüm bu çabalar kapsamında sadece kamplarda barınanlar için 10 milyar dolar üzerinden kaynak harcandı. Kamp dışındakilerin maliyeti ise bunun birkaç misline ulaşıyor." diye konuştu.

BURAYA TAKDİR EDİLMEK İÇİN GELMEDİM

Davutoğlu, buna karşın aldıkları uluslararası katkının toplamda yarım milyar doları bile bulmadığını, Türkiye'nin dostlarının külfet paylaşımında gereken sorumluluğu üstlenmediğini, bu konuda bölge ülkelerinin yalnız bırakıldığını dile getirdi.

"Suriyeli kardeşlerimiz için yaptıklarımız ve yapacaklarımızdan takdir edilmek için bahsetmedim. Buraya da takdir edilmek için gelmedim" ifadesini kullanan Davutoğlu, sadece sorunun ciddiyeti, boyutları ve külfet paylaşımına dikkati çekmek için bunları uluslararası kamuoyuyla paylaştığını söyledi.

Başbakan Davutoğlu, sözlerine şöyle devam etti:

"Düzensiz göç konusu da ortak sorunlarımızdandır. Ege'de düzensiz göç ve insan kaçakçılığını önlemek için bugüne kadar birçok önlem aldık. Sadece 2015 Ocak ayından bu yana Türk sahil botları Ege'de 92 bin göçmeni ölümden kurtarmıştır. Çabalarımız sonucu Ekim 2015'te Ege adalarına günde ortalama 6 bin 800 kişi düzensiz göçmen olarak geçerken bu sayı şubatta günde ortalama 2 bin, Mart'ta ise 860'a düşürülebilmiştir. Nisan ayının ilk yarısı için ortalama geçişler 320'ye kadar gerilemiş, şu anda ise 60'a kadar düşmüştür. Aylan bebek gibi nice bebeklerin, nice masum insanların Ege'nin iki yakasında sahile vuran cansız bedenlerinin görüntüsü sadece Türkiye'nin çabalarının tek başına yeterli olamayacağını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Nitekim Alman mevkidaşım Şansölye Merkel ile ortak girişimimize binaen bu alandaki uluslararası çabalara destek amacıyla NATO Ege'de faaliyete başlamıştır."

Davutoğlu, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjorn Jagland'ın göç kriziyle mücadele konusunda Avrupa Konseyi bünyesinde başlattığı girişimleri ve AKPM'nin bu konudaki çalışmalarını takdirle karşıladığını, ihtilaflardan etkilenen, zorla yerlerinden edilen sahipsiz kalan çocuklar konusunda çalışmaların artırılmasını beklediğini dile getirdi.

 

Göç krizi bağlamında özellikle AB ülkelerine uluslararası hukuktan, mülteci hukukundan ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatından kaynaklanan yükümlülükleri hatırlatan çağrıların büyük önem taşıdığını aktaran Davutoğlu, bu konudaki çabaları sürdürmenin insani ve siyasi bir sorumluluk olduğunu bildirdi.

 

Düzensiz göç dalgalarıyla mücadele amacıyla AB ile mutabakata vardıklarını anımsatan Davutoğlu, AB Komisyonu Başkanı Jean Claude Juncker ile de bugün bir görüşme gerçekleştirdiğini söyledi. 

 

TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ ORTAK SORUNLARLA MÜCADELEDEN İBARET DEĞİLDİR

AB ile varılan mutabakatın üç ana hedefi olduğunu vurgulayan Davutoğlu, şunları kaydetti:

"AB ile mutabakatın birinci amacı Ege'de ölümlerin önlenmesi. İkincisi insan kaçakçılığı zincirinin kırılması. Üçüncüsü ise düzensiz göçün yeniden yerleştirme programıyla yasal göç haline getirilmesi. Birebir formülüyle yeniden yerleştirmeyi esas alan mutabakatı 4 Nisan itibarıyla uygulamaya koyduk. 4 Nisan itibarıyla ülkemizden adalara geçiş yapan düzensiz göçmenleri geri almaya başladık ve aynı gün bire bir formülü temelinde Suriyelilerin Avrupa'ya gönderilmesini başlattık. AB ile mutabakatın uygulamaya konmasıyla ortalama günlük geçişlerin 6 bin 800'den son 1 haftada 60'lara indirilmesi büyük bir başarıdır. 10 Nisan'da ise hiçbir mülteci geçişi olmamıştır. Düzensiz göçün yarattığı ortak sınama Türkiye ile AB'nin birbirinden ayrı düşünülemeyeceğini bir kez daha kanıtlamıştır. Hiç kuşkusuz Türkiye-AB ilişkileri sadece ortak sorunlarla mücadeleden ibaret değildir. Kökleri tarihe ve ortak değerlere bağlılığa dayanan stratejik bir bütün olarak değerlendirmelidir."

AB ile varılan mutabakat etkin şekilde uygulandığı takdirde Ege'deki düzensiz göçmen geçişiyle ilgili mücadelede önemli bir aşama kaydedilebileceğine dikkati çeken Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Kalıcı çözüm için hiç şüphe yok ki bunlar yeterli olmayacaktır. Kalıcı çözüm için göç olgusuna yol açan koşulların ortadan kaldırılması gerekmektedir. Çözümü sorunun kökeninde, kaynağında aramak gerekiyor. Suriye'de krizin 6'ncı yılına girilmesine karşın uluslararası toplum kitlesel göç dalgaları karşısında önlem alabilmekten, şiddet ve zulümden kaçan milyonlarca insana çare bulmaktan uzaktır. Kitlesel göç dalgalarını önleyebilmek için bu kişilerin kendi ülkelerinde kalmalarına imkan sağlayacak çözüm yolları üretmek gerekiyor. Biz bu nedenle krizin başından bu yana Suriye içinde insani güvenli bölge tesis edilmesinin önemine ve gereğine işaret ettik. Suriye'deki ihtilaf, bölgenin tamamını içine almıştır. Suriye, DEAŞ terörü ve radikalizmin yuvası haline gelmek yanında baskıcı bir rejimin zulmü altındadır. Bizim temel ulusal güvenlik hedefimiz, toprak bütünlüğü, siyasi birliği olan, istikrar ve refah içinde kardeş Suriye ile yan yana yaşamaktır.

DEAŞ ile etkili mücadele için Suriye ihtilafının bir an önce sona erdirilmesi gerekir. İhtilafı sona erdirmek için Suriyelilerin kendilerini tam anlamıyla özgürce ifade edebileceği, yeni bir anayasa, adil ve hür seçimleri sağlayacak gerçek bir siyasi geçiş olmalıdır. Esad rejimi Şam'da oturmaya devam ettiği müddetçe bunun mümkün olmayacağı da çok açıktır. Türkiye, Suriye ihtilafına, benim de aralarında bulunduğum bir grup dışişleri bakanının inisiyatifiyle 2012'de ilan edilen Cenevre Bildirisi temelinde siyasi bir çözümü güçlü bir şekilde savunmaktadır."

PKK VE PYD DE TIPKI DEAŞ GİBİ KATİL VE VAHŞİ TERÖR ÖRGÜTÜDÜR

Davutoğlu, Türkiye'nin ilk günden bu yana Cenevre sürecinin arkasında olduğunu, tutarlı ve etkili bir şekilde Suriye muhalefetini siyasi sürece dahil etmeye çalıştığını, rejim ve destekçilerinin ise muhalefeti ve sivilleri vurmaya devam ettiğini aktardı.

Suriye muhalefetine verilen sözlere rağmen rejimin Suriye'yi kuşatma altına alarak insanları aç bırakmaya devam ettiğini, Ortaçağ mantığı bir savaş taktiği de kullandığını ifade eden Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Uluslararası toplum, rejim üzerinde nüfuzu olan ülkelere baskı yapmalı ve rejimin siyasi sürece ikna edilmesi sağlanmalıdır. Bu siyasi sürecin somut sonuçlar getirmesi ve DEAŞ'ın Suriye'den tamamen temizlenmesi tek ve yegane yoldur. Ancak DEAŞ terör örgütüne karşı başka bir terör örgütü olan PKK destekli PYD'yi desteklemek de sorunları çözmeyeceği gibi terörizmin yaygınlaşmasına ve meşruiyet kazanmasına yol açmaktadır. Avrupalı dostlarımıza PKK ve PYD terör örgütlerinin ideolojisinden karar organlarına, yöntemlerinden araçlarına aynı havuzdan beslendiklerini bir kez daha hatırlatmak isterim. PKK ve PYD de tıpkı DEAŞ gibi insani değerleri yok sayan katil ve vahşi terör örgütleridir."

Irak'ta mezhepçiliğin tüm sorunların merkezinde yer aldığını belirten Davutoğlu, bölgedeki kaos ortamının Avrupa'ya yönelik terör riskini arttırdığını anlattı. Davutoğlu, bunların Avrupa'nın iç istikrarını, küresel istikrarını ve küresel barışını temelden zedelemekte olduğunu söyledi.

Davutoğlu, küresel risklerin arttığı bir dönemde, küresel perspektiflerle sorunlara yaklaştıklarına, bu yüzden Türkiye-Avrupa Birliği ilişkisini, bu riskleri minimalize etmek ve sorunları çözmek için akıllıca bir tercih veya seçenek olarak değil, adeta zorunluluk olarak gördüklerine dikkati çekti.

Terörle mücadelede ilkesel ve ortak bir tutum benimsenmedikçe, terör odaklarının amaçladığı, korku ve kaygı ortamına son verilmesinin mümkün olmadığını dile getiren Davutoğlu, "Türkiye için terörle mücadelede uluslararası iş birliği hiçbir zaman bir söylemden ya da akademik, teorik bir ilgiden ibaret olmamıştır. Türkiye PKK'dan DHKP-C'ye, El Kaide'den DEAŞ'a kadar terörizmin farklı biçimleriyle on yıllardır mücadele etmektedir. Bu tehdide karşı uzun yıllardır verdiğimiz mücadeleden çıkardığımız en temel derslerden biri uluslararası düzeyde somut işbirliği olmadan terörle mücadelede başarılı olunamayacağı gerçeğidir. Avrupa Konseyi mekanizmaları da bu platformların başında gelmektedir." ifadelerini kullandı.

Bu konuda çaba harcarken vazgeçilmez ilkeler olduğuna dikkati çeken Davutoğlu, şöyle konuştu:

"Öncelikle terör uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit teşkil etmektedir ve gerekçesi ne olursa olsun, nerede, ne zaman ve kim tarafından işlenirse işlensin hiçbir terör faaliyeti meşru görülemez, meşru gösterilemez. İkinci olarak, teröristlerin barınmasının önlenmesi için 'iade et' veya 'yargıla' prensibi temelinde devletler arasındaki işbirliği artırılmalıdır. Son olarak, terörü herhangi bir din veya etnik grupla ilişkilendirmek tamamen yanlıştır ve bu tam aksine teröristlerin amaçlarına hizmet etmektedir. Özellikle de terörün İslam ile yan yana zikredilmesini şiddetle kınıyoruz."

3 BİN 200'DEN FAZLA KİŞİ SINIR DIŞI EDİLDİ

Başbakan Davutoğlu, bugün terör örgütlerinin küreselleştiğini, çok daha büyük ölçekte kayıplara yol açabilecek şiddet kapasitesine ulaştığını, gelişen sosyal medya imkanları sayesinde kendi söylemlerini yayma ve gençleri şiddete teşvik etme yeteneklerini artırdığını vurguladı.

Avrupa Konseyi bünyesinde son dönemde, bu alanda yürütülen çalışmaları takdirde karşıladığını ve aktif katkı vermeye devam ettiklerini belirten Davutoğlu, "Dünyanın herhangi bir bölgesinde sadece yanlış yerde ve yanlış zamanda bulunan insanları ayırt etmeksizin hedef alan bir terör saldırısının gerçekleşmediği bir gün neredeyse yok gibidir. Yabancı terörist savaşçılar olgusu bu endişe verici gerçeğin bir tezahürüdür." ifadelerini kullandı.

Türkiye'nin bu konuda da olağanüstü bir çaba sarf ettiğinin altını çizen Davutoğlu, küresel koalisyonun aktif bir üyesi olan Türkiye'nin koalisyon içerisindeki "Yabancı Terörist Savaşçılar Çalışma Grubuna Eş Başkanlık" ettiğini anımsattı.

Davutoğlu, "Bugüne kadar Suriye ve Irak'taki çatışma bölgelerine seyahat etme niyeti bulunduğu düşünülen, yani yabancı terörist savaşçı olabileceği düşünülen 3 bin 200'den fazla kişi sınır dışı edilmiştir. Risk analiz gruplarınca 2 binden fazla kişinin ülkemize girişi engellenmiştir." diye konuştu.

Letonya'nın başkenti Riga'da, 22 Kasım 2015 tarihinde imzaya açılan yabancı terörist savaşçılara ilişkin Avrupa Konseyi Terörizmin Engellenmesi Sözleşmesi Ek Protokolü'nün bir an önce yürürlüğe girmesine özel önem verdiklerini anlatan Davutoğlu, "Protokolü, imzaya açıldığı gün ilk imzalayan ülkeler arasında olduk. Onay sürecini de kısa süre içerisinde tamamlamayı öngörüyoruz. Ek protokolün tüm üye devletlerce onaylanması terörizmle mücadele konusundaki ortak kararlılığımızı sergilemek bakımından elzemdir." dedi.

Davutoğlu, terörün dini, kültürü, milliyeti ve kimliğinin olmadığının unutulmaması gerektiğini, ancak bu perspektifle yaklaşıldığında terör sorununa karşı tedbirlerin başarılı olabileceğini ifade etti.

TERÖR TERÖRDÜR VE KİM YAPARSA YAPSIN

Terör sorununa soğuk savaş savaş döneminden kalan reflekslerle yaklaşılmaması gerektiğini anlatan Başbakan Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Tabiri caizse 'benim teröristim, senin teröristin' ayrımı yapılırsa, küresel siyasetin de hızla soğuk savaş ruhuna döneceğini unutmamak gerekir. Mesela Ankara'da şubat ve mart aylarında düzenlenen bombalı intihar saldırıları, Suriye'deki YPG kamplarında eğitim gören PKK'lılar tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu saldırılar ile İstanbul'da veya Paris'te ve Brüksel'de DEAŞ tarafından düzenlenen saldırılar arasında bir fark yoktur. Kızılay'da, Ankara'nın göbeğinde otobüs beklemekte olan ve akşam barış içinde ailesine kavuşmak isteyen gençleri, çocukları, torunlarına kavuşmak isteyen yaşlıları canlı bomba ihtiva eden bir arabayla kendisini patlatarak katledenleri, DEAŞ'ın teröründen ayırt edip, onları insancıl bir örgüt gibi gösterme çabalarına karşı insanlık adına buradan haykırıyorum, terör terördür ve kim yaparsa yapsın, hepimiz omuz omuza durmadıkça terörle başa çıkamayız.

Bu saldırıları yapanlar belliyken ve o belgeler bütün dünyaya ifşa edilmişken, PKK ya da PYD'yi meşrulaştırma çabaları DEAŞ'ı meşrulaştırma çabalarından farklı değildir. PKK veya YPG, PYD için Avrupa'nın ortasında para toplama kampanyaları ve propaganda toplantıları düzenlenirken ve bunlar silahla takviye edilirken, terörle mücadele konusundaki dayanışma mesajlarının anlamı kalmamaktadır. DEAŞ'ın Avrupa'daki faaliyetleri bizi ne kadar endişelendiriyorsa PKK'nın Avrupa'daki faaliyetleri de bizi ve sizleri o kadar endişelendirmelidir."

Başbakan Davutoğlu, Türkiye'de şehirlere çukurlar, hendekler kazarak, masum sivilleri ve güvenlik görevlilerini katleden PKK'nın Avrupa'nın birçok kentinde meşru bir aktör muamelesi gördüğünü söyledi.

Terör örgütlerine karşı seçici davranarak, bazılarına karşı tedbir alıp, bazılarına karşı müsamaha göstermenin, Avrupa'ya bir kazanç sağlamayacağını vurgulayan Davutoğlu, "Terörle mücadelede istisnalar, derecelendirmeler ve nitelendirmelere yer yoktur. Bir terör örgütünün başka bir terör örgütüne karşı mücadele veriyor olması o terör örgütünü meşru kılmaz. Terörü haklı göstermek hiçbir suretle kabul edilemez. Böyle bir anlayış, Avrupa'nın ve AB'nin üzerine inşa edildiği insan hakları, demokrasi ve hukuk üstünlüğü ilkelerine de aykırıdır. Bu çerçevede Avrupa Konseyi bünyesinde ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadeleye yönelik bir platform kurulması fikrinin de tüm paydaşlarla birlikte özenle değerlendirilmesi gerektiğine inanıyoruz." şeklinde konuştu.

KIRIM'IN İŞGALİ

Başbakan Davutoğlu, Kırım'da yaşananlara da değinerek, yarımadadaki insanların durumunun sürekli kötüye gittiğini söyledi.

 Kırım'daki gayri meşru fiili yönetimin, başta Kırım Tatarları olmak üzere karşı çıkanlara baskı yaptığını anlatan Davutoğlu, Kırım Tatarlarının en temel haklarının yok sayıldığına dikkati çekti.

Kırım devlet liderlerinin Kırım'a girişlerine izin verilmediğini anımsatan Davutoğlu, baskılar nedeniyle 20 binden fazla Kırım Tatarı'nın anavatanını terk etmek zorunda kaldığını bildirdi.

Davutoğlu, Kırım Tatarlarının durumunun uluslararası gündemde tutulmaya devam edilmesi gerektiğini vurgulayarak, Avrupa Konseyinin Kırım Tatarları konusundaki hassas yaklaşımını takdir ettiklerini, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjorn Jagland'ın Kırım'a heyet gönderme girişimini de memnuniyetle karşıladıklarını ifade etti.

Ermenistan tarafından Azerbaycan'a yapılan geniş çaplı saldırıları ve ateşkes ihlallerini de endişe ile karşıladıklarını dile getiren Davutoğlu, "Söz konusu saldırılar ve ihlaller hem sivil hem de askeri kayıplara neden olmuştur. Şiddetin tırmanması ve siviller de dahil çok sayıda kayıp verilmesi, Yukarı Karabağ ihtilafında statükonun artık sürdürülemez olduğunu bir kez daha göstermiştir. Ermenistan'ın ateşkes ihlallerinin, Nahçıvan Özerk Cumhuriyet sınırına da yayılması ayrıca endişe kaynağıdır." dedi.

Uluslararası toplumun ve AGİT Minsk Grubu eşbaşkanlarının Ermenistan'ı, silahlı provokasyonlarına ve ateşkes ihlallerine son vermesi konusunda uyarmasını isteyen Davutoğlu, AGİT Minsk Grubu'nun üyesi olarak Türkiye'nin söz konusu grubun barışa yönelik çabalarına destek verdiğini, Azerbaycan'ın topraklarındaki işgalin bir an önce son bulması için de ülkeye desteklerinin süreceğini vurguladı. 

Davutoğlu, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) Genel Kurulu'na Türkçe hitabında, Güney Osetya ve Abhazya ihtilaflarına Gürcistan'a uluslararası tanınmış sınırıları çerçevesinde, toprak bütünlüğü ilkesi ve egemenliği etrafında temel bir çözüm bulunmasına yönelik tutumun devam ettiğini, bu çerçevede Güney Kafkasya'da kalıcı barışın sağlanmasının herkes için önemli olduğunu vurguladı.

Başbakan Davutoğlu, 22-23 Mart'ta Cenevre görüşmelerinin 35'inci turunun daha yapıcı bir ortamda gerçekleştirilmesinden duyduğu memnuniyeti dile getirdi.

Ahıska Türklerinin anavatanlarına dönüş sürecini de takip ettiklerini aktaran Davutoğlu, "Bu bağlamda 2016-2019 Avrupa Konseyi Avrupa Gürcistan Eylem Planı kapsamında geri dönüş sürecine öncelik verilmesini bekliyoruz." ifadesini kullandı.

Doğu Akdeniz ve çevresinde son dönemde tanık olunan gelişmelerin Kıbrıs meselesinin daha fazla gecikmeden çözüme kavuşturulmasının önemini bir kez daha gözler önüne serdiğini belirten Davutoğlu, şöyle konuştu:

"Kıbrıs meselesinin, adadaki iki halkın siyasi eşitliklerini ve adanın ortak sahibi olmalarını temel alan adil, kapsamlı bir siyasi çözüme kavuşturulması hedefine bağlılığımız devam ediyor, her türlü desteği veriyoruz. En kısa zamanda adadaki kalıcı çözümün tesisini arzu ediyor, adadaki liderlerin bu yöndeki etkin ve yapıcı gayretlerini destekliyoruz. 2016 yılı içinde ulaşılması hedeflenen olası çözümün ilgili tarafların tüm enerjilerini ve samimi gayretlerini ortaya koymasıyla mümkün olabileceğini vurgulamak isterim. Çözüm hedefine ulaşılması Doğu Akdeniz'in bir barış, istikrar ve iş birliği sahasına dönüşmesi için önemli bir adım olacaktır. Bu da başta Kıbrıs'taki iki taraf olmak üzere ilgili tüm taraflar ile genel olarak uluslararası toplumun ve Avrupa Konseyi'nin de menfaatinedir."

"Avrupa'nın geleceğini, Avrupa'nın önündeki bu zorlu sınamalar değil, bu sınamalara nasıl yanıt verdiğimiz belirleyecektir." diyen Davutoğlu, temel değerleri tehdit eden bu sınamalar karşısında, yine temel değerlere sahip çıkarak yanıt verilmesi gerektiğini vurguladı.

Avrupa Konseyinin, Avrupa ortak hukuk sahasının temelini teşkil eden ortak standartlar ürettiğini, bunun da ötesine geçerek bağımsız izleme mekanizmaları aracılığıyla bu standartların diğer ülkelerde aynı şekilde uygulanmasını takip ettiğini anlatan Davutoğlu, bunun uluslararası bir örgütün etkinliği açısından önemli bir potansiyel teşkil ettiğini, amacın bu potansiyelin tam olarak hayata geçirilmesi olması gerektiğini söyledi.

Başbakan Davutoğlu, Türkiye'nin Avrupa Konseyi kurumlarınca başlatılan reform çalışmalarına tam destek verdiğini aktararak, Türkiye'nin Mayıs 2010-Kasım 2011 arasında üstlendiği dönem başkanlığı süresince temel önceliğinin, Avrupa'nın geleceğinde hak ettiği siyasi ağırlığı ve merkezi konumunu kazanması olduğunu ifade etti.

TÜRKİYE, "GRAND PAYEUR" ÜLKELER ARASINA GİRDİ

Türkiye'nin, Avrupa Konseyi ile mevcut iş birliğini güçlendirdiğine dikkati çeken Davutoğlu, Türkiye'nin Avrupa Konseyi bütçesine yıllık katkı payını 20 milyon avro attırarak 33 milyon avro düzeyine yükselttiğini ve "grand payeur (en fazla katkı sağlayan)" ülkeler arasına girdiğini bildirdi.

Başbakan Davutoğlu, "Eş zamanlı yürüttüğümüz bir diğer girişimle Avrupa Konseyi Parlementerler Meclisi ile yerel ve bölgesel yönetimler kongresindeki üye sayılarımız 12'den 18 çıkarılmıştır. Türkçe, Avrupa Konseyi Parlementerler Meclisi ve kongrenin çalışma dilleri arasına girmiştir. Tüm bu insiyatiflerimizde temel amacımız Avrupa Konseyi'nin siyasi rolünün güçlendirilmesidir." diye konuştu.

İstanbul'da 23-24 Mayıs'ta Dünya İnsani Zirvesi'nin düzenleyeceğini anımsatan Davutoğlu, bütün Avrupa Konseyi yetkililerini bu zirveye davet etti.

"Tarihte ilk kez gerçekleştirilecek bu zirveye geniş katılım sağlanması insanlığın ortak geleceği adına verilecek güçlü bir mesaj olacaktır." ifadesini kullanan Davutoğlu, Türkiye'nin demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarının, yurtta ve dünyada barışın, refahın ve güvenliğin temel dayanakları olduğuna inandığını belirtti.

TÜRKIYE'DE SON 15 YILDA ÖNEMLI REFORMLAR GERÇEKLEŞTİRİLDİ

Türkiye'de son 15 yılda insan hakları ve demokratikleşme alanında önemli reformlar gerçekleştirildiğine dikkati çeken Davutoğlu, anayasal hakların alanının genişletildiğini, bu hakları koruyacak mekanizmaların kurulduğunu ve hukuk devleti anlayışının güçlendirildiğini, kişi hak ve hürriyetlerinin daha iyi korunmasını sağlamak amacıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolunun açıldığını hatırlattı. Başbakan Davutoğlu, şöyle devam etti: 

"Yeni siyasi partiler yasasına ilişkin çalışmalar da reform süreci kapsamında önümüzdeki dönemde gündem başlıklarımız arasındadır. Temel siyasi reform hedefimiz, Türkiye'nin sivil, demokratik, özgürlükçü bir anayasaya kavuşturulmasıdır. Türkiye'nin üyeliğinin askıya alındığı 1980 askeri ihtilali sonrası yazılan 12 Eylül darbe anayasasını tarihte hak ettiği yere gönderecek çağdaş, özgürlükçü bir anayasayı inşallah hep birlikte yapacağız."

Davutoğlu, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Genel Kuruluna Türkçe hitabında, geçmiş yıllarda olduğu gibi bugün de reformlar bakımından ana referans kaynaklarının Avrupa Konseyi mekanizmaları, çalışmaları ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları olduğunu vurguladı.

Türk halkının insan hakları alanındaki meşru istek ve beklentileri doğrultusunda şekillenen reform adımlarında, Avrupa Konseyini ana ortağı olarak gördüklerine işaret eden Davutoğlu, hükümetin bir yıllık eylem programına göre yürüttükleri reformların, AB ile devam eden vize serbestisi diyaloğu yol haritasında kayıtlı unsurlarla da önemli ölçüde örtüştüğünü bildirdi.

Başbakan Davutoğlu, içinde bulundukları konjonktürün arzu ettikleri noktanın gerisinde kaldığına değinerek, şöyle konuştu:

"Beş yıl önce yine bir Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi toplantısında dikkat çektiğim Avrupa'nın geleceğine dair bir ortak vizyon geliştirmesi ihtiyacının bu nedenle konuşmamın sonunda altını bir kez daha çizmek istiyorum. Bugün ortak evimiz Avrupa’yı ırkçılık, yabancı düşmanlığı, antisemitizm, İslamafobi, ekonomik istikrarsızlık ve terörizm batağından çıkartmak için Avrupa ve Avrupalı kavramlar üzerine yeniden düşünmemiz gerekiyor. Avrupa halklarının milli iradelerinin en geniş ölçekte temsil edildiği AKPM bu büyük görev, bu önemli misyon için biçilmiş kaftandır. Dolayısıyla tarih ortak çatı altındaki bütün kardeşlerimizin bütün dostlarımızın omuzlarına büyük bir sorumluluk yüklemektedir."

AVRUPA'NIN EN ÖNEMLİ DEĞERİ AHDE VEFA DEĞERİDİR

Davutoğlu konuşmasının ardından parlamento üyelerinin soruları yanıtladı.

Yunanistan Eski Dışişleri Bakanı Dora Bakoyannis'in, "Türkiye, AB ile arasında imzalanan mutabakata uygulamak için tam bir işbirliği yapacak mıdır? ve Türkiye, NATO ile Ege'de tam anlamlı bir kuvvet konuşlanması için işbirliği yapacak mıdır?" sorusuna Davutoğlu, Bakoyannis'i görmekten duyduğu memnuniyeti dile getirerek, kendisinin Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin geçmişini çok iyi bildiğini ifade etti.

Doğu Akdeniz'deki ve Ege'deki barış ortamının Türkiye ve Yunanistan için ne kadar önemli olduğunu en iyi Bakoyannis'in anlayacağını belirten Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Egeye yönelik olarak ortaya çıkan göçmen krizi söz konusu olduğunda Türkiye ile Yunanistan arasında yakın bir diyalog söz konusu oldu. Değerli meslektaşım Çipras ile birlikte buna çözüm bulmak için gayret sarfettik. Her şeyden önce karşı karşıya kaldığımız sorun Türkiye ile Yunanistan arasında bir gerilim meselesi değildir. Bu yaklaşımın doğru anlaşılması lazım. Ayrıca AB ile vardığımız anlaşma bütün unsurlarla Türkiye tarafından uygulanmıştır. Hiçbir Avrupalı lider, şu ana kadar benim muhatabım olan liderler, buna Sayın Çipras da dahil şu ana kadar hiçbirinden Türkiye'nin verdiği sözleri uygulamadığına yönelik tek bir şikayet almadım."

Davutoğlu, aksine her toplantıda Türkiye'nin uygulamasından duyulan memnuniyetin dile getirildiğini aktararak, 29 Kasım 2015'teki ilk zirvede alınan kararların hepsinin hayata geçirildiğine işaret etti.

Bazı vize uygulamaları ve özellikle Suriyeli göçmenlere çalışma izni verilmesi gibi uygulamaların çok başarılı olduğuna dikkati çeken Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"18 Mart’taki uygulamalar o derece başarılı oldu ki, şu anda günlük geçişler 60'a kadar indi. Bazı günler ise hiç geçiş yok. Karşılıklı olarak sorumluluklarımızı yerine getirdiğimiz için şu ana kadar başarı ile yürüyen anlaşmadan bahsediyoruz. Avrupa'nın en önemli değeri ahde vefa değeridir. Bu vefa çerçevesinde biz üzerimize düşen her şeyi yapacağız, AB tarafı da yapacak. Anlaşmada aksayan bir yön yoktur. Varsa da muhataplarımız bellidir. Aksine biz aksayan yönlerden bahsedebiliriz Türkiye olarak, özellikle 3 milyar avronun Suriyelilerin hizmetinde kullanılması bağlamında ki, sadece Suriyeliler için ayrılmıştır. Ama biz bunları dahi gündeme getirmiyoruz. Çünkü önemli olan burada insani konudur. Tekrar bebeklerin cesetlerinin ne Türk kıyılarına ne de Ege adalarına vurmasını istemiyoruz."

Davutoğlu, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) Genel Kuruluna Türkçe hitabının ardından soruları yanıtladı.

"Hükümetiniz, demokrasiden uzaklaşan büyük adımlar atıyor, medyayı, sosyal medyayı kontrol ediyor, gazetecileri kovuşturuyor, hapse atıyor. Kürt azınlığa karşı muamele de gayet zulümle dolu ve baskıcı. Avrupa Birliğinin (AB) ve parlamentosunun bir üyesi olmak istiyorsanız, bu çabaları nasıl görüyorsunuz? AB müzakere sürecini, ülkenizdeki demokratik tıkanma ve durgunlukla nasıl bağdaştırıyorsunuz?" sorusu üzerine Davutoğlu, son iki yılda Türkiye'nin demokrasisini eleştirmek isteyen herkese bir cevap mahiyetinde dört seçim gerçekleştirildiğini belirtti.

Davutoğlu, Türkiye'deki son dört seçimin, Avrupa standartlarında, eleştiri hakkının muhafaza edildiği, herkesin istediği dilde, istediği propagandayı yapabildiği bir ortamda gerçekleştirildiğine dikkati çekti.

Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Bu dört seçimde, son seçim 1 Kasım öncesi, bütün medya istediği eleştiriyi yapabilmiş, hiçbir medyanın seçim süreci içinde şu veya bu yönde yönlendirildiğine dair bir kanaat uyanmamıştır. Aksine en çok satan 5 gazetenin, isimlerini zikretmeyeyim, en azından üçü, açık bir şekilde hükümete muhalefet üzere bir yayın politikası takip etmiştir. Bu da onların hakkıdır. Ben de seçimlere giren başbakan olarak hiçbirisine herhangi bir şekilde telkinde bulunmadığım gibi aksine bütün bu medyanın özgürlüğünü, eşit ve objektif seçim şartlarının bir gerekliliği olarak gördüm. Dolayısıyla bugün Türk medyasını takip edenlerin, bana, hükümetimize, Sayın Cumhurbaşkanımıza dönük ne kadar ağır eleştiri yaptıklarını, bunu takip eden birisi için, herhalde Türkiye'de medyanın kontrol altında olduğunu iddia etmek mümkün değil."

YİNE BİR ALGI MESELESİYLE KARŞI KARŞIYAYIZ

Özellikle Kürt azınlığı meselesi gibi bir tabirden başlamak isteğini belirten Davutoğlu, yine bir algı meselesiyle karşı karşıya olduklarına dikkati çekti.

Davutoğlu, "Bakınız, Türkiye'de Türkler, Kürtler, Araplar, hangi etnik kökenden gelirse gelsin herkes ve aynı şekilde Sünniler, Aleviler, gayrimüslimler hangi kökenden gelirlerse gelsinler, 78 milyon eşit vatandaştır. 15 sene önce Türkiye'de, Kürtçe bir kaseti dinledi diye gözaltına alınanların Türkiye'sinden eğer bugün, bizzat benim Kürt vatandaşlarıma hitap ederken, öğrenmeye çalıştığım Kürtçe ile hitap edebilmem, Kürtçe serbest propaganda yapılabilmesi arasındaki fark dahi 14 yıllık AK Parti iktidarlarının ürünüdür. Bizim siyasetimizde hiçbir zaman hiç kimseye etnik veya mezhebi kimliği dolayısıyla tavır almak olmamıştır." dedi.

Kendisinin her hafta sonunu terörle mücadelenin sürdüğü Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki bir şehirde geçirdiğini anımsatan Davutoğlu, "Benim partim içinde Türk-Kürt ayrımı olmaksızın birlikte, omuz omuza Türkiye'nin demokrasisi, hukuku, güvenliği için mücadele eden siyasetçiler var, Bakanlar Kurulunda da aynı şekilde." ifadesini kullandı.

Başbakan Davutoğlu, bazı Avrupa ülkelerinde gördükleri örneklere benzer şekilde Kürtlerin, Türkiye'de Türklerden soyutlanmış ayrı bir azınlık değil, Türklerle birlikte İstiklal Harbi'nden bu yana eşit şartlara sahip olmuş ve kıyamete kadar da birlikte yaşayacak eşit vatandaşlar olduğunu vurguladı.

Hiç kimseye etnik ayrımcılık yapılmasına izin vermediklerine işaret eden Davutoğlu, "Hiç kimsenin etnik veya mezhebi kimliği dolayısıyla dışlanmasına izin vermedik ve her yerde bu demokratik hakkın kullanılması konusunda bir sınır getirilmesine asla tahammül göstermedik. Türkiye sizin düşündüğünüzden, belki size yansıtılandan çok daha özgür, çok daha demokratik, eşit vatandaşlık ilkeleri etrafında gerçek anlamda bir hukuk devletidir. Gelin ve bütün ülkeyi bu anlamda dolaştığınızda göreceksiniz ki, hükümet de eleştirilebilir, herkes eleştirilebilir ama Türkiye'nin birliği, beraberliği konusunda da ortak bir vicdan ve ortak bir tavır halkın içine sinmiştir. Umarım bunları sizin de gözleme imkanınız, en yakından olur ve sadece algılar üzerinden bir hüküm verme yanlışlığına düşmezsiniz" diye konuştu.

İNSANLIK SINAVI YAPILSA BU SINAVI ONURLA GEÇECEK YEGANE ÜLKE TÜRKİYE

Başbakan Davutoğlu, "Kadınların Türkiye'de gittikçe daha fazla baskı altında olduğunu görüyoruz. Uluslararası Af Örgütüne göre özellikle Suriye'den gelen kadın mülteciler de geri gönderiliyor ve soruşturmalara, kovuşturmalara atılıyor. Siz çok insani boyutu olan bir ülkesiniz, Uluslararası Af Örgütü'nün bu raporuna ilişkin sözleriniz ne olacak?" sorusuna ise şöyle yanıt verdi:

"Bugün dünya sathında bir insanlık sınavı yapılsa bu sınavı onurla geçecek olan yegane ülke Türkiye'dir. Bugün bunu anlamayanlar olabilir, bunu bugün fark etmeyenler, Türkiye karşıtlığı ile bunu görmek istemeyenler olabilir ama emin olunuz bu iki yerde yazılmıştır: Bir tarihte bir de Suriyelilerin gönüllerinde ve kalplerinde. Şu ana kadar açık ve net söylüyorum, Türkiye'den isteği dışında Suriye'ye geri gönderilmiş tek bir Suriyeli yoktur. Hele hele isteği dışında Suriye'ye gönderilen tek bir kadın ve çocuk dahi yoktur. 152 bin bebek doğdu Sayın Hanımefendi Türkiye'de. Biz 15-20 kadını ve çocuğu mu ağırlayamayacağız? 3 milyona bağrını açmış Türkiye kimseyi kapı dışına çıkarmaz, kimseyi de zalimlere teslim etmez. Bundan emin olunuz. Bunun bir mantığı olabilir mi? 3 milyon kişiyi barındıran, üstüne 300 kişiyi barındırmaktan mı kaçınacak?"

HAMİLE YA DA İHTİYAÇ SAHİBİ BİR KADININ

Avrupa'ya yürüyüşe geçen Suriyeli bir grubun, Bulgaristan sınırında durdurulması üzerine yaşananları paylaşan Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Bakınız size çarpıcı bir misalle, bir Suriyeli Avrupa'ya yönelik olarak yürüyüşe geçen Suriyeli grup, Bulgaristan sınırında durdurulduğunda, benimle görüşme şartıyla durabileceklerini söylediklerinde, kendilerini misafir ettim. Şunu söyledi bana Suriyeli, 'Sakın yanlış anlamayın Sayın Başbakanım, biz Türkiye'yi protesto etmiyoruz, biz Avrupa ve dünyayı protesto ediyoruz. Çünkü Türkiye, bize bizim ülkemizden daha fazla bağrını açtı. Benim eşim hamileydi, iki hafta önce aldım, hastaneye götürdüğümde cebimde tek kuruş yoktu. Acaba eşimin doğumundan sonra benden ne talep edilir diye merakla beklerken, doğum tamamlandı. Ücret sorduğumda, senin ücretin bizim vicdanımızla ödenmiştir, sana hiçbir ücret ödemek düşmez cevabı aldım. Ayrılırken evime gidecek, taksi tutacak param olmadığı için hastane yönetimi taksiyi de tuttu ve eve gönderdi.' demişti. Benim eşim de bir kadın doğum doktoru, eğer tek bir kadının hele hele hamile ya da ihtiyaç sahibi bir kadının Türkiye'de mağdur edildiği bilgisi size ulaşırsa buyurun, o kadını getirin, başımızın tacı yaparız biz."

Davutoğlu, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak değil bu fedakarlığı üstlenen 78 milyon Türkiye Cumhuriyeti'nin eşit vatandaşı olarak ve bir insan olarak seslendiğini belirterek, şunları kaydetti:

"Bizim yönetimimizde hiçbir mazlum zalimlere teslim edilmemiştir, hiçbir mazlum kapı dışında bırakılmamıştır. Hele hele hiçbir kadının onuruna dokunulmasına izin verilmemiştir, bütün bunları açık yüreklilikle ifade ediyorum. Dolayısıyla böyle bir iddia varsa bu iddiayı getirir inceleriz ama böyle bir iddianın ne rasyonel bir zemini vardır ne de olgusal bir karşılığı vardır. Türkiye bütün mültecilere açık kapı, açık ülke, açık yürek politikasını uygulamaya devam edecek."

Strazburg'da Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Genel Kurulu'na hitap eden Davutoğlu, soruları yanıtladı.

Türkiye'deki yeni Anayasa çalışmalarının hatırlatılarak, "Türkiye'nin yeni anayasasının Avrupa Konseyi standartlarına uygun olacağını taahhüt eder misiniz?" sorusu üzerine Davutoğlu, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından Avrupa Konseyi'nde Türkiye'nin üyeliği askıya alındığında, o dönemde daimi temsilcinin yaptığı hüzünlü konuşmayı hala hatırladığını söyledi. Davutoğlu, "Neredeyse ağlayarak, Avrupa Konseyi'ne dönüp 'Bizi yalnız bırakmayın, bizi otoriterizme terk etmeyin.' diye çağrıda bulunmuştur. Şimdi ben bugün yaklaşık 36 yıl sonra burada bu makamda her şeyiyle özgür, Avrupa standartlarında, demokratik bir hukuk devletinin Başbakanı olmaktan onur duyuyorum." diye konuştu. 

12 EYLÜL ANAYASASI'NA 'HAYIR' OYU KULLANDIM

Başbakan Davutoğlu, 12 Eylül döneminde üniversite öğrencisi olduğunu, hayatında ilk oyunu darbe sonrası hazırlanan anayasa referandumunda kullandığını belirterek, şu ifadeleri kullandı:

"Askeri yönetimlere, darbecilere karşı olduğum için gururla gittim, 'Hayır' oyunu zarfa koydum, sandığa attım. 12 Eylül darbe rejiminin bir anayasasına 'Hayır' demiş bir öğrenci hareketi lideri olarak, bugün Başbakanı olduğum ülkenin bütün bu darbe hukukunu geride bırakması, darbe hukukunu ayaklar altına alması benim en büyük idealimdir ve mutlaka gerçekleştirilecektir. Bizim anayasa reformumuz, partimizin şu anki çıkarlarını ya da bizlerin makamlarını düşünerek üzerinde çalıştığımız bir reform değildir. Aksine Türkiye'de bir daha darbe şartları gerçekleşmesin, bir daha hiçbir vesayet ülke üzerinde kara bulut gibi dolaşmasın diye sivil, özgürlükçü bir anayasa yapmayı hedefliyoruz.

Anayasanın bir ruhu vardır, bir de iskeleti. Ruhu, temel insan hak ve insan hürriyetleridir. İnsan onurunu esas almayan hiç bir anayasa kalıcı olamaz. 12 Eylül Anayasası da kalıcı olmayacaktır. Bizim referansımız, daha önceki anayasanın aksine devleti esas alıp milleti tanımlayan, otoriteyi esas alıp vatandaşı tanımlayan bir anayasa değil, milleti esas alıp, vatandaşların hukukunu ve insan onurunu esas alıp devleti tanımlayan bir anayasa yazmak. Anayasanın ruhunda Avrupa Konseyi'nin temel ilkeleri, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi temel unsur olacak. Bunu size bir garanti, teminat olarak söylüyorum. Dünyanın evrensel demokratik değerlerine aykırı tek bir madde anayasamızda bulunmayacak. Ayrıca, Türkiye'nin gerek kendi kültüründen gelen 'İnsanı yaşat ki devlet yaşasın' felsefesi gereği evrensel değerlere dayalı bir ruh oluşturacağız. İskelet ise yönetim sistemidir. Bu, parlamenter sistem de olabilir, başkanlık sistemi de olabilir. Eğer ruh iyi oturmuşsa hangi iskeleti ona biçerseniz biçin bu yapı ayakta durur. Önemli olan ruhu korumak."

YETKİ KİMDEYSE SORUMLULUK ONDA OLMALI

Davutoğlu, bugün demokratik olgunluğa sahip parlamenter sistemler, başkanlık sistemleri de bulunduğunu, buna karşın otoriterleşen parlamenter sistemler, başkanlık sistemleri de olabildiğini anlatarak, şöyle devam etti:

"Türkiye'de özellikle 12 Eylül'ün çarpık anayasasından kaynaklanan ve seçilmiş başbakanı kontrol etmeye dayalı bir cumhurbaşkanlığı. Asker kökenli bir cumhurbaşkanı anlayışına dayanan ve bu sebeple de kontrol, yetki ve sorumluluk açısından büyük dengesizlikler ihtiva eden bugünkü yönetim sistemini değiştirmemiz gerekiyor. Yetki kimdeyse sorumluluk onda olmalı. Ama maalesef geçmişte Türkiye'de cumhurbaşkanlarının mutlaka asker kökenli olacağı varsayımına dayalı olarak, bütün sorumluluklar başbakana, bütün yetkiler ve frenleyici mekanizmalar cumhurbaşkanının kontrolüne verilmiştir. Şimdi Türkiye bütün bu evreleri geçti."

Suhuletle, sakin bir şekilde önce kendi içlerinde, sonra parlamentoda ve halk arasında tartışarak, Türkiye'de yetki ve sorumluluk dengelerini sağlayan, check-balance kontrol mekanizmalarını güçlendiren yeni bir anayasa hazırlanacağını ifade eden Davutoğlu, "Geldiği evre itibarıyla bizim için başkanlık sistemi daha uygundur ama her şeyi tartışmaya açığız. Tartışmayacağımız tek şey, bu anayasanın ruhunun insan hak ve özgürlüklerine dayalı olmasıdır. Onun dışında her şey tartışılabilir. Türkiye, inşallah önümüzdeki dönemde, sivil, milli iradenin süzgecinden geçmiş, hiçbir vesayet unsurunu taşımayan, insan onurunu esas alan bir anayasayı hayata geçirecektir. Ben bundan eminim." değerlendirmesini yaptı.

Başbakan Davutoğlu, Ertuğrul Kürkçü’nün, "PKK gerillası ile Türk Silahlı Kuvvetlerinin girdiği müdahaleler nedeniyle 300 kişi hayatını kaybetti, sivillerin hakları ve özgürlükleri güvenlik operasyonlarında ihlal edildi. Suriye savaşından kaçan mülteciler için Türkiye hala güvenli bir ülke mi? Suriye'deki bu çatışmayı nasıl sona erdireceksiniz?" şeklindeki sorusunu İngilizce sormasını eleştirdi. Davutoğlu, "TBMM'yi temsilen Avrupa Konseyi'nde bulunan bir milletvekili olarak sayın Ertuğrul Kürkçü’nün her şeyden önce oy aldığı Türk ve Kürt vatandaşlarına saygı gereği, en azından burada, bu özel günde çalışma dilini Türkçe olarak ilan eden Avrupa Konseyi'nde, Türk Başbakanına Türkçe hitap etmesini tercih ederdim. Eminim ki kendisine oy verenler de bundan daha memnun olurlardı." diye konuştu.

Devletlerin vatandaşlarına karşı güvenlik ve özgürlük sağlama görevi bulunduğuna işaret eden Davutoğlu, güvenliği sağlanamayan vatandaşa özgürlük verilemeyeceğini, özgürlüğü kısıtlanan vatandaşa güvenlik sağlamanın da anlamının kalmayacağını söyledi.

Kamu düzeninin olmadığı yerde demokrasinin yaşayamayacağının altını çizen Başbakan Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Şimdi Sayın Kürkçü, Cizre'de, Silopi'de yaşıyor olsaydı, hani 'gerilla' diyerek kendince meşruiyet kazandırmaya çalıştığı PKK'lı teröristlerin kazdıkları çukurların yanlarından geçerek, mayın döşedikleri yolların arasından geçerek okula gitmek zorunda kalan bir çocuğu olsaydı ya da bir yakını, bir günde 10 terörist roketin atıldığı Cizre Hastanesinde tedavi görüyor olsaydı ya da Kızılay'da otobüs bekleyen sıradan insanların üzerine yürüyen o canlı bombanın katlettiği kişilerden birinin akrabası olsaydı herhalde PKK'ya gerilla diye bir tabir değil, 'alçak bir terör örgütü' derdi."

Son seçimde halkından yüzde 49.5 oy almış bir Başbakan olarak burada bulunduğunu belirten Davutoğlu, halkına, "Türkiye'nin her köşesinde güvenlik olacağı, her vatandaşın özgür olacağı" sözünü verdiğini aktardı.

Davutoğlu, "Kim yaparsa yapsın, ister DEAŞ ister PKK ister DHKP-C, kim yaparsa yapsın, eğer sokaklara mayın döşerse, eğer damlara keskin nişancılar yerleştirirse, eğer bomba yüklü arabalarla vatandaşlarımın üzerine saldırırsa onu durdurmak benim asli görevimdir ve bu mücadele siz isteseniz de istemeseniz de her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kendini güvenli hissedene kadar sürecektir." ifadelerini kullandı.

Çözüm Süreci 2013 Mayıs ayında ilan edildiğinde, "Silahlar terk edilsin, siyasi mücadele başladı." çağrısının yapıldığı nevruzdan sonra eğer silahlar bırakılsaydı, bugün farklı şeyler konuşulacağını vurgulayan Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Ama, terör örgütü silahları terk etmeyecek, mayın döşemeye devam edecek, canlı bombalarla benim vatandaşımı katledecek, siz dönüp desteğini ve meşruiyetini halktan almış bir Başbakana, 'Bu operasyonlar ne zaman bitecek?' diyeceksiniz. Her vatandaşım güvende ve özgür olana kadar ve kamu düzeni Türkiye'nin her köşesinde ikame edilene kadar bu mücadelemiz sürecek. Ama Türkiye'de her şey konuşulabilir. Siz, TBMM'de istediğiniz şekilde, istediğiniz ifadede bulunabiliyorsunuz, herhangi bir sınırlama geliyor mu size? Sorularınızın bu gerçek cevabı bu satırların arasındadır. Türkçe dinleyip, anlamayı bilseydiniz, sorularınızın cevabının bu satırlarda olduğunu görürdünüz. Türkiye, demokratik bir hukuk devletidir. Bunun için de mücadelemiz de sürer, özgürlükleri de teminat altına alırız.

Anahtar Kelimeler
YORUMLAR
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Ayrıca suç teşkil edecek hakaret içerikli yorumlar hakkında muhatapları tarafından dava açılabilmektedir.
Henüz yorum yapılmamış ilk yorum yapan siz olun...
2
Sağ 300x250 Reklam
YAZARLAR