Üst Header Banner Reklam
ÇÖZÜM, DEMOKRASİYE SARILMAK VE GÜÇLENDİRMEKTİR
Çözüm, herkes nasıl anayasaya paşa paşa uyuyorsa, cumhurbaşkanının da yemin ettiği anayasaya uymasıdır. Çözüm, hiç kimsenin anayasal sınırlarının dışına çıkamayacağı bir demokrasiye sarılmak ve güçlendirmektir.
19.10.2016 21:41:07
Bu haber 547 kez okundu
ÇÖZÜM, DEMOKRASİYE SARILMAK VE GÜÇLENDİRMEKTİR

 ÇÖZÜM, DEMOKRASİYE SARILMAK VE GÜÇLENDİRMEKTİR

CHP Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke’nin Merkez Yönetim Kurulu toplantısı sonrası yaptığı basın açıklaması şöyle:

Değerli basın mensupları, bizleri ekranları başında izleyen sevgili vatandaşlarımız, her şeyden önce hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Her hafta olduğu gibi bu hafta da Cumhuriyet Halk Partisi MYK’sının Türkiye’nin yoğun gündemine dair yaptığı değerlendirmeleri paylaşmak üzere karşınızdayım. Tekrar hepiniz hoşgeldiniz.

Her hafta olduğu gibi yoğun gündemli ve bol sorunlu bir Türkiye tartışması yaşıyoruz. Bu büyük sorunlar her geçen gün daha da çok artmaya ve ağırlaşmaya devam ediyor. Yaşam hepimiz için, her birimiz için, bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için her gün biraz daha zorlaşıyor. Açıkçası, iktidar tarafından zorlaştırılıyor. Ne yazık ki, halkımız ekmek derdindeyken, esnafımız siftah derdindeyken, terör tehdidi altında bunalan vatandaşımız, askerimiz, polisimiz can derdindeyken, birileri bütün bu dertleri bırakmış başkanlık derdinde. 14 yıldır tek dertleri kendileri, aileleri, iktidarları ve sarayları oldu. Bu tek adamlık hevesiyle ülkeyi çıkmaza sokanlar, vatandaşın yaşam şartları giderek ağırlaşırken, şimdi bir kez daha, daha çok iktidar, daha çok güç için vatandaşı zor durumda bırakıyorlar. Dünyanın her yerinde hükümetlerin bir görevi vardır. O görev, vatandaşlarının sorununu çözmektir.

Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nde iktidar bırakın vatandaşın sorununu çözmeyi, doğrudan vatandaşının hayatında sorun yaratıyor. Önce şu soruyu çok açık yüreklilikle sormak gerekiyor. Ne oldu da başkanlık tartışması buzdolabından yeniden çıktı? Türkiye’nin bu kadar sorunu varken, bu kadar kritik meselesi varken, şimdi Türkiye neden yeniden başkanlık tartışmasına kilitlendi. Daha dün değil miydi ki, bu ülke menfur bir darbe girişimiyle karşılaştı. Daha yeni değil miydi ki, topyekûn bu ülke o darbe girişimine karşı demokrasiyle engel oldu. Daha yeni değil miydi ki, FETÖ’nün bir terör örgütü olduğu açıkça ortaya çıktı ve mücadele edilmesi gereken korkunç bir örgüt tespit edilmiş oldu. Bu işler bitti mi? FETÖ’den devlet arındırıldı mı? Vatandaşın o darbe gecesi karşılaştığı demokrasi eksikliği giderildi mi? Bütün bu işler bitti mi de, biz şimdi başkanlık tartışıyoruz? Bu temizliğin siyasi ayağı yapıldı mı? Siyasetteki FETÖ kaynakları temizlendi mi? Daha dün Sayın Genel Başkanımız sordu, bir kez daha sorma ihtiyacı duyuyoruz. FETÖ’nün siyaseten güçlenmesine imkan vermiş olan irade ortaya çıkartıldı mı? Ortaya çıkartıldıysa sorumluluğuna dair bir hesap soruldu mu? Genelkurmay’da bir siyasetçinin kardeşini özel uygulamayla Tümgeneral yaptıran, ona özel daire kurduran ve o gece Genelkurmay karargahını teslim alması için imkan sağlayan irade kimdir? Bırakın öğrencileri, bırakın öğretmenleri, düşün vatandaşın yakasından. Eğer birilerini sorgulayacaksanız, Türkiye’yi bu darbe girişimiyle karşı karşıya bırakmış olan siyasi iradeyi sorgulayın hiç vakit kaybetmeden. Üstüne basa basa bir kez daha tekrar ediyorum. Yalnızca bir kişinin kaprisi, bir kişinin kendi şahsi siyasi hırsı ve bir kişinin talepleri için, yeniden ısıtılarak Türkiye’nin önüne koyan bu başkanlık tartışmasının bedelini vatandaşımız ödüyor. İstikrarsızlıkla ödüyor, yoksullukla ödüyor, işsizlikle ödüyor, hayat pahalılığıyla ödüyor.

Bugün Türkiye için en büyük risk unsuru, AKP’nin ta kendisidir. En büyük istikrarsızlık kaynağı, Erdoğan’ın bitmek tükenmek bilmeyen kaprisleridir. En büyük maliyet, 14 yıldır ülkeyi istikrar diye yönetip, her alanda istikrarsızlığın kaynağı haline gelmiş olan iktidarın ta kendisidir. Erdoğan’da bütün bunların temsil edildiği unsurdur. Saray vesayeti altındaki AKP, bugün sokaktaki vatandaşın sırtında yük oluşturuyor. Sarayın ve AKP’nin ürettiği bir yalan dünyası var. Bir de vatandaşımızın yaşadığı gerçekler var. Tek gerçek, bırakın başkanlığın kendisini; “Tartışılmasının, ihtimalinin, lafının” bile yarattığı istikrarsızlık gerçeğidir.

Dolar tavanı delmiş gidiyor, 3.10’a dayanmış, hala birileri başkanlık diyor. İşsizlik almış başını yürüyor. 6 milyon kişi işsiz, umudunu kaybetmiş. Birileri hala başkanlık diyor. Günlük 2 lira 70 kuruş, 3 lira dahi değil bulamayanların sayısı tam iki katına çıkmış. Yoksulluk Türkiye’de çığ gibi büyüyor. Birileri hala bunun üzerini örtmek için başkanlık diyor. Israrla tek adam diyorlar. Tablo açık, gerçekler ortada. Saray başkanlık dedikçe, vatandaşın cebi boşalıyor. Saray başkanlık dedikçe, vatandaşın sofrasına her gün bomba düşüyor.

Değerli arkadaşlar, vatandaştan sürekli isteyen, hep daha çok güç, daha çok iktidar talep eden, başkanlık diyenler, kendileri Türkiye’de bir siyasi risk oluşturuyorlar. Bu siyasi risk algısı arttıkça, Türkiye’nin kaynak bulması zorlaşıyor. Türkiye’nin kaynak bulması zorlaştıkça, Türk lirası değer kaybediyor, dolar artıyor. Doların artışının en temel sebebi bu, siyasi riski oluşturan AKP’dir. Dolar arttıkça; benzin zamlanıyor, doğalgaz zamlanıyor. Kuruş kuruş yapılan zamlarla benzinin litresi 4 lira 91 kuruşa dayanmış. Kısacası birilerinin kaprisi, birilerinin siyasi hırsının bedelini vatandaş ekonomik faturayla ödüyor.

Kısacası; başkanlık istikrarsızlık demek, lafı dahi vatandaşı fakirleştiriyor demek. Siyasi risk arttıkça, ülkede yatırım yapılamıyor. İnsanlar paralarını ceplerinde tutmak istiyorlar. Yarının ne olacağı belli değil. İşlerini büyütemiyorlar. Yatırım yapılmadıkça, işler büyütülmedikçe, işsizlik artarak devam ediyor. Rekordan rekora koşuyor. Kısacası başkanlık, belirsizlik demek, belirsizlik lafıyla bile işsizlik getiriyor. Tek adam rejimi kurmak muhalefeti susturmayı gerektiriyor.

Nitekim bugün toplumun bütün kesimleri baskı altında. Kısacası başkanlık, OHAL’i sürekli kılmak demek, baskı demek, sansür demek, diktatörlüğün tescili demek. İçerde bir baskı rejimini devam ettirmek için, kendisine muhalif herkesi vatan haini ilan edenler, faşist yönetimlerin sığınacağı tek yer olan savaşa sığınıyorlar. Nitekim bugün, AKP kendi faşist rejimini Mehmetçiğin, bizim canlarımızın kanı pahasına korumak için savaş arıyor. Kısacası, başkanlık savaş demek. Uzun lafın kısası bir kişinin kaprisi olan başkanlığın, o bir kişi ve avenesi hariç hiç kimseye faydası yok, bilakis bütün vatandaşlarımıza ve Türkiye Cumhuriyetine ağır bir faturası var. Bunu daha başkanlığın lafı ortaya çıktığına, önümüze gelen faturayla ve ödediğimiz ekonomik maliyetle açıkça görüyor ve yaşıyoruz. Başkanlığın sürekli tahkim edilmiş bir faşizm ve Türkiye’de demokrasinin sonu anlamına geleceği aşikar. Bu faturayı görmelerine rağmen; biz başkanlıktan yanayız, ülkeyi tek adama teslim etmeye hazırız demeye cesaret edemeyenler var. Neyse görüşünüz, buyurun açıkça söyleyin. Biz de o görüş üzerinden tartışalım.

Peki, ne diyor bu mahcup başkancılar? “Canım ortada bir fiili durum var, böyle kalsa daha mı iyi diyorlar?” “Muhalefetin çözümü ne” diye soruyorlar. Biz de bu mahcup başkancılara söyleyelim de bizim ne düşündüğümüzü öğrensinler. “Çözüm; herkes nasıl anayasaya paşa paşa uyuyorsa, Cumhurbaşkanı’nın da üzerine yemin ettiği Anayasaya uymasıdır.” Çözüm hiç kimsenin anayasal sınırları dışına çıkamayacağı bir demokrasiye bugün sarılmak ve güçlendirmektir. Çözüm 15 Temmuz’da bombalar altında çalışmaya devam eden ve Türkiye’yi bir felaketin eşiğinden döndüren parlamenter demokrasiyi korumak, kollamak ve güçlendirmektir. Çözüm Türkiye’yi darbe hukukundan arındırmak, özgürlükleri arttırmak, barajları indirmek, Türkiye’yi demokratikleştirmektir. Çözüm her şeyden önce, muhalefet partilerinin ve medyanın kendi üzerine düşen görevi hakkıyla yapmasıdır. İktidara göz kırpacağız diye, mahcup başkancılık oynamak yerine demokrasiye, özgürlüklere, Anayasaya sahip çıkarak Cumhurbaşkanı’na ve her şeyden önce herkesin Anayasal sınırlarına dön, herkes gibi sen de Anayasaya uymak zorundasın diyebilecek cesareti göstermesi gerekiyor. Hakikat adına, Türk tipi başkanlık denen ucubenin, bir tek adam faşizmi olduğudur. Hakikat bugün Türkiye’ye istikrarsızlıkla, yoksullukla, terörle, hayat pahalılığıyla bedel ödeten başkanlık tartışmasının tek bir kişinin kaprisi ve siyasi hırsı olduğu gerçeğidir. Meclis millet iradesinin tecelli ettiği yerdir. Meclistekiler halkın seçilmiş temsilcileridir. Dolayısıyla, faşizm arayışına karşı mecliste demokrasiyi savunmak, demokrasi mücadelesi vermek esasında millet iradesini savunmaktır. Biz bunu yapmaya devam edeceğiz. Düşünün ki, bir mahallede sizin çocuklar sokakta top oynuyorlar. İçlerinden şımarık bir çocuk kendi kalesinin önüne büyük taşlar diziyor. “Ben bu oyunun kuralını sevmedim” diyor size ne yaparsınız? Kendi çocuğunuza “Kabul et bu yenilgiyi mi dersiniz, yoksa futbolun kuralları olduğunu onlara hatırlatıp o kalenin önünden taşların kaldırılmasını mı talep edersiniz?” Biz o taşların kaldırılmasını talep ediyoruz. Biz oyunun kurallarının bozulmasını, yeniden yazılmasını değil, kurallı bir biçimde oynanmasını talep ediyoruz. Mahcup başkancıların bu soruya da çok açıkça cevap vermeleri gerekiyor. AKP; meclise içinde başkanlık olan bir Anayasa getirecek. Bunu açıkça ifade ediyor. Mecliste evet veya hayır diyeceğimiz bir teklif olacak bu, yanıtı ikili. Ya Evet” diyeceğiz, ya “Hayır” diyeceğiz. 550 milletvekili orada bu Anayasaya, yani başkanlığa, yani tek adam rejimine, yani parlamenter demokrasinin yok edilmesine, ya “Evet” diyecekler ya “Hayır” diyecekler. Bunun az şekerlisi, çok şekerlisi, az renklisi, çok renklisi yok. Herkes tarih ve millet önünde aynı soruyla karşı karşıya. Ya tek adam rejimlerinin yanında yer alacaksınız, ya da demokrasi saflarının yanında. Hangisini tercih ediyorsunuz? Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak tercihimizi çok açık yüreklilikle ifade ediyoruz. Biz demokrasiden yanayız. Biz tek adam rejimine karşıyız. Biz vatandaşımıza ekonomik ve sosyal maliyet ödeten her tür değişikliğe karşı durmaya devam edeceğiz.

Değerli arkadaşlar, AKP’nin ne yaptığını bilmez, pusulasını kaybetmiş politikalarından önemli bir tanesi de, malum dış politika. Şimdi Musul bağlamında bir kez daha aynı belirsiz, ne yaptığını kendisi dahi bilmeyen bir tavırla karşı karşıyayız. Hükümet ve saraydan kendileriyle çelişen açıklamalar aynı gün içerisinde arka arkaya geliyor. Biri diyor ki; “Musul’da operasyona katıldık.” Sonra biri çıkıp “Katılmadık” diyor. Aynı kişi dönüp “Katıldık, havadan katıldık” diyor. Yani bu işin bir ciddiyeti vardır. Ne olduğuna dair açıklama yapmakla yükümlü olan bir devlet var, bir hükümet var. Biz bu işi ciddiye alıyoruz. Aynı ciddiyeti iktidarın kendisinden de bekliyoruz. Dış politika ciddiyetsizliğe gelmez. Ülkeye ağır maliyetler ödetir. Bu kadar hayati bir mesele konusunda iktidar hala meclisi bilgilendirmiş değil. Musul konusunda derhal iktidarın Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni bilgilendirmesi gerekliliğini buradan bir kez daha hatırlatıyoruz. Kaybedecek vakit yok. Musul’da ortaya çıkacak çatışma sonrası, Türkiye’ye bir mülteci akını olması beklentisi açıkça ifade ediliyor. Bu olası mülteci akını ve bunun yaratabileceği yeni sınır güvenliği tehdidi konusunda akılcı bir tartışma ve açıklama beklentimiz var. Ne yapmayı düşünüyorsunuz? Türkiye zaten milyonlarca mülteciye kapısını açmış, sofrasını paylaşıyor. Yeni mülteciler gelmesi durumunda, ne yapmayı düşünüyorsunuz? Eskiden sınır güvenliliğini sağlamadığınız dönemin maliyetini, bugün sokaklarımızda can güvenliğimiz olup olmadığına dair endişemizle ödüyoruz. Şimdi bu yeni akın karşısında, sınır güvenliliğini sağlayacak mısınız? Türkiye’yi yeni terör dalgalarından koruyacak mısınız? Hükümeti bu konuda bir kez daha uyarıyoruz. Türkiye stratejik planlama yapmayan, öngörüsüz, mezhepçi, maceracı dış politika nedeniyle çok bedel ödedi. Bir kez daha Türkiye’ye bedel ödetmemek konusundaki sorumluluğunuzun gereğini yerine getirin. Değerli arkadaşlar, tek adam faşizminin bir derdi var; o da Cumhuriyet. Dolayısıyla, Cumhuriyet ve Cumhuriyet’in kurucu değerlerinin kutlanmasına katlanamıyor. Bunu önceki yıllarda da gördük zaten. Şimdi bir kez daha geçtiğimiz hafta Ankara valiliği hiçbir mantıklı açıklama yapmadan bir kararla, 29 Ekim ve 10 Kasım’ı da içerecek biçimde yürüyüş ve gösterileri yasakladı.

Şimdiden şunu söylemekte yarar görüyoruz; Cumhuriyet Halk Partisi’nin, Cumhuriyet Halk Partililerinin ve vatandaşlarımızın Cumhuriyeti kutlamasına, 10 Kasım’da Ata’mızı, kurucu Önder’imizi anmamıza değil valilik, hiçbir güç engel olamaz. Ne olursa olsun, biz tüm vatandaşlarımızla omuz omuza 29 Ekimi kutlayacağız. 10 Kasım’da Atamızı anacağız. Cumhuriyet izinle kurulmadı. Kutlanması da izinlere tabii değildir. Hükümetin, valiliğin, emniyetin bir görevi var. Okullar olmasa bu maarifi ne güzel yönetirdim misali, bayramları, Cumhuriyet kutlamalarını, 10 Kasım anmalarını yasaklamak değil, bayramını kutlamak isteyen, anmasını yapmak isteyen vatandaşını her yerde, her koşulda güvenliğini sağlayarak bunları yapmasına imkan vermektir. Bir kez daha iktidara kendi sorumluluğunu ve görev alanını hatırlatmayı da kendimize bir görev biliyoruz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. 

Anahtar Kelimeler
YORUMLAR
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Ayrıca suç teşkil edecek hakaret içerikli yorumlar hakkında muhatapları tarafından dava açılabilmektedir.
Henüz yorum yapılmamış ilk yorum yapan siz olun...
2
Sağ 300x250 Reklam
YAZARLAR