Dökülen Şehit Kanlarının Vebali Kimlerin Omuzlarındadır?
AKP’ye oy veren kardeşlerim, lütfen şu sorunun cevabı üzerinde tefekkür ediniz; bugüne kadar cami yakıldığını, kutsallarımıza el uzatıldığını hiç duydunuz mu?
15.12.2015 22:33:26
Bu haber
624 kez okundu
DEVLET BAHÇELİ MHP GRUBUNDA KONUŞTU
Muhterem Milletvekilleri,
Değerli Misafirler,
Sayın Basın Mensupları,
Haftalık olağan Meclis Grup toplantımıza başlarken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi Allah’tan niyaz ediyorum.
Takdir edeceğiniz üzere, güçlü milletlerin en önemli vasfı maddi ve manevi kalkınmayı eşanlı başarmış olmalarıdır.
Ekonomisi tökezleyen, siyaseti patinaj yapan, krizden krize koşan, buna karşılık bilimsel ve teknik buluşlar alanında da yıldızı parlayan bir ülkeye kolay kolay tesadüf etmek mümkün değildir.
Toplumsal birliğini sağlamada zorluk çeken, diğer yanda bölgesel ve küresel gelişmelere yön verme iddiasında bulunan bir ülkenin inandırıcılığı doğal olarak görülemeyecektir.
Gelişme, büyüme, ilerleme, sıçrama her alanda, her kesimde etki ve neticesini gösterdiği zaman anlamlı ve kalıcıdır.
Dengeli, derinlikli, dinamik, milli ve stratejik hedefleri gözeten politikalar tutarlı, ahlaklı ve istikrarlı olduğu müddetçe sorunlar temelden kavranacak, kökten çözülecektir.
Dürüstçe itiraf etmeliyiz ki, Türkiye gerçekçi başarı ve kazanımlara susamıştır.
Ve bu başarılar nadiren de olsa vardır, tabii olarak hepimizin göğsünü kabartmaktadır.
Türk milleti adından dünya çapında söz ettiren evlatlarını bağrından çıkardıkça, gıpta edilecek neferlerini yetiştirdikçe hem bahtiyarlığı hem de gururu haklı olarak yaşamaktadır.
İnsanlık tarihi Müslüman Türk milletinin hayranlık uyandıran nice keşfine, nice muhteşem başarı hikâyesine şahitlik etmiştir.
Milli hafızamızda sosyal ve beşeri ilimler kategorisinde bireysel gayretleriyle öne çıkmış birçok değerimizin yer ettiği malumlarınızdır.
Uzunca bir süredir durgunluk ve bocalama döneminden geçsek de mayamız sağlam, kültürümüz göz kamaştırıcı, geçmişimiz şan ve zaferlerle doludur.
İnsanlığın yararına geceli gündüzlü ter akıtan, azimle mücadele eden ve bunun da mükafatını alan bilim, fikir ve düşünce insanlarımız halen mevcuttur ve bizlerin onur kaynağıdır.
İşte bunlardan birisi de uzmanlık alanında yeni bir çığır açan Prof.Dr. Aziz Sancar Bey’dir.
Sayın Sancar, DNA onarım mekanizmasının nasıl işlediğiyle ilgili parlak çalışması sonucunda 2015 Nobel Kimya Ödülünü hakkıyla, zekasıyla, emeğiyle almıştır.
Sayın Sancar bizlere çölde tertemiz bir vaha ikram etmiştir.
Karanlık gecemizi ilmi ve ismiyle aydınlatmıştır.
Umutsuzluğumuzun koyu sisini bilgisiyle dağıtmıştır.
Sonuçsuz tartışmalarla kıvranan Türkiye’ye özgüven aşılamıştır.
Sayın Sancar inanmış bir yürek, yetişmiş bir milletperver, kökünü ve geçmişini unutmamış bir vatan kahramanıdır.
O kahraman ki, dünyaya mal olmuş, insanlığa örnek teşkil etmiştir.
Hepsinden önemlisi, Türklüğüyle iftihar eden, değerleriyle bütünleşen bir şahsiyetin neleri yapabileceğini, nelerin üstesinden gelebileceğini herkese ispatlamıştır.
Huzurlarınızda değerli bilim insanımızı milletimiz ve partimiz adına tebrik ediyor, üstün başarılarının devamını diliyor, milletimizin sinesinden daha pek çok Aziz Sancarların çıkmasını içtenlikle temenni ediyorum.
Muhterem Milletvekilleri,
1 Kasım’da yapılan 26.Dönem Milletvekilliği Genel Seçimi’nin üzerinden 45 güne yakın bir süre geçmiştir.
Başbakan, AKP’li yöneticiler ve havuz medyası ağız birliği etmiş gibi;
1 Kasım’dan sonra huzurun geleceğini, siyasi belirsizliğin biteceğini söylüyorlardı.
İstikrar ve güvenin yerleşeceğini iddia ediyorlardı.
Dilinin ayarı kaçmış bazı AKP’liler ise şehitlerin gelmeyeceğini ileri sürüyorlardı.
Maalesef hazin ve vahim sonuç ortadadır.
1 Kasım’dan buyana 14 polisimiz, 15 Mehmetimiz şehit edilmiştir.
20 Temmuz’dan bu tarafa kabaran bilanço ise korkunç boyutlara ulaşmıştır.
Şu vereceğim rakamlara çok dikkat etmenizi istiyorum:
Suruç’taki canlı bomba saldırısıyla başlayan terör eylemlerinde toplam 94 polisimiz, 119 Mehmetimiz, 5 korucumuz şehit düşmüştür.
Yani 218 aile yanmış, yıkılmıştır.
9 Aralık günü, Diyarbakır Kurşunlu Camii bahçesinde, PKK’nın tuzakladığı patlayıcıyı imha ederken başından vurularak şehit edilen Ankaralı polis memuru Haydar Çetin’in 6 yaşındaki oğlu Eymen’in sözleri hepimizi deriden sarsmıştır.
Eymen yaşlı gözlerle babasının bayrağa sarılı tabutuna uzun uzun bakmış, gören ve vicdanı olan her insanının ciğerini dağlamıştır.
Şimdi şu sözlere bakınız; “Keşke son bir kez daha görseydim. Anne, babam cennete mi gidecek? Anne sen gitme ne olur.”
6 yaşındaki bir çocuğa böylesi bir tramva yaşatmaya kimin ne hakkı vardır?
Eymenler yetim kalırken, Erdoğan ne hissetmekte, Davutoğlu ne düşünmektedir?
Çorumlu polis memurumuz Mesut Demirkan’ı 8 Aralık günü Mardin Nusaybin’de şehit ettiler.
Muhterem annesi “O benim tek yavrumdu” diye feryat edip iki gözü iki çeşme ağıt yakarken, 1 Kasım’dan sonra şehit gelmeyecek diyen soytarılar nereye sinmiş, biz gelmezsek beyaz Toroslar gelir diyen şuursuzlar nereye kaçmıştır?
5 Aralık’ta Şırnak Cizre’de şehit edilen Osmaniyeli Astsubay Mehmet Burak Demirci’nin muhterem eşi Hümeyra Demirci’nin, eşinin tabutuna sarılıp “Kuzum seni çok seviyorum, bizi bırakıp nereye gidiyorsun” yakarışı kurşun gibidir.
1 Kasımla beraber milletin reformdan ve güvenlikten yana güçlü bir tavır koyduğunu söyleyenler dilinizi yutmadıysanız açık açık konuşunuz:
Dökülen şehit kanlarının vebali kimlerin omuzlarındadır?
Küçücük yaşta babasız kalan yavruların sorumluluğunu kimler, nasıl üstlenecektir?
Sayın Erdoğan, evladının İstanbul’da 5 adet restoran açmasıyla ilgili itiraflarını, “Gıda sektöründe küçük çaplı işler” diyerek savunmayı biliyorsun da, bu milletin tertemiz çocuklarının yarınsız kalmasını ne hakla mesele etmiyorsun?
Bir yanda haram limanlarında demirleyen gemicik filosu sahipliğinden karlı restoran zincirine uzanan talihli mahdumlar, diğer yanda yetim ve zorda kalan körpecik çocuklar.
İşte Türkiye’nin çelişkisi bu kadar gün yüzünde, Türk milletinin dramı bu kadar meydandadır.
Var olan, günden güne yoğunlaşan, gittikçe çetrefilleşen ve anormal boyutlara ulaşan haksızlığın, eşitsizliğin, adaletsizliğin üzerine üzerine gitmeden ülke olarak belimizi doğrultmamız hayaldir.
Türkiye’de kazanan, servetine servet ekleyen bir avuç sonradan görmedir.
Türkiye’de hali ve vakti imrenilecek seviyede iyi olan küçük bir saray azınlığı, iktidardan nemalanan ufak bir zümre dışında hiç kimsenin memnuniyetinden bahsetmek söz konusu değildir.
Devletin hazinesine hortum bağlayanlar için şehit gelmiş, teröristler saldırmış, Türkiye yönetilemez duruma düşmüş, önemli değildir.
Onlar saltanatlarını sürdürmekle meşgullerdir.
Görüyorsunuz, Doğu ve Güneydoğu’da Türk devleti adeta geri çekilmektedir.
Şu anda ülkemizde tam bir kaos hakimdir.
Davutoğlu’nun kamu düzenini sağlama söz ve kararlılığı defalarca boşa çıkmıştır.
Son altı ayda, Diyarbakır, Mardin, Şırnak, Hakkâri ve Muş’un ilçeleri başta olmak üzere sokağa çıkma yasağı uygulanan gün sayısı 170’i bulmuştur.
Yapılan açıklamalara itibar edersek, 16 Ağustos ile 11 Aralık tarihleri arasında 7 farklı kentin 17 ilçesinde 52 kez sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir.
Diyarbakır’ın Sur ve Silvan, Mardin’in Nusaybin, Şırnak’ın Cizre gibi çatışmaların yoğun olarak yaşandığı yerleşim yerlerinden 200 binin üzerinde insan göç etmiştir.
Bu adı konulmamış ve örtülü etnik bir tasfiyedir.
Kobani’de devreye koyulan kirli plan, aynısıyla ülkemizin değişik il ve ilçelerinde sistematik olarak gündemdedir.
Türkiye Cumhuriyeti sanki egemenlik haklarından vazgeçmektedir.
Şırnak’ın Cizre ve Silopi ilçeleriyle, Mardin Nusaybin’de dünden itibaren sokağa çıkma yasağı getirilmiştir.
Bunun yanında, Cizre ve Silopi’de görev yapan 3 bini aşkın öğretmene milli eğitim müdürlükleri tarafından gönderilen cep telefonu mesajıyla bulundukları yerleri terk etmeleri istenmiştir.
Bu devlet nerededir?
Bu hükümet ne iş yapmaktadır?
Öğretmenini koruyamayan, okulunu açık tutamayan, asayişi temin edemeyen bir iktidara Türk milleti daha ne zamana kadara tahammül ve sabır gösterecektir?
AKP’ye oy veren kardeşlerim, lütfen şu sorunun cevabı üzerinde tefekkür ediniz; bugüne kadar cami yakıldığını, kutsallarımıza el uzatıldığını hiç duydunuz mu?
Devletin aczini ve köhnemişliğini hiç bu kadar gördünüz mü?
Bugüne kadar hiç bu kadar korkak ve tabansız bir iktidara şahit oldunuz mu?
Savaş sırasında bile dokunulmayacak yerler olan okullar, camiler PKK’lı caniler tarafından yakılmakta; maskeli eşkıyalar yollara, sokak aralarına hendekler kazmaktadır.
Bu aziz topraklarda düşmanlığı cami yakmaya kadar vardıran şerefsizlere, iblis elçilerine çoktandır ilk kez rastlanmaktadır.
Ve bunlar AKP’nin çözüm ve barış ortaklarıdır.
Yalnızca yollar değil, birlik ve dirliğimiz de kazılmaktadır.
Yalnızca şehirlerimiz değil, huzur ve iç barışımız da harabeye çevrilmektedir.
Doğu ve Güneydoğu’da açılan çukurlar ihanetin, nifakın, kanın ve ölümün çukurlarıdır.
Bu çukurlarda isyan ve başkaldırının zehirli emelleri barınmaktadır.
Bu çukurların içine hainlerin niyet ve talepleri gömülmezse sonumuz hüsran, sonramız felakettir.
Sayın Erdoğan, sana soruyorum, kaçak sarayda muhtarlarla toplanıp ona buna sataşmayı biliyorsun da, elimizden kayıp giden vatan coğrafyasını nasıl görmüyorsun?
Durduk yere iki referandumdan bahsedip başkanlık çetelesi tutarak, yeni anayasa ezberini havada karada dillendiriyorsun da, Türkiye’nin milli çıkar ve güvenliği için niçin gerekli müdahaleleri yapmıyorsun?
Sayın Davutoğlu, peki sana ne demeli, seni nasıl izah etmeli?
MHP’nin olağan üstü kurultayına kafa yorduğun kadar Türkiye’nin hak ve hukukunu konuşmuyor, müdafaa etmiyor, üstelik siniyor ve pısıyorsun.
Taşıdığın Başbakanlık unvanına yakışmıyor, sarayın parmak sallamasına, azar ve ayarına terbiyeli çocuk gibi uyuyor, çıtını bile çıkaramıyorsun.
Sayın Davutoğlu, unutmuşsan hatırlatayım; sen bu ülkenin Başbakanısın ve yetki sendedir.
Hala Erdoğan’ın gözünün içine bakmaktan, dışişleri bakanı gibi davranmaktan gocunmuyor musun?
Saray almış ipleri, Davutoğlu konu mankeni, durum aynısıyla budur.
PKK silahlanıyor, her yere bomba döşüyor, cephane yığıyor, militan devşiriyor; gelin görün ki Erdoğan ve Davutoğlu ihaneti milli birlik ve kardeşlik projesi uydurmasıyla kapatmaya çalışıyor.
PKK küresel ve bölgesel aktörlerce desteklenip kışkırtılıyor, Erdoğan ve Davutoğlu büyük ülke olmakla, muasır medeniyetler üzerine çıkmakla, devin uyanma masallarıyla avunuyor.
Çevir kazı yanmasın, dostlar alışverişte görsün türünden açıklama ve değerlendirmeler aziz milletimizi aldatmak, gerçekleri açıkça saptırmaktır.
AKP, PKK terör örgütüne boyun eğmiş, buyur etmiştir.
AKP, PKK terör örgütünün güç kazanmasına göz yummuştur.
AKP, devleti geriletmiş, PKK’yı ilerletmiştir.
Hıyanet alenileşmiş ve iktidarda vücut bulmuştur.
Teslimiyet yayılmış ve iktidarı ele geçirmiştir.
Aksi halde yaşananların başka türlü izahı nasıl yapılacaktır?
Türk vatanı adım adım kundaklanırken, AKP iktidarının sorumsuzluğu, somutlaşan dağınıklık, netleşen işbirlikçilik başkaca nasıl yorumlanacaktır?
Değerli Milletvekilleri,
PKK’nın yedeği, Kandil’in siyasi tetikçisi HDP’nin grup toplantısını Diyarbakır’da yapma kararı başlıbaşına bir komplo, sözde özyönetim adı altında başlatılan çözülme sürecinin bir ara durağıdır.
HDP, bu cüreti hiç şüpheniz olmasın ki AKP’den almıştır.
Türkiye’nin bölünmesi için kurulan hain ittifakın bir ucunda HDP, diğerinde AKP vardır.
Bu iki çıbanbaşı Türkiye’nin aleyhindeki musibet odaklarıdır.
HDP-PKK Türk vatanın muhtelif il ve ilçelerinde özyönetim, yani sözde özerklik ilan edip Kürdistan’ın çatısını örerken AKP dut yemiş bülbül gibi bunları izlemiş, hatta alttan alta teşvik etmiştir.
Bugüne kadar;
Şırnak il merkezi, Cizre ve Silopi,
Mardin Nusyabin, Hakkari il merkezi, Yüksekova, Şemdinli,
Batman il merkezi, Muş Varto ve Bulanık,
Van Edremit ve İpekyolu, Diyarbakır Sur, Silvan ve Lice,
Ağrı Doğubayazıt ve Bitlis Hizan’da özyönetim adı altında Türkiye’ye fiili başkaldırma teşebbüsleri görülmüştür.
Demokratik Bölgeler Partisi isimli fitnenin bir eşbaşkanı, “Özerklik ve özyönetim aynı şeydir, bölge halkı kendini yönetecek” sözleriyle malumun ilanını yapmıştır.
HDP’nin bir eşbaşkanı da, halkın özyönetim kararının meşru olduğunu, iktidarla müzakere yürütürlerse yönetim modeli olarak özerkliği önereceklerini utanmadan sıkılmadan ifade etmiştir.
Bu kokuşmuş beyanatlar, bir bakıma AKP’yle sahne arkasında uzlaşılan ve ardından kamuoyunun alıştırılması gayesiyle servis edilen PKK tezleridir.
İşin püf ve nirengi noktası da Davutoğlu’nun buna dünden razı olmasıdır.
Erdoğan ise başkanlık olduktan sonra her rezaleti benimsemeye ve hazmetmeye çoktan hazırdır.
Nitekim Türkiye onca buhran yaşarken, dış politikada kaybedilmemiş mevzi kalmamışken, Rus uçağının düşürülmesinden hemen sonra başkanlık sistemiyle ilgili anketler yayınlayıp destek artıyor propagandası yapmak tamı tamamına ahlaksızlıktır.
Erdoğan’ın başkanlık takıntı ve rüyası milletimizin acılı ve sorunlu halini alaya almak, bencilliği ve koltuk sevdasını her şeyin önüne geçirmekten başka bir manaya gelmemektedir.
Dört parçalı Kürdistan sapması Erdoğan’a göre makuldür.
Kaldı ki bunu doğrulayacak çok sayıda söz ve kanaati vardır.
Bizim sürekli olarak vurguladığımız 20 ili kapsamına alan hakimiyeti HDP-PKK ve gizli ortağı AKP tarafından hayata geçirilmek istenmektedir.
Şırnak, Hakkâri, Ağrı, Van, Muş, Bingöl, Tunceli, Şanlıurfa, Batman, Bitlis, Mardin, Kilis, Malatya, Elazığ, Gaziantep, Adıyaman, Iğdır ve Kars illerinin toplam nüfusu 8 milyon 644 bin 92’dir.
Bu illerin kapsadığı coğrafi alan Türkiye yüzölçümünün yüzde 14,50’si civarındadır.
Planlanan dört parçalı Kürdistan’ın Türkiye ayağında bu 20 il bulunmaktadır.
Ve Türkiye süratle uçuruma yuvarlanmakta, oldubittiye getirilerek parçalanması, yeniden masaya çıkarılan Şark Meselesi çerçevesinde insan ve toprak temelinde bölünmesi dayatılmaktadır.
Tehlike çok büyüktür.
Küresel güçlerin esas ve gizli gündemi Suriye’nin bölünüp bölünmemesinden, Irak’ın ne olup olmamasından ziyade Türkiye’nin hangi doz, süre ve hızda parçalanacağıdır.
Bize göre düğmeye basılmış, kanlı görev taksimi yapılmıştır.
TBMM’de Kürdistan ve Kürt illeri lafları olağanlaşmış, sık sık duyulur hale gelmiştir.
Tam bir karanlığa mahkum olan Diyarbakır’da bir kadının, Türk polisine, “Burası Kürdistan, ne istiyorsunuz?” sataşmasına, şerefli polisimizin; “Ne Kürdistan’ı, burası Türkiye”, şeklinde cevabı özlem duyduğumuz bir iradenin belirtisidir.
Evet, bu ülkenin ismi Türkiye Cumhuriyeti, üzerinde yaşayan beşeri zenginlik Türk milletidir.
Ve Anadolu coğrafyası ebedi Türk vatanıdır.
Kurgu sinsi ve kurnazdır.
HDP halkı tahrik edecek, PKK saldırarak milleti yıldıracak, AKP ne yapalım durum kötü, federasyon ve başkanlık sisteminden kaçış yok mazeretine sığınarak son darbeyi indirecektir.
Bu durum, 1.Dünya Savaşı sırasında yapılan gizli anlaşmaların tezahürü, Paris ve San Remo Konferanslarının güncellenerek Sevr şeytanının uyandırılması demektir.
Milliyetçi Hareket Partisi de Türkiye’nin bölünmesine hiçbir şart altında tepkisiz ve sessiz kalmayacak, alayının karşında tek başına kalsa da milleti için lazım gelen fedakârlıklardan asla kaçınmayacaktır.
Eninde sonunda ihanetin beli kırılacak, Türk milletinin muhatap kaldığı şer oyunu sevdalıları eliyle mutlaka bozulacaktır.
Değerli Milletvekilleri,
Farkındaysanız, hiçbir komşu ülkeyle aramız yoktur.
Bölgemizde ters düşmediğimiz, köprüleri atmadığımız, kutuplaşmadığımız hiçbir devlet kalmamıştır.
Etrafımız ateş çemberindeyken AKP hükümeti yanlışlarına sürekli yenilerini ilave etmekte, devamlı mayına basmaktadır.
24 Kasım’dan bu tarafa Rusya’yla süren kriz ve karşılıklı yıldırıcı hamleler kritik bir aşamadadır.
Putin yönetimi tehditlerin hacmini gün geçtikçe genişletmektedir.
Akdeniz ve Karadeniz savaş gemilerinden geçilmemektedir.
Türkiye Rusya gerilimi her alanda tesirini göstermektedir.
Putin yönetiminin uzlaşmaz ve küstah politikaları bölgesel işbirliği dinamiklerini sakatlamıştır.
Ülkemizin Rusya’dan kaynaklanan ekonomik kaybı ise ciddi seviyelere ulaşma riski taşımakta olup, yapılan hesaplamalar bunun 9 milyar dolara çıkacağı yönündedir.
Biz bu konuda gerekli inceleme ve araştırmayı yapmak üzere Genel Başkan Yardımcımız ve İzmir Milletvekili Sayın Ahmet Kenan Tanrıkulu’nu, Genel Başkan Yardımcımız ve Denizli Milletvekili Sayın Emin Haluk Ayhan’ın görevlendirmiş bulunmaktayız.
Rusya Türkiye’ye karşı güç ve ittifak arayışındadır.
PYD’ye silah vermesi, PKK’yı desteklemesi, Irak, Suriye ve İranla ortak hareket etmesi düşmanca tutumdur.
Rusya uçak düşürülmesini fırsata dönüştürmenin, aşırılıkları tırmandırmanın hevesindedir.
Doğal olarak tansiyon oldukça yüksektir.
ABD ve diğer batı ülkeleri de düşen uçaktan sonra Ortadoğu’ya ve sınırlarımıza vakit kaybetmeden üşüşmüşlerdir.
Gemisini, füzesini, uçağını, bombasını alan bölgemize koşmuştur.
Soğuk Savaş yıllarında hüküm süren ideolojik, politik, ekonomik ve stratejik mücadelelerin aynısı tekrar yeşermiştir.
Bununla beraber 19.yüzyılın sonuna kadar hakim olan Avrupa güç dengesi sistemi yeniden vasat bulmuş, bu yüzden ülkeler arası ilişkiler sertleşmiştir.
Öyle bir noktaya gelinmiştir ki, Putin nükleer savaşı bile telaffuz etmiştir.
Dış politikayı tekeline alan, hükümete ambargo koyan, Davutoğlu’nun manevra ve etki alanını daraltan Erdoğan’ın Rusya konusunda kafa karıştıran ve gelgit yaşayan söylemleri bir başka düşündürücü husustur.
Erdoğan’ın “Gerilimden yana değiliz” geri adımının henüz bir karşılığı olmamıştır.
“Putin beni iyi tanıyor, duygusal davranıyor, kusur uyarılara kulak asmayan pilotlardadır, stratejik ilişkileri toparlamayız” açıklamaları da eften püften sızlanmalardır.
Erdoğan hala gerilime fırsat vermeyelim havasındadır.
Oysaki farklı sebepleri olan uluslararası gerginlikten ve aşırı bloklaşmadan dolayı hiçbir ülkenin geri adım atmayarak dünya savaşına çanak tuttuğu 1914 şartlarını aratmayacak bir atmosfer gittikçe yayılmaktadır.
Bu sancılı seyrin nerede durup, nerede soluklanacağı ise belirsizdir.
IŞİD’in Ortadoğu’dan sökülüp atılması için icra edilen askeri faaliyetlerin henüz bir sonuç vermediği de ortadadır.
Rusya destekli Esad yönetimi de Lazkiye kırsalındaki Kızıldağ’ın güneyinde yer alan ve stratejik değeri olan Kırıkaltı Tepesi ve başta Gökdağ olmak üzere birçok Türkmen köyünü acımasızca bombalamıştır.
Zalimler Türkmenlere vicdansızca saldırmaktadır.
Unutulmasın ki, Türk milleti Türkmen kardeşlerinin yanındadır, onları hiç kimseye muhtaç etmeme konusunda da samimidir.
Bütün dikkatler, Türkmen Dağı’na ve Cerablus-Azez arasındaki bölgeye çevrilmişken bir anda Musul eksenli tartışmalar tekrar gündeme oturmuştur.
Irak Merkezi Yönetimi Musul’un Beşika Bölgesine Türkiye’nin asker sevkiyatını kontrolsüz tepkiyle karşılamıştır.
Başbakan Davutoğlu, Musul’daki eğitim ve istihbarat birliklerimizin takviyesini anlatırken “Kimsenin toprağında gözümüz yok” dese de, Irak’taki farklı çevreler Türk askerini işgalci diye itham etmişlerdir.
Irak'ın Basra bölgesinde bir caddeye asılan pankartla Türk şirketleri tehdit edilmiş, Nuri El Maliki tarafından provoke edilen kalabalıklar Türk Bayrağını Bağdat’ta hayasızca, çirkince yakmışlardır.
Bu alçaklığı kınıyor, komşuluk hukukuyla asla bağdaşmadığını bu vesileyle hatırlatmak istiyorum.
Türk bayrağına edepsizce saldıranlar, ABD Irak’ı işgal ettiğinde acaba neredeydiler?
Irak’lı kadınlara tecavüz edilirken, yüzbinlerce masum katledilirken, bugün Türkiye’ye meydan okuyan, olmadık hakareti savuran çakma yiğitler, fason kahramanlar hangi delikteydi?
IŞİD, 10 Haziran 2014’te Irak ordusunu bozguna uğratıp Musul’u ele geçirirken, Konsolosluğumuz basılırken, Musul Merkez Bankası’ndaki 420 milyon dolara el koyarken bugünkü sözde cengaverler ne yapıyorlardı, nereye kaçmışlardı?
Şurası bir gerçektir ki, Irak’ın toprak bütünlüğü, egemenlik hakları, ülkesel çıkarları bizim için hayati önemdedir ve saygıya layıktır.
Ancak aynı saygının Türkiye’ye de gösterilme mecburiyeti vardır.
Doğrudur, AKP’nin Irak politikası baştan ayağa yanlıştır.
Fakat Türk askerini davet eden, Musul’un Beşika bölgesinde yer gösteren yine bu ülkedir.
Dünden bugüne ne değişmiştir?
Bu maksatla Türkiye’nin, Türkmeneli’ndeki soydaşlarına ve Irak’taki diğer unsurlara eğitim ve yardım amacıyla gitmesi son derece normaldir.
Bunun da büyütülecek bir yanı yoktur.
Irak Başbakanı İbadi, Türk askerinin çekilmesi için BM Güvenlik Konseyi’ne resmi başvuruda bulunmuştur.
MİT ve Dışişleri Bakanlığı Müsteşarları apar topar Bağdat’a gitseler de soğuyan ilişkiler düzelmemiştir.
Beşika Kampı’nın bir harekat üssü olmayıp, Irak hükümetinin bilgi ve onayı içinde kurulan bir eğitim kampı olduğu vurgulanmaktadır.
Takviye birliklerin özel kuvvetlerden değil, kampın güvenliğini artırmak üzere komando birliklerinden seçilmiş olduğu da dile getirilmiştir.
Bağdat yönetiminin birlik takviyesi operasyonunu ilk kez duyuyormuş gibi tepki vermesi anlaşılır değildir.
Davutoğlu geçen hafta, Irak Başbakanı Haydar el İbadi’ye bir mektup göndererek Irak hükümetinin hassasiyeti giderilinceye kadar Beşika’ya kuvvet intikali gerçekleştirilemeyeceğini söylese de, gelişmeler bunun hilafına seyretmiştir.
Şimdi de Başika’daki askeri unsurlarımızın kuzeye kaydırılması gündemdedir.
Erdoğan’ın “Musul’dan askerimizi çekmemiz söz konusu olamaz” duruşunun ne kadar gerçekçi olduğu da yakında daha iyi anlaşılacaktır.
Türkiye’nin Irak’ta 1.Körfez Savaşı’ndan bu yana bir askeri gözlem gücü bulunmaktadır.
Bu gücümüz, Uludere ve Çukurca arasında sınır oluşturan dağların Irak tarafındaki eteklerinde kalan bölgede konuşlanmıştır.
Bizim beklentimiz ve talebimiz peşmergenin eğitilmesi değil, Türkmenlerin hak ve hukukuna ne pahasına olursa olsun arka çıkılmasıdır.
Zira Türkmenler hem IŞİD’in, hem peşmergenin tehdidi altındadır.
Erdoğan’ın Türkmenistan seyahatine çıkmadan evvel, “Terör örgütleri Türkiye için her an bir tehdit unsurudur. Irak Merkezi Yönetimi oradan ülkemize yapılacak herhangi bir terör saldırısına gerekli tedbiri alamıyorsa biz alırız” dediğine göre, Kandil Dağı’nın dümdüz edilmesi de bir an evvel temin edilmelidir.
Kandil Dağı Irak’ın sınırları içerisindedir.
Terörizmin asıl kaynaklarından birisi de burasıdır.
Erdoğan tedbir alacaksa ve Davutoğlu’nun yüreği yetiyorsa, hodri meydan, Kandil’den işe başlasınlar da görelim, Bağdat’ta yakılan Türk Bayrağı’nı Kandil’de dalgalandırsınlar da kendilerini hararetle alkışlayalım.
Irakla kopma noktasına gelen ilişkilerin gölgesinde Barzani’nin Ankara’da en üst düzeyde ağırlanması, Erdoğan ve Davutoğlu tarafından kucaklanması bize göre kara mizahtır.
Peşmerge başı devletin mahrem sayılan kuruluşlarına evine girer gibi, elini kolunu sallayarak girmiştir.
MİT Müsteşarlığı ve Gölbaşı’ndaki Özel Kuvvetler Komutanlığı bir numaralı PKK himayecisi Barzani’yi konuk etmiştir.
Hükümet de buna izin vermiş, kanal açmıştır.
Barzani öyle taltif edilmiştir ki, sarayda karşılanmış, Kürdistan bayrağı altında Başbakanla buluşmuştur.
Erdoğan, 2007’de Barzani muhatabımız olamaz, teröre örgütüne yataklık yapıyor derken sanıyorum bugünleri hiç hesaba katmamıştır.
Şimdilerde en has dostu ve müttefiki olan da yine Barzani olmuştur.
Bu ne kepazeliktir?
Erdoğan Türkmenistan’dan dönerken, Barzani’nin PKK konusunda bazı rahatsızlıkları olduğunu söylemiştir.
Erdoğan, peşmergenin rahatsızlığına çare olmuş mudur?
Ona petrol ve bazı özel ticari ilişkiler karşılığında açık çek vermiş midir?
Kaçak saraydan ise, Erdoğan’ın Barzani’yle IŞİD ve PKK başta olmak üzere, tüm terör örgütleriyle mücadele konularını ele aldıkları bilgisi sızdırılmıştır.
Demek ki, binlerce Türkmen’in katiliyle terörle mücadele konuşulmuştur.
Diyorum ki, Barzani’den gelecek hayır Allah’tan gelsin.
Barzani kimdir de, terörle mücadelede işbirliği yapılacaktır?
Ha Öcalan, ha Barzani, sorarım sizlere, aralarında ne fark vardır?
Şehitlerimizin kanlılarından birisi de bu peşmerge kalıntısı değil midir?
Erdoğan ve Davutoğlu kimden medet beklemektedir?
Türkiye çöken dış politikasının acı faturasına katlanmaktadır.
Ülkemiz böyle gidemeyecek, normalleşme ve güvenlik sağlanmadan, komşu ülkelerle ilişkiler rayına oturmadan terörizmle mücadelede mesafe alınamayacaktır.
Sayın Davutoğlu, görüyorum ki bazı şeylerin farkındasın.
Dün katıldığın bir televizyon programında sarfettiğin bazı düşünceler buna işaret etmektedir.
Ülkemizin en öncelikli gündemini terörle mücadele, Rusya, Irak ve Suriye’den kaynaklanan ek güvenlik riskleri olduğunu samimiyetle kabulleniyorsan, Erdoğan’ın hayalperestliğine, milli iradeyi sabote etmesine izin verme, sorumluluğunun derhal gereğini yapacak ataklığı göster.
Türkiye’nin üstesinden gelemeyeceği siyasi ve ekonomik krizlere ramak kalmışken, Türk milletinin verdiği yetkiye layık ol, çift başlılıktan şikayet eden Erdoğan’ın egolarına partini ve ülkemizi kesinlikle teslim etme.
Değerli Milletvekilleri,
Başbakan Davutoğlu, 10 Aralık günü, ATO Kongre Merkezi’nde 64. Hükümetin 2016 Yılı Eylem Planını milletimize takdim etmiştir.
Davutoğlu, seçim döneminde ortaya koydukları vaatleri tartışmaya açmadan, kendileriyle çelişmeden verdikleri sözleri birer birer gerçekleştireceklerini belirtmiştir.
Yeni bir sayfa açtıklarını ve 'Vira Bismillah' diyerek kolları sıvadıklarını dile getirmiştir.
Davutoğlu, Eylem Planlarını milletimizin talepleri doğrultusunda hazırladıklarını, vaatlerini 3 ay, 6 ay ve 1 yıllık periyot içinde hayata geçireceklerini peşinen iddia etmiştir.
Biz millet adına ve menfaatine yapılacak her reform ve gelişmenin yanında duracağız.
AKP’nin, partimizden esinlenerek bire bir alıp hayata geçirme sözü verdiği her vaadin titizlikle takipçisi olacağız.
Nitekim partimizde “Ak Vaatleri Takip Merkezi” kurduğumuzu, takvime bağlanmış eylem planını an be an izleyeceğimizi buradan duyurmak istiyorum.
Asgari ücretin 1300 liraya çıkmasından tutun da, kadınlara, gençlere, emeklilere, çiftçilere, esnaflara, çalışanlara varıncaya kadar atılacak her olumlu adımın bizzat peşinde olacak, AKP’nin yakasını bırakmayacağız.
Bu düşüncelerle grup toplantımıza katılan siz değerli milletvekili arkadaşlarımı ve saygıdeğer misafirlerimizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor, çalışmalarınızda başarılar diliyorum.
Sağ olun, var olun, hepiniz Allah’a emanet olun.
Anahtar Kelimeler
YORUMLAR
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter
kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Ayrıca suç teşkil edecek hakaret içerikli yorumlar
hakkında muhatapları tarafından dava açılabilmektedir.
Henüz yorum yapılmamış ilk yorum yapan siz olun...
2