Üst Header Banner Reklam
 
FETÖ İLE İLİŞKİLERİNİ KESTİLER Mİ?
“FETÖ ile ilişkilerini kestiler mi? Hayır, kardeşlik devam ediyor. Öyle önde bir kavga varmış gibi...Nasıl devam ediyor? Cumhuriyet’e yapılan operasyonla biz bunu öğreniyoruz. Cumhuriyet Gazetesinde raporu düzenleyen, iddianameyi düzenleyen kim? FETÖ davasından yargılanan bir savcı.”
8.11.2016 22:33:56
Bu haber 656 kez okundu
FETÖ İLE İLİŞKİLERİNİ KESTİLER Mİ?

 FETÖ İLE İLİŞKİLERİNİ KESTİLER Mİ?

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:

Değerli arkadaşlarım, hepinize en içten selamlar, saygılar sunuyorum. Bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer yurttaşlarıma Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan sevgilerimizi, saygılarımızı ve muhabbetlerimizi gönderiyoruz. Hepiniz, hepimiz hep birlikte Türkiye’nin güzel günleri yakalaması için mücadele ediyoruz.

EZENLERİN VE EZİLENLERİN OLDUĞU BİR TÜRKİYE’DEYİZ

Geçen hafta merhum Bülent Ecevit’i andık, sonsuzluğa uğurlanışının onuncu yıl dönümü. Bülent Ecevit hakkında her şey söylenebilir, dünya kadar eleştiri yapılmıştır ama bir Allah’ın kulu çıkıp Bülent Ecevit’e “Sen Beyt-ül mala el uzattın, sen haram yedin, sen yolsuzluk yaptın, sen şunu yaptın bunu yaptın” dememiştir. Onun yüreğinde insan sevgisi vardı. Bülent Ecevit’in bütün hayali “Ne ezen ne ezilen, insanca ve hakça bir düzen” vardı, bütün hayali bunun üzerini kuruludur. Bugün, bu sloganın ne kadar önemli olduğu ortaya çıkıyor. Ezenlerin ve ezilenlerin olduğu bir Türkiye’deyiz. Ecevit’in bu sloganını, bu amacını gerçekleştirmek için bütün demokratları, liberallere, cumhuriyetten yana olanlara, Mustafa Kemal Atatürk’ten yana olanlara, mağdurlara, ezilmişlere, hepsine sesleniyorum: Gelin, elbirliğiyle ne ezen ne ezilen, insanca, hakça bir düzeni elbirliğiyle kurmuş olalım.

Türkiye nasıl oldu da ezenlerin ve ezilenlerin ülkesi oldu, ne oldu Türkiye’de? Bakın değerli arkadaşlarım, normalde bizim bugün veya her grup toplantısında ekonomiyi konuşmamız lazım, tarımı konuşmamız lazım, işsizliği konuşmamız lazım, çocuklarımızı konuşmamız lazım, eğitimi konuşmamız lazım, sanatı, kültürü konuşmamız lazım ama bunların hiçbirisinden söz etmiyoruz. Dikkat buyurun, bunlardan söz etmiyoruz. Dolar almış başını gidiyor, söz etmiyoruz. 17 milyon yoksul var, söz etmiyoruz. 6 milyon işsizimiz var, söz etmiyoruz. Her 4 üniversite mezunundan 1’isi işsiz, gencecik, fidan gibi çocuklarımız eğitimli ama işsiz, bakın bunlardan söz etmiyoruz. Hepimizin kafasında bir şey var, ne olacak bu Türkiye’nin hâli diye? Eğer bu kaygı yerleşmişse bir toplumda, görüşü ne olursa olsun, bakın altını özenle çiziyorum, görüşü ne olursa olsun bütün vatandaşların kafasında aynı kaygı var, ne olacak bu Türkiye’nin hâli? Çünkü bugüne dair güveni yok, geleceğe yönelik de güveni yok. Ne olacak diye vatandaş kaygı duyuyor. Ben de şunu çok açık ve net söylüyorum: Asla umutsuz olma kardeşim, asla umutsuz olma. Ne olursa olsun bil ki, bu ülkenin birliğini, dirliğini ve bütünlüğünü savunan, vatanını ve bayrağını savunan Cumhuriyet Halk Partisi var. Bundan kesinlikle emin olmanızı istiyorum.

GİTTİKÇE KUZEY KORE’YE BENZİYORUZ

Şu Türkiye’nin geldiği hâle bakın Allah aşkına. Başbakan çıkmış, bölünme tehdidinden söz ediyor. “Başkanlık gelmezse Türkiye bölünür” diyor. Seni oraya Türkiye’yi böl diye mi oturttuk biz? Sen nasıl bu lafı edersin? Söyledim, cevap veremiyor. Bu lafı eden bir kişi Başbakanlık koltuğunda oturamaz çünkü kimse, bölücülerin taşeronluğuna soyunamaz. Bu lafı eden bölücülerin taşeronluğuna soyunmuş kişidir. Bu kadar açık, bu kadar net söylüyorum. Yazık günah bu ülkeye, Başbakansan oturursun, Türkiye’nin dünya kadar sorunu var. Kendi sorununu çözeceksin önce, koltuğuna sahip çıkacaksın, yetkilerine sahip çıkacaksın; yetkilerini başkasına kullandırtmayacaksın. “Ben Başbakanım, son söz bana aittir” diyeceksin. Yoksa olmaz, sen Başbakanlık yapamazsın. Öyle bir noktaya geldin ki ezenlerin ve ezilenlerin Türkiye’si. Kapı çaldığı zaman herkes kaygıyla kapıyı açıyor. “Acaba bir şey mi oldu? Niye benim kapım çalındı?” diyor. Çünkü bu ülkede can güvenliği yoktur arkadaşlar. Bakın açık net söylüyorum, can güvenliği yoktur, mal güvenliği yoktur bu ülkede, basın özgürlüğü yoktur, kişi dokunulmazlığı yoktur, otobüste bile tekme atabilirsin. Gencecik kıza otobüste bile tekme atabilirsin. Bir kesimi alkışlıyor, bir kesimi “Bu nedir?” diyor. Bu kadar bölünen bir Türkiye, hayra alamet değildir. Düşünceyi açıklama özgürlüğü yoktur. Değerli arkadaşlarım, toplantı ve gösteri yapma hakkı, o da yok ve en önemlisi devleti devlet yapan adalet yok. Böyle bir Türkiye ile karşı karşıyayız. O nedenle işimiz zor. Bizim bu taşıdığımız kaygıları bütün dünya da taşıyor, bütün dünya da aynı şekilde soruyor “Ne olacak bu Türkiye’nin hâli, nereye gidecek bu Türkiye?” diye. Türkiye dünyadan izole oluyor yani soyutlanıyor yani Türkiye dünyanın dışına itiliyor. Peki, biz cumhuriyeti niye kurduk? Demokrasiyi niye geliştiriyoruz? İnsan haklarına neden önem veriyoruz? Kadın-erkek eşitliğine neden önem veriyoruz? Eğitime, bilime, üniversite özerkliğine neden önem veriyoruz? Uygar dünyanın bir parçası olmak için, Türkiye de uygar dünyanın bir parçasıdır. Bu lafı göğsümüzü kabartarak söylemek için ama bugün, Türkiye, bu dünyanın dışında. Gittikçe neye benziyoruz, biliyor musunuz? Kuzey Kore’ye. Orada da bir diktatör var, bütün dünyadan soyutlanmış vaziyette kendi dünyalarını yaşıyorlar. Bu, çok tehlikeli bir gelişmedir. Buna bütün arkadaşlarımın dikkatini çekmek isterim.

TÜRKİYE’NİN SAYGINLIĞINA GÖLGE DÜŞÜRÜYORSUNUZ

Diyorlar ki “Efendim, herkes bize düşman; Almanya düşman, Fransa düşman, Amerika düşman, Avrupa Birliği düşman, Rusya düşman, Japonya düşman, herkes düşman.” Ben merak ediyorum, peki Birleşmiş Milletler de mi bize düşman? Birleşmiş Milletler, bizim de temsil ettiğimiz, dünyanın bütün devletlerinin olduğu Birleşmiş Milletler. Birleşmiş Milletler açıklama yapıyor değerli arkadaşlarım, onlar da aynı kaygıyı taşıyorlar. “Türkiye’de hükümetin, bir yandan OHAL ilan edip, Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesinin bazı maddelerinin askıya alındığını açıklamasından ve yetkililerin attıkları adımların kabul edilebilirliğin ötesine geçmiş olabileceğinden endişe duyuyoruz” diyor. Birleşmiş Milletler söylüyor “Türkiye’deki gelişmelerden endişe duyuyorum” diyor. Bunlar televizyonlarda söyleniyor mu? Hayır. Gazetelerde yazıyor mu? Hayır. Çünkü sansür var, sansür uyguluyorlar. Eğer biz de olmasak bunları Türkiye’ye anlatacak ikinci bir kulvar yok. Birleşmiş Milletler bu kaygıyı niye dile getiriyor, hangi gerekçeyle getiriyor? Çünkü kendilerini Birleşmiş Milletlere ihbar ettiler. İhbar eden Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesine çekince koyduk, dedik ki: “Bizde darbe girişimi oldu, 13 maddeyi askıya aldık.” Bunun iki maddesi çok önemli. Bir, adil yargılama yapmayacağım, diyor. Evet, Türkiye Cumhuriyeti’nin Birleşmiş Milletlerdeki temsilcisi “Türkiye’de adil yargılama yapmayacağız” diyor yani Türkiye’de adaleti kaldırıyoruz diyor. İki: Tutulanlara insani davranmak; ister gözaltında, ister hapiste olsun insani davranmak zorundayız. “Bunlara insani davranmayacağım” diyor. Ne yapacaksın? Bunlara işkence yapacağım, diyor ve devletin Anadolu Ajansı da işkence yapılan görüntüleri bütün dünyaya servis ediyor. Bundan kim rahatsızlık duyuyor? Biz rahatsızlık duyuyoruz, biz üzülüyoruz. Böyle bir tablo Türkiye’ye yakışmıyor diyoruz. Bizim görevimiz bu. Biz bunu söyledik diye, bizi eleştiriyorlar. Kendinizi uluslararası kuruluşlara ihbar ediyorsunuz, Türkiye’nin saygınlığına gölge düşürüyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, bakın eğer biz bunları aşabilirsek asıl o zaman görevimizi, asıl o zaman ne yapmak istediğimizi, asıl o zaman Türkiye’yi büyütme azmimizi ortaya koymuş oluruz. Ama buralarda takılıp kaldık değerli arkadaşlarım.

DÜNYADA EN ÇOK GAZETECİYİ HAPSEDEN ÜLKE TÜRKİYE CUMHURİYETİ

Şimdi bakın değerli arkadaşlar, hapishaneler, 2002’de 59 bin küsurdu yani 2002’de hapishanelerimizde yuvarlak olarak 60 bin kişi tutukluydu veya hükümlü, bütün Türkiye’de 60 bin kişi; şimdi tam 4 kat artmış arkadaşlar, 17 Ağustos 2016 tarihi itibarıyla hapishanelerde tutuklu ve hükümlü sayısı 214 bine ulaşmış. 10 kişilik koğuşta 30 kişi kalıyor; 2 kişilik koğuşta 10 kişi kalıyor, insanlar sırayla yatıyorlar. Bana söyler misiniz, rahmetli Bülent Ecevit’in dediği, “ne ezen ne ezilen, insanca hakça bir düzen.” Allah aşkına, ben bütün vatandaşlarıma sesleniyorum: Elinizi vicdanınızın üzerine koyun ve düşünün, ne ezen ne ezilen, insanca, hakça bir düzen bugün Türkiye’de var mı, yok mu? Her vatandaşım elini vicdanını koyup bunun cevabını versin. İnsanca, hakça bir düzen bugün var mı, yok mu arkadaşlar? Öğrencisi hapiste… Öğrenciler hapiste değerli arkadaşlarım. Binlerce suçsuz insan var hapiste, sorgusuz sualsiz yatıyorlar. Üniversite hocaları hapiste, gazeteciler hapiste… Kaça çıktı biliyor musunuz hapisteki gazeteci sayısı? 241’e çıktı, dünyada en çok gazeteciyi hapseden ülke Türkiye Cumhuriyeti. Bir de nerede birinciydik Avrupa’da? İş kazalarında, iş kazalarında Avrupa birincisiydik. Şimdi, hapisteki gazeteci sayısı açısından dünyada bir numarayız ve dönüp millete diyeceğiz ki “Bizde demokrasi var.” Kimse buna inanmıyor.

ZULMÜN KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR

Değerli arkadaşlarım, er, erbaşlar, astsubaylar hapiste. Erin ne günahı var, erbaşın ne günahı var, öğrencilerin ne günahı var? Öğrencilerle ilgili daha anlatacağım, ne günahı var bunların? Peki, Türkiye’yi bu hâle kim getirdi? Onlara kalsa diyecekler ki “Türkiye’yi bu hâle Cumhuriyet Halk Partisi getirdi.” Evet, mizah gibi geliyor değil mi? Ama öyle. Kendileri yönetiyorlar, kendileri çalıyorlar, kendileri oynuyorlar, bir aksaklık olunca “CHP niye itiraz ediyor?” diyorlar. Niye itiraz etmeyeyim? Bir yerde bir mağdur varsa, zalimden ötürü baskı altındaysa ben zulme mi sahip çıkacağım, mağdura mı sahip çıkacağım? Zalimin yanında mı olacağım, zulme uğraşımın mı yanında olacağım ben? Zulmün karşısında susan dilsiz şeytandır. Onlar dilsiz şeytandır. Biz her zaman mağdurun yanında, zalimin karşısında olacağız. Türkiye’yi bu hâle kim getirdi? İktidardakiler. Nasıl getirdiler? Türkiye’yi bu hâle nasıl getirdiler? Üç terör örgütüne destek vererek Türkiye’yi bu hâle getirdiler. Bakın, açık ve net söylüyorum, üç terör örgütüne yardım ve yataklık yaparak getirdiler. Tek tek sayacağım. Bunları, lütfen gidin, her yerde ama her yerde, fabrikada, tarlada, evde, gezilerde, lokantada, kahvede anlatın. Eğer zulümden yana değilseniz, mazlumlardan yanaysanız, dürüst insanlardan yanaysanız, cumhuriyetten yanaysanız, demokrasiden yanaysanız, özgürlüklerden yanaysanız bunları anlatmak hepimizin ortak görevidir değerli arkadaşlarım.

Belediye başkanları toplantımızda ben şunu söyledim. Uzun bir konuşma, konuşmanın bir cümlesi seçildi “Seçimle gelen seçimle gider” diye bir cümle kullandım. Bu havuz medyası ve onların ekibi blok hâlde “Vay efendim, sen bunu nasıl söylersin?” Şunu mu söylememi bekliyordunuz: Seçimle gelen darbeyle gider, bunu mu söylememi istiyordunuz? Ya, biz 15 Temmuz’a niye karşı çıktık? Seçimle gelen darbeyle gitmesin; seçimle gelen seçimle gitsin, halkın iradesiyle gitsin, bunun için söyledik ama onların kafası ters çalışıyor. Neden? Saraya bağımlı beyinleri, oradan aldıkları talimat üzerine gereğini yapıyorlar. Yine söylüyorum: Demokrasilerde ana kural, seçimle gelen seçimle gider. Seçimle gelen “Ben hukukun üstündeyim” diyemez, “Ben her istediğimi yaparım” diyemez. “Ben savcıya gitmem, ben hâkime gitmem, ben ifade vermem, ben her şeyin üstündeyim” diyemez. Gidecektir, ifadesini verecektir, savunmasını yapacaktır. Hiç kimsenin ‘yargılamanın dışındadır’ diye bir ayrıcalığı yoktur, Türkiye’de hiç kimsenin böyle bir ayrıcalığı yoktur. Ben şahsen pek çok davada yargılanıyorum. Avukatım var, gerektiğinde giderim, dilekçemi hazırlıyorum, gidiyorum, hakkımı savunuyorum. Yargıdan kaçmak değil. Eğer yargı taraflı davranırsa hep beraber oturur eleştiririz ama yargıdan kaçılmayacaktır, kaçmamalıyız.

KİM OLURSA OLSUN BİZ HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNÜ SAVUNURUZ

Şimdi, değerli arkadaşlarım, elbette bakın, yolsuzluk yapanlar yargılansın diyoruz. Neden yargılansın? Biz, onların da dokunulmazlıklarının kaldırılmasını istedik. Bazı çevreler suçluyor bizi “Efendim, niye dokunulmazlıkları kaldırdınız?” Bizim parti programımızda, kurultayın aldığı bir karar vardır: “Kürsü dokunulmazlığı hariç bütün dokunulmazlıkların kalkması lazım.” Aynı şeyi yine söylüyoruz, kürsü dokunulmazlığı hariç bütün dokunulmazlıkların kaldırılması lazım. Böylece, AKP’nin içindeki ByLock’cuların da ortaya çıkması lazım. Biz bunu söyleyince “Efendim, bu tutuklanan milletvekilleri Kandil uzantısı” diyorlar. Allah aşkına, bunları Kandil’e gönderen kim? Türkiye Büyük Millet Meclisi tutanaklarını açıp baksınlar, orada konuşuluyor. “Kandil’e gittik, Kandil’de ne oldu?” sonucunu bize bildirin diye bizi aradılar bizi aradılar. Sizden icazet alıp Kandil’e gitmediler mi bunlar? İmralı’ya kim gitti? İmralı’ya kim izin verdi? Bunlar, Hükümetin gözetimi ve koruması altında İmralı’ya gitmediler mi? Masaları kurmadılar mı? Başkanlık sistemini konuşmadılar mı, tartışmadılar mı? Bu kadar yüzsüzlüğü ben hayatımda ilk kez görüyorum, emin olun.

Bakın değerli arkadaşlarım, kim olursa olsun biz şunu savunuruz: Hukukun üstünlüğünü savunuruz. Hüküm kesinleşmeden bir milletvekilinin tutuklanmasını doğru bulmuyorum. Niçin? Ben söylemiyorum, Anayasa Mahkemesi söylüyor arkadaşlar. Ben, hem hukuku savunacağım hem Anayasa Mahkemesi kararlarına birisinin dediği gibi “Saygı da duymuyorum, uymayacağım da” demiyoruz. Saygı duyuyorum, Anayasa Mahkemesinin kararı var, gayet açık, gayet net. 19’uncu madde ve 67’nci maddeye yollama yaparak “Bir milletvekili görev yaparken tutuklanırsa ihlal edilir” diyor, “Temsil yetkisi elinden alınır” diyor. Bunu ben demiyorum, Anayasa Mahkemesi diyor. Şimdi, ben hukuku savunmayacağım da neyi savunacağım arkadaşlarım? Devleti yöneten insanların duygularına hakim olması lazım. Hep söylerim, devlet hukukla yönetilir; devlet, adaletle yönetilir; devlet öç alma duygusuyla yönetilmez; devlet, kinle yönetilmez; devlet, birikimle, adaletle yönetilir. Biz adaleti savunuyoruz. Yeri geldiği zaman en sert eleştirileri de biz yapıyoruz.

PKK VE AKP İŞBİRLİĞİ YAPIYOR

Az önce söyledim, İmralı’ya siz gönderdiniz. Daha acı olanı söyleyeyim size: PKK ile görüşüyorsunuz dediğimiz zaman dönemin Başbakanı 2010’da çıktı, şu cümleyi kurdu: “Biz, PKK ile görüşmedik, görüştüğümüzü söyleyenler şerefsizdir.” Evet, bu laf ediliyor değerli arkadaşlar. 2012, aynı kişi, “PKK ile görüşen arkadaşı ben gönderdim. Sıkıntısı olan bana söylesin” dedi. Şimdi, kazaen bunu bir CHP milletvekili söyleseydi ne olurdu? Ne olurdu Allah aşkına? Bütün vatandaşlarıma sesleniyorum: Ne olurdu?

Değerli arkadaşlarım, bakın, İmralı ve Kandil arasında da mekik dokudular bu arkadaşlar. Kimin arzusu üzerine? Hükümetin tekliflerini götürdüler İmralı ile Kandil arasında, PKK ile görüştüler bunlar. İmralı’ya masayı kurdular. Oslo’da masayı biz mi kurduk arkadaşlar? Kimdi bu Oslo’da görüşme yapanlar? Kimdi bunlar? Bunları görevlendiren kimdi? Bu PKK’ya yardım ve yataklık yapanlar bunlar değil mi? Onlara meşruiyet kazandıranlar bunlar değil mi? Bizi suçluyorlar. Bakın değerli arkadaşlar, iki kanattan eleştiri alıyoruz, iki kanattan saldırı alıyoruz; bir, PKK; iki, AKP çünkü ikisi de iş birliği yapıyor, açık ve net söylüyorum. Bakın, size bir fotoğraf göndereceğim, bakın şu fotoğrafa, Dolmabahçe Mutabakatı; 3 kişi serbest, diğerleri tutuklu veya hapiste. Nerede bunlar? Bu tablodakiler CHP milletvekilleri mi arkadaşlar? Kim bunlar? Kim bunları buraya gönderdi, Dolmabahçe’ye gönderdi oturun anlaşma yapın dedi? Kim bunlar? Önce bunun hesabını vereceksiniz siz. Bunun hesabını sormazsam namerdim, bunun hesabını vereceksiniz.

DOĞRULARI SÖYLEMEYE DEVAM EDECEĞİZ

Şehirler, Diyarbakır, Şırnak, Sur, bombalarla döşendi. Nusaybin’de kamyonun üzerinden kalaşinokoflar dağıtıldı. PKK vergi daireleri kurdu, vergi topladı; mahkemeler kurdu “Adalet dağıtıyorum” dedi. Askerlik için askeri alma daireleri kurdu, şehrin göbeğinde trafik kontrolü yaptı. Bunlar yapılırken kim vardı iktidarda, CHP mi vardı? Bizi suçluyorlar şimdi “PKK’ya destek veriyorsunuz” diye. Benim söylediklerim yanlışsa destek veriyorum. Benim söylediklerimin her kelimesi doğruysa bunun hesabını siz vereceksiniz, vermezseniz namertsiniz.

Habur’da bu ülkenin hâkimlerini, savcılarını terör örgütünün ayağına kim gönderdi? Çadır mahkemelerini kim kurdu? Bunların hesabını soracağız, bitmiş değildir değerli arkadaşlarım nereye giderlerse gitsinler. Bakın, PKK’ya meşruiyet kazandırdılar dedim. Nasıl meşruiyet kazandırılır biliyor musunuz? Meşru bir organı bir terör örgütüyle muhatap kılarsanız o terör örgütüne meşruiyet kazandırırsınız. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ni bir terör örgütüne muhatap kıldınız. İtiraz eden kimdi? Bizdik. Yanlış yapıyorsunuz diyen kimdi? Bizdik. Şimdi suçlanan kim? Yine biziz. Allah akıl fikir versin, vallahi bunların yatacak yeri yok. Bu kadar yalan… Şavşat’tan Ardanuç’a giderken PKK saldırdı, 1 er hayatını kaybetti. Yahu, sizi PKK kucaklıyor, bize PKK saldırı düzenliyor, nasıl oluyor bu düzen? İçtiğiniz su ayrı gitmiyor, yeri gelince de kime saldıracağız? CHP’ye saldıracağız. Niçin? Cumhuriyet Halk Partisi doğruları söylüyor diye. Doğruları söylemeye devam edeceğiz.

BELÇİKA’DA BIRAKIN 30 BİN KİŞİYİ, 10 KİŞİ ÖLSEYDİ SİZ NASIL BİR KARAR VERİRDİNİZ?

Meşruiyet kazandırma… Bakın, bugün bekledim Sayın Başbakan bir şey söyler mi diye, Sayın Bahçeli bir şey söyler mi diye, söylemediler. Belçika’da bir mahkeme karar verdi, diyor ki: 2010 yılında açılan dava sonuçlandı “PKK terör örgütü değildir, silahlı bir örgüttür” diyor. Buradan Belçika hükümetine, bu kararı veren mahkemeye seslenmek isterim: 30 bin kişinin hayatına mal olduğu bu terör. Küçük çocuklar, bebekler, günahsız kadınlar, siviller, 30 bin kişi hayatını kaybetti. Belçika’da bırakın 30 bin kişiyi, 10 kişi ölseydi siz nasıl bir karar verirdiniz? Sizde vicdan yok mu? Sizde adalet yok mu? Siz, nasıl bir terör örgütünü “Terör örgütü değildir, silahlı bir örgüttür” dersiniz. Avrupa Birliğine aykırı, birlik PKK’yı terör örgütü olarak görüyor. Korkularından ses çıkaramıyorlar. Kim ses çıkarıyor? Yürekli bir şekilde ses çıkaran yine Cumhuriyet Halk Partisi, yine eleştiren Cumhuriyet Halk Partisi!

SON BİR YILDA KIBRIS ÇIKARMASINDAN ÇOK DAHA FAZLA ŞEHİT VERDİK

Değerli arkadaşlarım, o kadar acılar var ki 2002’de terörsüz bir Türkiye devraldılar, bugün, her gün şehitlerimiz geliyor. Size bir annenin dramını anlatacağım, bir şehit annesinin dramını anlatacağım. Kıbrıs Çıkarmasından çok daha fazla şehit verdik son bir yılda, şehit sayımız bir yılda 800’ü aştı. Anneler, hep söylerim, eline kına yakıp umut içinde çocuğunu askere gönderen anneler, umutla, askerliği bitsin de kazasız belasız evine dönsün diye bekleyen anneler. Gelsin de ben ona bir tas çorba yapayım, kendi ellerimle çocuğumu besleyeyim diyen anneler. Doğu ve Güneydoğuda oğlu askerdeyken yüreği alev alev yanan anneler. Bir anneden söz edeceğim. Jandarma Er Erkan Özdemir’in annesi Havagül Özdemir, hiçbir yorum yapmadan Havagül kardeşimizin oğluyla ilgili söylemini söyleyeceğim size, anlatacağım: “Çok minyondu benim oğlum. Gören ‘bundan asker mi olur’ diyordu. Annesini çok seviyor şehit olan erimiz “günde 10 kez beni arardı.” diyor. Şehit olduğu günü anlatıyor. “Sabah uyuyakalmışım. Bir uyandım saat 10.30. Telefonumda Erkan’ın cevapsız çağrısı yok. Nasıl korktum, aradım. Çalıyor, çalıyor ama açan yok. Onlarca kez aradım. O korkuyla pencereden bakıyordum. Bir ambülans ile polis aracının evin önüne yaklaştığını gördüm. Bize gelmesinler diye evin anahtarını kaptığım gibi üst komşuya çıktım. Kapılarını çaldım, çaldım, kimse yoktu. Sonra mecburen aşağıya indim, inmez olaydım. Hiç yaşayamadan tek bir hayalini bile gerçekleştiremeden gitti çocuğum. Perşembe günü Hakkâri’den birliğinden aradılar. Erkanımın eşyalarını kargoya vereceklermiş. Sanki Erkanım gelecek gibi heyecanla bekliyorum. Yavrum üşüyordu ‘Buralar soğuk anne’ diyordu. Üşümesin diye çamaşırlar alıp gönderdim. Daha eline bile geçmemişti yeni çamaşırları. Bir de benim çocuğum makarnayı çok severdi. O gidince ben de ağzıma makarna sürmez oldum. Yiyemem, geçmez ki boğazımdan.” Bu annenin derdini kim bilecek arkadaşlar? Boşuna demiyoruz ateş düştüğü yeri yakar diye. Bu siyasilere soruyorum, bu Ankara’da oturan beylere soruyorum, bu Hükümet edenlere soruyorum: Sizin hangi evladınız doğu ve güneydoğuda askerlik yapıyor, hangi evladınız, çıkın söyleyin bakayım. Bu annenin dramını kim anlayabilir? Bu annenin gözyaşını kim anlayabilir? Ben anlarım, biz anlarız, anladığımız için zaten burada acılı annenin sözlerini okuyorum. Onlar bizi PKK’lı olarak suçluyorlar. Utanmazlar ve arsızlar! Biz ülkemizi seven insanlarız. Hiç kimsenin burnu kanamasın isteriz. Görüşü ne olursa olsun, inancı ne olursa olsun, yaşam tarzı ne olursa olsun bu memlekette herkes huzur içinde yaşasın isteriz, bizim arzumuz budur. Başka bir dramı anlatacağım değerli arkadaşlarım. Murat Tekin, linç edilerek öldürülen öğrencimiz. Murat Tekin’in evine hiç kimse gitmemiş. İzmir’e gittim, belediye başkanları toplantısından sonra akşam Murat Tekin’in evine uğradım. Yoksul halk çocukları, bir gecekondunun ikinci katında oturuyor. Yalova’dan bindiriyorlar araçlara, Boğaz Köprüsü’nde iniyorlar, 3 kişi Boğaz Köprüsü’nde linç ediliyor. Baba gidiyor “Evladım nerede?” diye her yere soruyor. Kimse bilmiyor. “Morga gideceğiz ama cesaret edip morga gidemiyorum, ya orada olursa çocuğum.” Umutlarını kesiyorlar, 10 gün sonra morga gidiyor. “Bana fotoğraflarını gösterdiler” diyor ve boğazı düğümleniyor. Emin olun, hani erkekler kolay kolay ağlamaz ama bir babanın ağlayışına tanık oldum. “Fotoğraftan tanıyamadım oğlumu. Açın fermuarı bakacağım. Açtılar fermuarı ve çocuğuma baktım, evet bu benim evladım” dedim. Hava Kuvvetlerinde gencecik, filiz gibi ikinci sınıf öğrencisi. “Morgdan aldım, ambülans istedim vermediler. Kendi imkânlarımla araba tuttum İzmir’e götürdüm. İzmir’de cenazesini kılmak istedik, cenazesini kılmadılar. Aldım, yakında bir köye götürdüm ve orada cenazesini defnettik. Şu anda mezar taşına bir şey yazamıyorum. Benim oğlum şehit gitti. Şehitliği kabul edilinceye kadar da oraya bir şey yazmayacağım.” diyor.

MÜSLÜMAN BİR ÜLKEDE BİR MÜSLÜMAN’IN CENAZESİ KILINAMAZ NOKTAYA GELDİK

Şimdi, değerli arkadaşlar, bunu Sayın Erdoğan’la yaptığımız ilk görüşmede Sayın Erdoğan’a söyledim. Linç edilenlerin hakkının korunması ve onları yapanların tutuklanıp yargılanmasını istedim. “Haklısın” dedi bana. Aileye sordum, bugüne kadar hiç kimse kapısını çalmamış. O ailenin kapısını kim çaldı? Biz çaldık. Anneyi ve ablayı göreceksiniz, toplumdan dışlanmışlar gibi, sanki çocukları linç edilmiş ama aile suçluymuş gibi. Yok öyle bir şey. İnsanlığımızı kaybedecek noktaya geldik neredeyse değerli arkadaşlar. Müslüman bir ülkede bir Müslüman’ın cenazesi kılınamaz noktaya geldik. Nasıl bir kindir, nasıl bir öfkedir bu, nasıl bir insanlıktır bu? Bunu ben kabul edemiyorum, vicdanım kabul etmiyor, ahlakım kabul etmiyor, imanım kabul etmiyor, inancım kabul etmiyor, emin olun kitabımız da kabul etmiyor, yok böyle bir şey, yoktur böyle bir şey.

BÜTÜN MAZLUMLARA SAHİP ÇIKACAĞIZ

Bizi suçluyorlar. Bir arkadaşım geldi, dedi ki “Ben bir cümle yazdım, Allah aşkına bu cümleyi okur musun” dedi. Bu cümleyi aynen okuyorum size: “Amacı ne olursa olsun, terörü yapanın da, yaptıranın da, destek olanın da, göz yumanın da ocağı sönsün, nesli kurusun.” Eyvallah, aynen katılıyorum. Onlar bunu söyleyebilirler mi? Yok, çünkü yardım ve yataklık yaptılar, korkarlar. Biz, yardım ve yataklık yapıyor muyuz? Allah korusun, yok öyle bir şey. Biz ancak kendi insanımızın haklarını savunuruz ve koruruz, onun dışında suçlulara sahip çıkmak gibi bir geleneğimiz yok zaten bizim, ama herkesin adalet için yargılanmasını isteriz. Devleti devlet yapan adalettir, devleti devlet kılan da adalettir. Bakın bu öğrencimizin, linç edilen çocuğumuzun hukuken haklarını savunacağız. Bu aileye bir avukat tutacağız, eski baro başkanımız, Konak Belediye Başkanımız bu aileye sahip çıkacağı sözünü verdi, Büyükşehir Belediye Başkanımız da oradaydı. Biz, bütün mazlumlara sahip çıkacağız, haksızlığa uğrayanlara sahip çıkacağız, hiç kimsenin endişesi olmasın. Ragıp Enes Katran var, o da linç edildi; Kurtuluş Kaya var, o da linç edilen çocuklarımızdan birisi de er, ikisi öğrenci, bunların hesabını sormak zorundayız, adalet istiyorsak bunların hesabını sormak zorundayız.

IŞİD’E DE YARDIM VE YATAKLIK YAPTILAR

Sadece PKK’ya mı yardım ve yataklık yaptılar? Hayır. IŞİD’e de yardım ve yataklık yaptılar. Değerli arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisi buradadır ve biz de o çatının altındayız, IŞİD terör örgütüyle ilgili araştırma önergesi verdik, araştıralım bunu, Türkiye’de bunun kolu kanadı nerededir soralım dedik. Bu araştırma önergesi kimin oylarıyla reddedildi? Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekillerinin oylarıyla reddedildi. Gazeteciler bana sordular: “AKP niye reddetti bu önergeyi.” Dedim ki, IŞİD’le ideolojik akrabalıkları var, o nedenle reddettiler. Aynen söyledim, ideolojik akrabalıkları var. Soru sordum, Binali Beye sordum, dedim ki: Musul Konsolosluğu basılıp 49 vatandaşımız rehin alındığında siz neden IŞİD’e terör örgütüdür diyemediniz? Hâlâ bu sorunun cevabını almış değiliz. Hangi milletvekiliniz, AKP milletvekili “PKK ve IŞİD terör örgütü değildir” dedi, bunu da sordum. Kazaen, bir CHP milletvekili dese ki “PKK ve IŞİD terör örgütü değildir” başımıza neler gelir. Bunlar rahatlıkla söylüyorlar, terör örgütüne “Terör örgütü değildir” diyor. Yani Belçika’daki mahkemenin kararına tabii o yüzden itiraz ediyorlar, o yüzden diyemiyorlar ki Belçika’da o karar doğru bir karar değildir diyemiyorlar. “IŞİD iyi ki varsın, Allah kurşununu azaltmasın.” Bu da bir AKP’liye ait bir sözdür. Yüzlerce vatandaşımızı öldürdüler canlı bombalarla, IŞİD’e 70 ilden militan katıldı. Türkiye sorumlusu kim diye sordum. Elini kolunu sallayarak geziyor Türkiye sorumlusu, ses çıktı mı? Ses çıkmadı. IŞİD’e, El Nusra’ya TIR’larla silah gönderdiler Müslüman’ı Müslüman’a kırdırmak için gönderdiler, küçücük çocuklar yok olsun diye gönderdiler. Bunların yatacak yeri yok, gerçekten bunların yatacak yeri yok.

KENDİ ELLERİYLE KENDİ KABAHATLERİNİ BİZE GÖSTERİYORLAR

Sayın Erdoğan dün diyor ki “IŞİD denilen örgüt, hiçbir sebep olmadığı hâlde sürekli ülkemizde eylem arayışı içinde.” Allah aşkına cümleye bakar mısınız, aynen aldım: “Örgüt, hiçbir sebep olmadığı hâlde…” Yani bir sebep olması lazım bize saldırması için. “…sürekli ülkemizde eylem arayışı içinde.” Yani şunu söylemek istiyor: Ey IŞİD, ne istediysen verdik kardeşim, niye gelip burada terör eylemi yapıyorsun? Bu, onun itirafıdır. Silah dedin verdik, adamın yaralandı Suriye’den getirdik Türkiye’de tedavi ettik, tedavi ettikten sonra eline silahı verdik tekrar gönderdik, bomba istedin bomba verdik, silah istedin silah verdik, ya, ortada bir sebep yok, sen niye Türkiye’de eylem yapıyorsun? Kim söylüyor bunu? Bu ülkenin Cumhurbaşkanı söylüyor değerli arkadaşlar. Sebepsiz yere… Ya, terör örgütünün eylemine sebep aranır mı, adı zaten terör örgütü! Kendi elleriyle kendi kabahatlerini bize gösteriyorlar. El Nusra’ya ne yaptılar? Putin dedi ki “El Nusra çekilsin?” Bunun için kimi arıyor? Erdoğan’ı arıyor. El Nusra ne? Dünyanın kabul ettiği terör örgütü. “Evet, talimat verdik, oradan çıkacaklar” diyor yani silah da gönderdik, bizim emrimizde zaten o terör örgütü demek istiyor. Bunlar olmaz.

İkincisi, terör dediğim IŞİD’e destek verenlerdir. Ne ezen ne ezilen, insanca, hakça bir düzen. Bunlar olduğu sürece insanca ve hakça bir düzeni yakalayamıyoruz.

FETULLAH GÜLEN’İ YERE GÖĞE SIĞDIRAMIYORLARDI

Üçüncü terör örgütü Fetullah Gülen terör örgütü. Ne diyorlardı Fetullah Gülen’le ilgili olarak? Her şeyi söylüyorlardı, yere göğe sığdıramıyorlardı, Merkez Bankasına para bile bastırdılar. Vatandaşa değil, FETÖ’ye “Ne istedin de vermedik, her şeyi verdik sana” dediler, tıpkı IŞİD’e der gibi, “ne istediysen sana verdik arkadaşlar ya” Düşünün, taşeron işçisi kadro istedi kadro vermediler, onlar üniversite istediler, 17 üniversiteyi birden verdiler. Emekli iki maaş istedi, vermediler; Gülen örgütüne dünyanın arsalarını, dünyanın paralarını aktardılar. İstanbul’da hangi arazileri, arsaları verdiler? Ankara’yı parsel parsel tahsis ettiler bunlara. Şimdi, ben namuslu, yürekli bir savcı arıyorum, Ankara’da arıyorum, Ankara’da. Bu Ankara Büyükşehir Belediyesinin cemaate parsel parsel verdiği arsalar nerede? Niye sormuyorsunuz bunu? Yüreğiniz mi yetmiyor? Cesaretiniz mi yok? Siz cumhuriyetin savcısı değil misiniz? Onun hesabının sorulması lazım. Kimsenin endişesi olmasın, biz onun hesabını soracağız.

İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİNİ HAZMEDEMİYORLAR

Bakın, dünkü gazetelerde bir haber, havuz medyası atmış manşetleri “İzmir Büyükşehirde FETÖ operasyonu.” Sanki Fetullah Gülen orada da bütün operasyonu yapmışlar gibi. Olay ne biliyor musunuz? Olay şu: Bütün belediyelere giden bir yazı İzmir Büyükşehir Belediyesine de geldi “ByLock kullanan 24 kişi var, bunlarla ilgili soruşturma yapın” olay bu. İzmir Büyükşehir Belediyesinde kaç kişi çalışıyor? 26 bin kişi çalışıyor, üstelik bunların bir kısmı mükerrer, bir kısmı zaten ayrılmış gitmiş, bir kısmı emekli olmuş bunların. Hadi diyelim ki öyle bir şey yaptınız, ya kardeşim, operasyon yapacaksanız bak İstanbul orada duruyor, Ankara orada duruyor, yerini arsasını söyleyelim, kimin ne olduğunu söyleyelim. İzmir Büyükşehir Belediyesini hazmedemiyorlar. Neden, biliyor musunuz? Çünkü, İzmir Büyükşehir Belediyesinin uluslararası kredi notu Türkiye Cumhuriyeti’nin kredi notundan daha yüksek. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti herhangi bir kuruluştan, yurt dışından borç isterse, kredi isterse teminat vermek zorunda ama İzmir Büyükşehir Belediyesi teminat vermeden istediği kadar kredi alabiliyor. Neden? Her kuruşun hesabını halka veren bir yönetim var, bir sosyal demokrat yönetim var, halkına hesap veren bir anlayış var, o nedenle bu böyle.

FETÖ’YÜ EN BAŞTAN BERİ BİLİYORLARDI

Peki, bunlar FETÖ’yü bilmiyorlar mıydı? En baştan beri biliyorlardı. 25 Ağustos 2004 yılında Milli Güvenlik Kurulunda görüşülüyor bu. Ne deniyor orada? Bir rapor görüşülüyor, ekrana yansıtmışlar, cemaatin himmet paraları aldığını söylüyor orada “Haberimiz yok” diyor ya, hepsinden haberleri var bunların.

Bakın değerli arkadaşlar, ne zaman uyandılar? Ayakkabı kutularında paralar çıkınca, bakanların çocuklarının yatak odalarında boy boy para kasaları çıkınca, 700 milyar liralık saat çıkınca, ondan sonra dediler ki “Bu terör örgütüdür.” Yoksa içtikleri su ayrı gidiyordu. Bakın, bir komisyon kuruldu, İlker Başbuğ geldi. İlker Başbuğ’u da, biliyorsunuz, terörist diye atmışlardı içeriye. İlker Başbuğ komisyonda şu açıklamayı yapıyor: “2008’te MİT’ten cemaatle ilgili rapor istedim. Rapora ‘gayri resmi’ dediler, içinde hiçbir şey yok, genel bilgiler var. Sadece 8-9 polisin ismi vardı, onun dışında başka bir bilgi yoktu. Ben bunu dönemin Başbakanına verdim ve dedim ki bu çok önemlidir; bugün bize, yarın size olabilir.” Erdoğan’ın söylediği “Komutanım, bunları çok büyütüyorsunuz, ne bunda?” demiş. “2002-2010 döneminde Milli İstihbarat Teşkilatından Türk Silahlı Kuvvetleriyle ilgili tek rapor bile bize gelmedi.” diyor. Raporu göndermeyen kim? Milli İstihbarat Teşkilatı! Kime bağlı Milli İstihbarat Teşkilatı? Başbakana bağlı!

Değerli arkadaşlarım, FETÖ ile ilişkilerini kestiler mi? Hayır, kardeşlik devam ediyor. Öyle önde bir kavga varmış gibi, nasıl devam ediyor? Cumhuriyete yapılan operasyonla biz bunu öğreniyoruz. Cumhuriyet Gazetesinde raporu düzenleyen, iddianameyi düzenleyen kim? FETÖ davasından yargılanan bir savcı. Bu savcı hangi suçlardan yargılanıyor, okuyayım size: Silahlı terör örgütü üyeliği, askeri ve siyasi casusluk, gizli kalması gereken belgeleri açıklama ve bu suça teşebbüs, cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen ya da tamamen engellemeye teşebbüs. Özel hayatın gizliliğini ihlal etmek, suç delillerini gizleme veya yok etmek, görevi kötüye kullanmak, resmî belgelere sahtecilik, suç uydurma. Bu davalardan yargılanan bir savcıya diyorlar ki cumhuriyet için iddianame hazırla, o da bu iddianameyi hazırlamış oluyor. Böyle bir şey olabilir mi arkadaşlar? Akıl mantık! 250 bin lira, Ahmet İnsel’in gönderdiği 350 liralık bir dekontu 250 bin liralık belge diye koyuyorlar, düzmece belge diye koyuyorlar. “250 bin lirayı hayatımızda görmedik” diyorlar ama, suçlamak için… Bunu dile getiren televizyon kanalına Cumhuriyetin avukatı bağlanmak istiyor ama bağlamıyorlar gerçekler ortaya çıkmasın diye.

"TÜRKİYE’Yİ BÖLDÜRMEYECEĞİZ" DİYORUZ, BUNDAN RAHATSIZLIK DUYUYORLAR

Son olarak şunu söyleyeyim: Parti Meclisimiz toplandı ve güzel bir bildiri yayınladı. Bugün yapılan konuşmalardan anlıyorum ki bildiriden müthiş rahatsızlık duyuyorlar. Vatandaşlarıma soruyorum: Bizim bildiride neler var ifade edeyim:

Bir, Cumhuriyet Gazetesine yapılan saldırıları doğru bulmuyoruz. Askerî, siyasi bürokrat varsa FETÖ soruşturmasında açığa çıksın diyoruz, insan hakkı ihlalleri olmasın diyoruz, hüküm kesinleşmeden milletvekilleri Anayasa Mahkemesi kararlarına uygun olarak tutuklanmasın diyoruz, bütün bunları söylüyoruz ve şöyle bağlıyoruz: Ne darbe ne dikta, yaşasın tam demokrasi. Bundan üzülüyorlar. Başka ne diyoruz? Türkiye’yi böldürmeyeceğiz, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu cumhuriyeti sonsuza karşı yaşatacağız, bundan da rahatsızlık duyuyorlar.

Doğruları söylemeye her zaman devam edeceğiz, her zaman mazlumların yanında olacağız, her zaman halkımızın yanında olacağız. Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti diyoruz ve gurur duyuyoruz.

Anahtar Kelimeler
YORUMLAR
 
 
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Ayrıca suç teşkil edecek hakaret içerikli yorumlar hakkında muhatapları tarafından dava açılabilmektedir.
Henüz yorum yapılmamış ilk yorum yapan siz olun...
2
Sağ 300x250 Reklam
YAZARLAR