Üst Header Banner Reklam
SURİYELİLERE VATANDAŞLIK DEĞİL, VATANLARININ VERİLMESİNİ İSTİYORUZ
AKP’nin ideolojik akrabalığı sebebiyle Türkiye’de palazlanmış olan IŞİD’e karşı AKP’nin seyirci kalmasının ağırlığını, bizler yaşadığımız kayıplarla her gün çok canlı bir şekilde hissediyoruz.
13.07.2016 20:39:12
Bu haber 468 kez okundu
SURİYELİLERE VATANDAŞLIK DEĞİL, VATANLARININ VERİLMESİNİ İSTİYORUZ

 SURİYELİLERE VATANDAŞLIK DEĞİL, VATANLARININ VERİLMESİNİ İSTİYORUZ

CHP Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke, “Saray Rejimi”nin bu sorumsuz politikası, hiç olmaması gereken bir yabancı düşmanlığını da ortaya çıkartıyor. Unutmayalım, sorunumuz kendi vatanından edilmiş olan ve kendileri çok zor koşullarda yaşayan Suriyeliler değil, sorunumuz bu gerçeği ortaya çıkartmış olan AKP iktidarı ve bunu çözmek yerine, bir siyasi malzemeye dönüştüren, kendi çıkarlarını önceleyen siyaset yaklaşımıdır. Bizler Suriyelilere vatandaşlık değil, vatanlarının verilmesini istiyoruz. Her şeyden önce, bölgede barış ve barışın öncüsü olma gücü gösterecek bir Türkiye Cumhuriyeti özlemi içerisindeyiz” dedi.

Genel Başkan Yardımcısı Böke’nin, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun başkanlığında toplanan Merkez Yönetim Kurulu’nun gündemine ilişkin parti genel merkezinde düzenlediği basın toplantısındaki konuşması şöyle:

Değerli basın mensubu arkadaşlarım, çok sevgili vatandaşlarımız, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Her Çarşamba yaptığımız gibi bugünde Cumhuriyet Halk Partisi MYK’sının gündeme dair değerlendirmelerini sizlerle paylaşmak için buradayım.

TÜRKİYE’Yİ ATEŞE ATMAKTAN ÇEKİNMEYEN BİR “SARAY REJİMİ” YÖNETİYOR

Geçtiğimiz hafta bayramda buluşamamıştık, bu vesileyle geçmiş bayramınızı da tekrar kutluyorum. Gönül isterdi ki, Türkiye ağız tadıyla bir bayram geçirebilmiş olsaydı. Gönül isterdi ki, hepimiz sevdikleriyle, aileleriyle kavuşabildiği ve kavuşma telaşı yaşamadığı bir bayram geçirmiş olsaydı. Bayramdaki bu acılar ve her gün hissetmeye devam ettiğimiz derin endişeler, maalesef iktidarın kısa vadeli hesaplarla siyaset yürütmesinden kaynaklanıyor. Bu kısa vadeli hesaplarla yürütülen siyasetin en somut hissedildiği alan dış politika alanı oldu. Türkiye ne yazık ki, çok uzun süredir, “Kendi siyasi hesaplarını Türkiye’nin çıkarlarının önüne geçirmiş bir iktidar tarafından yönetiliyor” ve “Bu hesaplarla kendi iktidarı için Türkiye’yi ateşe atmaktan çekinmeyen bir saray rejimi tarafından yönetiliyor.” Bu rejim, kendi siyasi ihtirasları için hatırlarsanız, 10 yıl kadar önce Irak’a müdahale etmeye kalktı. Mecliste Cumhuriyet Halk Partisi’nin başında bulunduğu bir irade buna engel oldu. Şimdi “Chilcot Raporu”yla bu karşı çıkışın ne kadar doğru olduğu da uluslararası zeminde bir kez daha ispat edilmiş oldu. Türkiye’yi bu uluslararası belanın bir parçası yapmamış olmamızın ne kadar doğru olduğu da ortaya çıkmış oldu.

Ancak maalesef aynı müdahaleci yaklaşım, aynı kısa vadeli siyasi çıkarları önceleyen yaklaşım, yıllar sonra Suriye’de mezhep temelli, çok hayalci, çok öngörüsüz bir politikayı da ortaya koydu. Maalesef ortaya konan bu AKP politikasının sonucunda, Türkiye ilk defa radikal, cihatçı ve çok aşırıcı bir terörle günlük hayatın içerisinde yaşamak zorunda bırakıldı. Küresel cinayet şebekesi IŞİD Türkiye’nin bir gerçeği haline dönüştü ve gerçekleştirdikleri vahşi saldırılar sonucunda yüzlerce vatandaşımızı kaybettiğimiz bir döneme girdik. Bugün IŞİD, hala çok sistematik bir tehdit olarak Türkiye’nin karşısında durmaya devam ediyor. Unutmayalım ki, resmi yazışmalarda IŞİD’in 70’in üzerinde ilimizde hücreleri olduğunun tahmin edildiği resmi belgelerde yazıyor. Ve hükümet bu tehdide rağmen, resmen bu bilgi bilinmesine rağmen bu konuyla ilgili nasıl bir mücadele ortaya koyacağını tarif etmiş değil.

CANLI BİR BOMBANIN ÜZERİNDE OTURUYORUZ

Bu tehditler karşısında dış politikada ani bir geri vites değişikliğiyle karşı karşıya kaldık ve bu geri vitesle geri dönülmeye çalışılan toz topraklı yolda, tek kaybeden Türkiye olmuş oldu. Dış politikanın normalleşmesinin sağladığı faydalar tabi ki göz ardı edilmemeli. Ancak geri vitese takılmış olan politikanın, Türkiye’yi içinde bıraktığı toz toprakta asla göz ardı edilmemeli. Türkiye’yi aşırıcı, radikal terörle baş başa bırakmış olan ve buna karşı hala herhangi bir mücadele ortaya koymayan iktidar, maliyeti Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün vatandaşlarına çıkarmaktadır. Ve maalesef hala bir şey yapılmadığı için biz canlı bir bombanın üzerinde oturmaya devam ediyoruz. AKP’nin ideolojik akrabalığı sebebiyle Türkiye’de palazlanmış olan IŞİD’e karşı AKP’nin seyirci kalmasının ağırlığını, bizler yaşadığımız kayıplarla her gün çok canlı bir şekilde hissediyoruz.

Buradan bir kez daha iktidara sesleniyoruz. İktidarın en temel görevi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının can ve mal güvenliğini sağlamaktır. IŞİD tehdidini göz ardı etmenize, küçümsemenize, Türkiye’yi bir küresel cinayet şebekesinin insafına terk etmenize asla izin vermeyeceğiz.

GENEL BAŞKANIMIZ 11 SORU SORDU. HALA YANIT ALMIŞ DEĞİLİZ

Dün Sayın Genel Başkanımız, IŞİD – AKP ilişkisi ve IŞİD’in Türkiye’deki yapılanmasına ilişkin Başbakana 11 soru yöneltti. Sorular çok açıktı. Ancak, hala bu 11 soruya herhangi bir yanıt almış değiliz. Bu sorulara verilecek yanıtı olmayanlar, yalanla siyasete başvurmak zorunda kalıyorlar. Öyle ki, Cumhuriyet Halk Partisi’nin hangi tezkereyi evetle, hangi tezkereyi hayır oyuyla reddettiğine dair bilgileri çarpıtarak kamuoyuna sunmanın ötesinde bir siyaset üretemiyorlar. IŞİD tehdidine karşı derhal, acilen iktidarın somut adımlar atması gerekmektedir. Bu adımların atılmadığı her gün, AKP hükümeti tarafından Türkiye bir güvenlik ateşine, doğrudan AKP tarafından atılıyor demektir. Bu adımların atılmadığı her gün, AKP’nin ideolojik akrabalığı olduğu IŞİD’i koruyor anlamına gelmesidir. Yani, AKP bir kez daha maalesef, hiçbirimizi şaşırtmayarak bir terör örgütüne yardım ve yataklık yapıyor demektir. IŞİD örgütüne verilen bu açık destek, Suriye’de uygulanan maceracı politikanın bir uzantısıydı. İşte bu kendi siyasi çıkarlarını herkesin ötesinde gören yaklaşım, maalesef Türkiye’ye bir başka çıkmazı daha hayatımıza soktuğu bir dönem ortaya çıkardı. Milyonlarca insan Suriye’de vatanından oldu. O milyonlarca insanın 3 milyonunu biz burada misafir ediyoruz, soframızı paylaşıyoruz. Ortak bir kültürümüz, ortak bir coğrafi tarihimiz var, akrabalıklarımız var. Bir arada yaşamaktan daha doğal bir şey düşünülemez.

3 MİLYON SURİYELİ ÜZERİNDEN SİYASET VE PAZARLIK YAPILIYOR

Ancak unutmayalım ki, Suriyeliler esasında burada değil kendi vatanlarında olmak isterlerdi. Bize düşen en temel görev de, onların kendi vatanlarında yaşamalarına imkan verecek düzende öncü rol oynamaktır. Oysa, maalesef milyonlarca Suriyeli’nin evinden olmuş olmasının temel sebeplerinden biri, Türkiye’nin bu maceracı dış politikası olmuştur. Şimdi de yine bir siyasi hesapla, 3 milyon insanın üzerinden yeni bir siyaset tasarlanıyor. Bu 3 milyon insanın evrensel hakları gözardı edilerek, önce AB ile pazarlık malzemesine dönüştürüldüler. “Gerekirse otobüslere doldururuz göndeririz” diyecek kadar insanlıktan çıkmış bir yaklaşımı daha birkaç ay önce yaşamıştık. Şimdi de aynı insanlar üzerinden, onların acılarını suiistimal ederek bir vatandaşlık pazarlığı ortaya konuyor. Şimdi de yeni yalanlar anlatılıyor. Biz Ensarız, “Suriyelilere insanlık için kucak açtık” diye yalan söylemlerle hepimiz oyalanıyoruz. Yine insan hayatı üzerinden siyaset yapılıyor ve bu siyasetle maalesef AKP, Türkiye’nin bugününe de, yarınına da ipotek koyuyor. Çünkü saray rejimi, ne evinden barkından olan 3 milyon insana değer veriyor, ne bu 3 milyonu misafir ederken, kendi ekonomik düzeni bozulduğu için umutsuzluğa sevk edilen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına değer veriyor, ne de milyonlarca sığınmacı biranda vatandaş yapılırsa, ortaya çıkacak maliyetlerin hesaplanmasına izin vermeyerek Türkiye’ye değer veriyor. Saray rejimi, varsa yoksa kendisiyle meşgul. Onun için önemli olan kendi iktidarının devamı.

Ancak unutmayalım, bu iktidarın devamı için hiçbir insanın siyasete malzeme edilmesine biz izin vermeyeceğiz. Suriyeli sığınmacılara, ya da şimdi çark edilerek söylendiği gibi, belli kriterlere uyan bir grup Suriyeli sığınmacıya hükümet tarafından keyfi bir şekilde seçilerek, Türkiye Cumhuriyeti yasalarında tanımlanan, prosedür ve süreçleri es geçen vatandaşlık verilmesi asla kabul edilemez. Böyle bir çılgınlığa kalkışmak, Türkiye’nin güvenliğine açık bir tehdit oluşturur. Bu Türkiye toplumuna ihanet olur. Böyle bir çılgınlığa kalkışmak Türkiye ekonomisinde öngörülemez zararlara yol açabilir. Milyonlarca dar gelirli vatandaşımıza açık bir ihanet olur. Böyle çılgınca bir adım Türkiye’nin sosyal yapısını altüst eder ve Türkiye’nin huzuruna ve yarınına çok açık bir ihanet olur. Türkiye Cumhuriyeti kimsenin babasının malı değildir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı da, kimse tarafından siyasi malzeme ve siyasi rüşvet aracı olarak kullanılacak kadar ucuz ve değersiz değildir.

SORUNUMUZ, VATANINDAN EDİLMİŞ VE ZOR KOŞULLARDA YAŞAYAN SURİYELİLER DEĞİL

Saray rejiminin bu sorumsuz politikası, öte yandan hiç olmaması gereken bir yabancı düşmanlığı da ortaya çıkartıyor. Unutmayalım, sorunumuz kendi vatanından edilmiş olan ve kendileri çok zor koşullarda yaşayan Suriyeliler değil, sorunumuz bu gerçeği ortaya çıkartmış olan AKP iktidarı ve bunu çözmek yerine bir siyasi malzemeye dönüştüren, kendi çıkarlarını önceleyen siyaset yaklaşımıdır. Bizler Suriyelilere vatandaşlık değil, vatanlarının verilmesini istiyoruz. Bizler Suriyelilere TOKİ’de ev değil, kendi topraklarında kendi inşa etme lüksünü yaşayabildikleri evlerin vaat edilmesini istiyoruz. Her şeyden önce, bölgede barış ve barışın öncüsü olma gücü gösterecek bir Türkiye Cumhuriyeti özlemi içerisindeyiz. Nasıl ki, Suriyelileri bir siyasi malzemeye dönüştürüp onlara vatandaşlık verilmesine karşı çıkıyorsak, aynı şekilde evrensel insan haklarından yoksun bırakılmış olan Suriyelilere karşı, ırkçı ve dışlayıcı bir söyleme de kuvvetle karşı çıkıyoruz ve bunu yapan ve bunu da bir siyasi malzemeye dönüştüren herkese de buradan aynı kuvvette “Dur” diyoruz.

Bir kez daha ifade etmek istiyorum. Bizim için sorun Suriyeli vatandaşlar değil, bizim için sorun, o Suriyeli vatandaşlara sorunu ortaya çıkarmış olan siyasi yaklaşımın, bu sorunu gözardı ediyor olmasıdır. Suriyeli sığınmacıların her birimiz gibi evrensel insan hakları vardır ve kimsenin ırkçı hezeyanlar ve nefret söylemiyle bu insanları ve onların yaşam haklarını hiçe sayma hakkı yoktur. Maalesef saray rejimi, bu meseleyi bir vatandaşlık ve ırkçılık söylemi arasına sıkıştırmıştır. Oysa bizlere düşen akılcı, rasyonel bir biçimde 3 milyon insanın yarınına dair bir resmi ortaya koymaktır.

İşte bu sebeple, Cumhuriyet Halk Partisi geçtiğimiz haftalarda göçmen sorunlarını inceleyen komisyonunun bir raporunu yayımlamıştı. Bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Bu rapor çok açık, bütüncül bir çerçeveye ihtiyaç olduğunu detaylı bir şekilde ortaya koymuştu. Bu rapor her şeyden önce, Suriyelilere vatanlarının barış içinde yaşayacakları bir şekilde tesis etmesinin, edilmesinin öncelenmesi gerektiğinin altını çizmişti. Barış sağlanmalı ki, isteyenler Suriye’ye dönebilsin ve her birimiz insan olarak biliyoruz ki, bizler kendi topraklarımızın kokusuyla, onun verimiyle ve o toprakların üstünde ve altında yaşayan bizim tarihimiz ve geleceğimizle bir arada olmak istiyoruz. Bu ne kadar bizim hakkımızsa, aynı şekilde Suriyelilerin de hakkıdır. Bunun ötesinde, bir ‘Göç Bakanlığı’ kurulması gerekliliği çok aşikar. Vatandaşlık tartışmasından çok daha önce yapılması gereken, burada şuanda yaşayan 3 milyon kişinin sorunlarını takip eden, bu sorunlara çözüm üreten bir merciinin ortaya çıkartılmasıdır. Bu bakanlık kurulduğu takdirde ancak, zaten biz kimlerin burada olduğunu bileceğiz. Ancak o zaman, biz doğru çözümleri akılcı bir şekilde tartışıyor olacağız. Cenevre Sözleşmesi’ndeki mültecilere dair, Türkiye’nin çekincesinin mutlaka yeniden ele alınması gerekiyor. Suriyeli sığınmacılara, mülteci statüsünün resmi olarak verilebilmesi gerekiyor. Unutmayalım, mülteci olmaktan doğan hukuki haklar ,böylece eksiksiz bir şekilde 3 milyon kişi tarafından kullanılabilir hale gelecektir. Ve bu sorunun sadece bir Türkiye sorunu olmadığı, yükünün uluslararası bir biçimde paylaşılması yönünde sağlıklı adımlarında atılması gerekmektedir. Sığınmacı kamplarının acilen şeffaf bir yapıya kavuşturulması gerekiyor. Kamuoyunun, siyasetçilerin ve sivil toplumun denetimine açık birer mekana dönüştürülmesi gerekiyor. Keyfiyetten uzak, hak temelli bir yaşam ancak denetimle inşa edilebilir. Ve her şeyden önemlisi siyasetin insanı kendine malzeme eden yaklaşımı acilen, çok acilen terk etmesi gerekiyor. Meselenin Türkiye’nin geleceğini ve sığınmacıların insan haklarını gözeterek, rasyonel bir biçimde ele alınması ve tartışılması gerekiyor. Suriyelilerin çaresizliğini, kendi siyasetine alet etme basitliğinin kimse tarafından gösterilmemesi gerekiyor.

Esasında, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının, nasıl kazanılacağına dair yönergeler çok açık bir şekilde yasalarda zaten var. Eğer AKP hükümeti, yasayla belirlenmiş bütün bu koşulların etrafından dolanacağını itiraf ediyorsa, eğer AKP hükümeti, Suriyeli vatandaşlara kitlesel bir biçimde vatandaşlık hakkı verilmesi konusunda ısrarlıysa, bu böyle basit bir idari kararla yapılamaz. Bu kadar büyük bir karar, ancak ve ancak halkın iradesiyle verilecek bir karardır.

Her şey için referandum diyenlere, buradan bir kez daha sesleniyoruz. Eğer sizde vatandaşlık konusunu bir siyasi malzeme olarak değil, gerçekten samimiyetle çözmek istiyorsanız, o zaman buyurun, vatandaşlık konusunu bir referandumla vatandaşımıza soralım. Dış politikadaki bu maceracı yaklaşım, biraz önce tarif ettiğim, bin türlü şekille maalesef Türkiye’nin bugününü de, yarınını da ipotek altına almış vaziyette. AKP’nin neredeyse bütün politikaları, Türkiye’nin geleceğini bir biçimde ipotek altına alıyor.

TÜRKİYE’NİN EĞİTİM POLİTİKASINI, İKTİDARINI PEKİŞTİRECEK YÖNDE TASARLIYOR

Bir diğer alan da, beni de bir anne olarak ilgilendiren ve bizi izlediğini bildiğim milyonlarca anne ve babanın kalbindeki en derin yara ve endişe olan eğitim konusu. Nasıl ki, dış politika maceracı bir çerçeveye sıkıştırılmışsa, eğitimde aynı biçimde AKP tarafından ideolojik bir çerçeveye sıkıştırılmış durumda. Saray rejimi, çocukları kendisinin geleceği için yetiştirmek istiyor, çocuklarımızın geleceği için değil. AKP Türkiye’nin eğitim politikalarını, sadece kendi iktidarını pekiştirecek yönde tasarlamak istiyor. Çocuklarımızın inşa edeceği, kuvvetli bir Türkiye ekonomisinin temellerini atmak için değil. Eğitimin onlarca sorunu varken, kalitesiyle ilgili sıkıntılar uluslararası anlamda her açıdan ortaya konmuşken, hiçbir mesele kalmamış gibi ilkokul ikinci sınıflara Arapça dersi verilmesi, Türkiye’de bir eğitim tartışması yaratıyor. Türkiye’nin bundan çok daha elzem, çok daha acil eğitim sorunları var. Önceliklerin doğru belirlenmesi gerekiyor.

İşte tatile girmeden önce, liselilerin “Hayır” dediği karanlık tam da bu karanlıktı. Liseliler “Bize hiçbir şey dayatmanızı istemiyoruz” dediler. “Biz bir gelecek istiyoruz” dediler ve “Biz o geleceğin aydınlık olmasını istiyoruz” dediler. Biz de Cumhuriyet Halk Partisi olarak, buradan herkese çok açık bir şekilde bir güvence veriyoruz. Türkiye’nin laik, bilimsel, herkese eşit fırsat yaratan bir eğitim sistemine geçmesi için, aydınlığı isteyen liselilerimizle, onların anne ve babalarıyla biz omuz omuza durmaya ve Türkiye’de bilimi, laikliği ve aydınlık yarınları güvence altına alan bir eğitimi ortaya koymaya kararlıyız.

YANDAŞA “VARLIK BARIŞI YASASI”

Bütün bu rezaletler yaşanırken, ekonomide de bir dizi sıkıntıyla karşı karşıyayız. Öyle ki, geçtiğimiz haftalarda turizm duasına çıkılmıştı, şimdi döviz duasına çıkıldı. AKP iktidarı, dışa bağımlılıkta hat safhaya ulaşmış olan Türkiye ekonomisini öyle bir inşa etti ki, dışarıdan para gelmezse, Türkiye’de herhangi bir iş maalesef dönmüyor. İşte dışarıya bu muhtaçlığını açıkça ortaya koyan, yeni bir ekonomik paketi de adeta bir yatırım teşviki gibi sunarak meclise getirdiler. Bir “Varlık Barışı Yasası” geldi. Bu “Varlık Barışı Yasası” bir kez daha AKP’nin vatandaşı değil, yandaşı öncelediğinin çok somut bir göstergesi. Varlık barışı, parayı kimin getirdiğini sorgulamadan, istediğiniz miktarda hiçbir vergi ödemeden, yurtdışından para getirmenize imkan veriyor. Düşünün ki, net 1300 lira asgari ücret kazanmak için saatlerce çalışan bir işçi vergi ödüyor, ama rüşvetle ortaya çıkmış olan parayı yurtdışına kaçırıp, kuralsızca geri getirecek olanlar herhangi bir vergi ödemiyorlar. Manav sebze, meyve satışı yaptığı için vergi ödüyor, ama kara parayı aklamak için bavullarla milyonlarca lira getirecek olanlar, vergi ödemiyorlar. AKP’nin bugünü ve yarını ipotek altına alan yaklaşımı, işte bu “Varlık Barışı Yasası”nda da çok açık bir biçimde ortaya çıkıyor.

Bize düşen en önemli görev, Türkiye’yi akılcı siyaset yoluna yeniden sokmaktan geçiyor. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu görevimizin farkında ve bu görevimizin bilincindeyiz ve Türkiye’nin bugününü de, yarınını da aydınlık kılacak her tür adımı atmak için çalışmaya devam edeceğiz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Anahtar Kelimeler
YORUMLAR
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Ayrıca suç teşkil edecek hakaret içerikli yorumlar hakkında muhatapları tarafından dava açılabilmektedir.
Henüz yorum yapılmamış ilk yorum yapan siz olun...
2
Sağ 300x250 Reklam
YAZARLAR