Üst Header Banner Reklam
TÜM BÖLGELERDE GÜVENLİK KAYGISI VAR
Bugün bölgede, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşananlar Türkiye’nin birlik ve bütünlüğü açısından kaygı verici bir hal almıştır. Siyaset gerçekçi ve acı tespitlere
16.12.2015 14:17:02
Bu haber 783 kez okundu
TÜM BÖLGELERDE GÜVENLİK KAYGISI VAR

  CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Haluk Koç’un MYK toplantısı sonrası açıklamaları

- TÜM BÖLGELERDE GÜVENLİK KAYGISI VAR

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Prof. Dr. Haluk Koç, Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun başkanlığında yapılan MYK toplantısı sonrası önemli açıklamalar yaptı. Türkiye’nin tüm bölgelerinde artan güvenlik kaygılarına dikkati çeken Koç, bunun siyasi sorumlusunun 13 yıllık AKP iktidarı olduğunu vurguladı.

“Her şeyi yok sayarak attığınız adımlar berbat sonuçlarla karşımıza çıktı” tespitini yapan Koç, “Genel çerçevemiz şudur: bizim için her vatandaşımız kutsaldır, birdir; tırnağına taş değmesine müsaade etmeyiz, ama bu ülkenin tek çakıl taşının feda edilmesine de asla izin vermeyiz” diye konuştu. Koç şu değerlendirmeleri yaptı:

MYK, KURULTAYI DEĞERLENDİRDİ

Cumhuriyet Halk Partisi olağan Merkez Yönetim Kurulu toplantısını bugün yaptı. Sayın Genel Başkanımız Diyarbakır’da şehit düşen polislerimizden bir tanesinin Ankara’da olan cenaze törenine katılmak için Kocatepe Camii’nde şu anda... Merkez Yönetim Kurulu toplantısında 16 – 17 Ocak’ta gerçekleştirilecek 35. Cumhuriyet Halk Partisi olağan kurultayıyla ilgili gelişmeler değerlendirildi. Bu konudaki hazırlıklar gözden geçirildi.

İlçelerimizde biliyorsunuz olağan kongre süreçleri tamamlandı. İllerimizin bir kısmında yapılmıştı. Bu hafta sonu ve önümüzdeki iki hafta sonu 26 – 27 Aralık’ta da bütün illerimiz tamamlanmış oluyor. Böylece kurultay sürecine de yenilenmiş bir kurultay delegasyonuyla gitmek gerçeği karşımıza çıkmış bulunuyor.

SANCAR, MORAL VE IŞIK OLDU

Değerli arkadaşlarım, önemli konulardan bir tanesi yaşanan bunca kargaşa arasında, bunca sıkıntılı tablo karşısında yüzümüzü güldüren, millet olarak bizi onurlandıran bir gelişme, Profesör Doktor Aziz Sancar’ın kimya dalında bu yıl Nobel ödülüne layık görülmesiydi. Sayın Sancar biliyorsunuz dün Türkiye’ydi. Çeşitli ziyaretlerde bulundu. Öncelikle Cumhuriyet Halk Partisi adına ve bir akademisyen olarak kendi adıma da Sayın Sancar’ı bu başarısından dolayı kutluyorum. Gerçekten Türkiye’ye bu sıkıntılı günlerinde bir ışık oldu, bir moral kaynağı oldu. Ve her şeyden önce Sayın Sancar’ın kendisinin de söylediği gibi "Bu ödül cumhuriyet sayesinde, Atatürk sayesinde alınmış bir ödüldür" sözü bugün Türkiye’deki üniversite sistemini çıkmaza sokanların da kulağında asılı kalması gereken bir küpe olarak hepimizin hafızasına kazındı. Bu ödül bu coğrafyanın her yanında okullar kuran, çağdaş, bilimsel bir eğitim veren ve bu ülkenin bütün vatandaşlarına yeni yollar, olanaklar açan cumhuriyetin eseridir sözü gerçekten çok önemli. Sembolik bir adım daha atıyor Sayın Sancar. Biliyorsunuz 19 Mayıs tarihinde bu ödülü Anıtkabir’e bırakacağını da ifade ediyor. Kendisine bir kere daha şükranlarımızı sunuyoruz ve başta Atatürk olmak üzere demokrasi, özgürlük ve çağdaşlaşma mücadelesi veren bütün kahramanlarımızı, devlet adamlarımızı da bu arada rahmetle anıyorum.

ÜNİVERSİTE SİSTEMİ GÖZDEN GEÇİRİLMELİ

Değerli arkadaşlarım, tabi bu çerçevede Türkiye’deki üniversite sistemini de gözden geçirmek gerekir. Hala daha 1982 Anayasası’nda getirilen merkezi denetim sistemini, yani tüm üniversitelerin mali, idari ve bilimsel özerkliğini yok eden YÖK belasını içinde barındıran bir anayasayla Türkiye yönetilmeye devam ediyor. Türkiye’deki üniversitelerin üretkenlik noktasında geri kalması, hizmet verme noktasında geri kalması bu çerçevede değerlendirilmeli. Türkiye Araştırma-Geliştirme dahil üniversite sistemini yeniden gözden geçirmeli. Anayasa tartışmalarının da gündemde olduğu şu günlerde anayasanın YÖK’le ilgili maddesinin de gündemde çok ciddi bir şekilde ele alınması gereği Nobel ödülü alan Sayın Aziz Sancar’ın da çıkışlarıyla tekrar Türkiye’nin gündemine oturması gerektiğini bir üniversiteden daha önce öğretim üyesi olarak görev yapmış bir arkadaşınız olarak da Türkiye için gerekli olduğunu bir kere daha ifade etmek istiyorum. Bugün Türkiye’de tıp fakülteleri hizmet veremez halde. Kamu adına öğrenci yetiştiren, bilim üreten üniversiteler tükenmiş durumda. İnsan kaynaklarını yitirmiş durumdalar. Bu gerçekleri mutlaka değerlendirmesi gerekiyor sorumluların. Bunu da huzurlarınızda bu vesileyle ifade ediyorum.

ŞEHİT HABERLERİ GELMEYE DEVAM EDİYOR

Değerli arkadaşlarım, birçok konu var ama bu konulardan en önemlisi belki Türkiye’de son dönemde yaşanan gelişmeler. Dün Diyarbakır’da yaşanan hain saldırıda şehit olan polislerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Bir kere daha aziz milletimize de başsağlığı, yakınlarına başsağlığı dileklerimi iletiyorum. Şehit haberleri her gün gelmeye devam ediyor. Şu saatte var mı henüz bilmiyorum. Çünkü toplantıdan çıktım bana iletilmedi. İnşallah yoktur, tekrar etmez. Her seferinde de tarifsiz acılar içine giriyoruz. 2002 yılında sıfır noktasında olan terör bugün maalesef Türkiye’nin önemli bir coğrafyasında genele de yayılma istidadı göstererek, eğilim göstererek canımızı yakmaya devam ediyor. 13 yıldır uygulanan gayri milli, kısa vadeli, öngörüsüz politikalar yüzünden ülkemiz ağır bedeller ödüyor, halkımız ağır bedeller ödüyor. Bu gerçekle de yüzleşmek zorundayız.

DOĞU-GÜNEYDOĞU KAYGI VERİCİ HAL ALDI

Bugün bölgede, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşananlar Türkiye’nin birlik ve bütünlüğü açısından kaygı verici bir hal almıştır. Siyaset gerçekçi ve acı tespitlere dayanmak zorunda. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşananlar bütün bu olayları tanımlamak için kullanılan kelimeler, durumun vahametini de açık bir şekilde yapılan çeşitli açıklamalarda ortaya koyuyor, sizlerde farkındasınız.

Türkiye maalesef bu süreci akılla, ferasetle, tarihi ferasetiyle, geniş devlet kültürüyle aşmak zorunda. Burada en büyük sorumluluk devleti yönetenlere düşüyor. Kibirle, kaprisle, kişisel hesaplarla, kişisel çıkarlara dayalı öngörüsüz politikalarla devletin yönetilemeyeceği bir kere daha tüm acı gerçeğiyle maalesef karşımıza çıkmış bulunuyor.

13 YILDIR SİZ YÖNETİYORSUNUZ

Bu milletin çıkarından çok kendi yakın dönem politik çıkarlarını düşünen bir anlayış ile devletin idare edilmesi değerli arkadaşlarım, mümkün değildir. AKP’nin bu şekilde şapkasını önüne koyarak ciddi bir değerlendirme yapması gerektiğine ben inanıyorum. 13 yıldır bu ülkeyi yönetiyorsunuz, çeşitli iddialar ortaya attınız, geldiğimiz nokta ortada. Bu gerçekçi muhasebeyi en başta sizlerin yapması gerekiyor. Herkesi yok sayarak attığınız adımlar, sonunda berbat sonuçlarla karşımıza çıktı. Bütün bölge yangın yeri. Türkiye’nin sadece bahsettiğim bölgesinde değil, tüm bölgelerinde güvenlik kaygısı var ve her gün yeni haberler geliyor. Her gün bu ülkede ocaklar sönüyor.

Değerli arkadaşlarım, çok boyutlu ve derin toplumsal iz düşümleri olan bu sorunun bir tek çözüm yeri var o da TBMM. Bunu def’aten sözlerimizin dikkate alınmadığı dönemde dahi ifade ettik, ifade edegelmeye de devam ediyoruz.

TBMM bu soruna el atmak, mecliste temsil edilen tüm partiler de çok içten ve samimi olarak, bulundukları siyasi kamplardan ve koşullanmalardan sıyrılarak bu sorunu çözmek için harekete geçmek durumundalar. Bu bir ulusal konudur, bu hepimizi ilgilendiren bir konudur ve hepimizin ortak sorumluluk alması gereken bir konudur.

SORUN HENDEK KAZMA MESELESİ DEĞİL

Bugün karşı karşıya olduğumuz mesele değişik tartışmalara konu olduğu gibi sadece bir hendek kazma meselesi değildir. Bugün karşı karşıya kaldığımız mesele, sadece sokağa çıkma yasaklarıyla şehirlere tanklar sokarak bir savaş manzarası ortaya koyarak çözülebilecek bir mesele de değildir. Sorun demin söylediğim gibi hendek sorunu değil, o hendekleri açtıran, o bölgeyi yangın yerine çeviren, derin ve küresel siyasi boyutları olan bir mesele haline gelmiştir. Maalesef etrafımızdaki siyasi koşullar bu sorunu bir süredir Türkiye’nin sorunu olmaktan çıkartmış daha bir bölgesel, daha bir uluslararası sorun konjonktürüne ister istemez taşımıştır. Dış politikada yapılan stratejik hatalar bu sorunun bu boyuta ulaşmasına maalesef zemin hazırlamıştır.

Değerli arkadaşlarım, demin vurguladım; halkımızın birliğini, bütünlüğünü sağlamak, ülkemizin bekasını korumak hepimizin ortak görevidir. Devlet terörle hukuk dışına çıkarak mücadele edemez. Hukuk devleti olarak bu mücadelesini ulusal ve uluslararası hukuk çerçevesinde yapmak zorundadır. Zaten devleti devlet yapan, devleti devlet olarak tarif eden hukuk içerisinde karşılaştığı sorunlarla mücadele etmesi gerçeğidir. Hukuku dolanarak, aşarak, gayrinizami yollarla yapılan her uygulama terörle mücadele değil bir şekilde teröre destek çıkan uygulamalardır sonuçları itibariyle. Devlet her vatandaşın hakkını korumak, her vatandaşını mukaddes bilerek saçının teline zarar gelmesin diye azami gayreti göstermek durumundadır. Devlet kendi vatandaşına düşman unsur, kendi şehirlerine de düşman şehir statüsüyle asla bakamaz, bakmamalıdır.

DEVLET YÖNETİMİ CİDDİYET VE VİZYON GEREKTİRİR

Değerli arkadaşlarım, bunu herkese ifade ediyoruz. Dün kurulmuş bir ülke değil Türkiye. Türkiye bir çadır devleti de değil, bir kabile devleti de değil, bir aşiret geleneğinden gelen bir devlette değil. Kanla kurulmuş, mücadeleyle kurulmuş, 1950’den sonra çok partili rejime geçerek demokrasiyle cumhuriyeti bütünleştirme çabaları içine girmiş, demokrasinin kurum ve kurallarını özümsemeye gayret etmiş, bugünlere gelmiş bir ülke Türkiye. Hiç kimsenin şahsi kaprisleriyle, kısa dönem beklentileriyle, orta vadeli siyasi hırslarıyla bu kavramların içini boşaltamaz, bu kavramları gözardı ederek kendine gelecek tayin edemez.

Değerli basın mensupları, vurguladığım hususlardan bir tanesi; devlet yönetimi ciddiyet gerektirir, devlet yönetimi aynı zamanda öngörü ve vizyon da gerektirir. Ciddiyetin yanında öngörü ve vizyon da gerektirir. Uluslararası ilişkilerde her devlet kendi çıkarını koruma hakkına mutlaka sahiptir. Bunun içinde hareket eder. Ancak bunun yolu, yöntemi, öngörüşlü olmak, doğru hareket etmek ve gerçeklere akılcı bir şekilde bakmaktır.

Şimdi bakın, biraz sonra bir daha değineceğim bu konuya ama, şimdi yaşadığımız olaylara bir başka cepheden de bakmak istiyorum. Önemli olduğu için bu basın değerlendirmesinin önemli bir kısmını bu bölüme ayırmak zorundayım. Çünkü çok ciddi sıkıntılı, belki de yakın tarihin en sıkıntılı döneminden geçiyor şuanda Türkiye.

Çeşitli manzaralar görülüyor. Öğretmenler SMS talimatlarıyla bölgeden tahliye ediliyor, öğretmenler ayrılıyor. Ama eğitim verdikleri çocuklar o bölgelerde kalmaya devam ediyorlar. 300 bine yakın insanımız bölge içi ve bölge dışı göç yollarında. Türkiye içindeki manzarayı söylüyorum.

300 BİNİ AŞKIN KİŞİ GÖÇ EDİYOR

300 bini aşan insan ya bölge içinde şehirlerarası, şehirler içinde, mahalleler arası ya da ülkenin içinde doğu-batı arasında göç halinde. Okullar kapatılıyor, demin vurguladım. İktidar partisinin ve onu en üstte yöneten ve yönlendiren kişinin çıkarlarına uygun olduğunda, Türkiye adına barış süreci, çözüm süreci dedikleri sürecin içine sokuluyor tek kişinin çıkarı neyi gerektiriyor ise. Ve bu süreçte hiç kimsenin bilmediği, kamuoyuyla paylaşılmayan, Cumhuriyet Halk Partisi Sayın Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun def’aten söylediği gibi "Muhalefeti bilgilendirin, meclisi bilgilendirin, toplumu bilgilendirin, milletin kabul etmeyeceği hiçbir angajmana girmeyin" uyarılarına rağmen adına barış, çözüm dedikleri süreci kendi kişisel çıkarlarına uygun düştüğü sürece götürenler, bir seçim döneminde koyu milliyetçiliğin ve onun getirdiği güvenlikçi uygulamaların kendilerine oy devşireceğini hesapladıklarında, o barış masası savaş masası haline dönebiliyor. Tek kişinin iki dudağının arasından çıkan kararlarla ülke ve bu ülkedeki yurttaşlarımız kaos ve sıkıntı içine sokulabiliyor. Bunları yaşadık, bunları gördük. Onun için "Kolektif akıl" dedik, "Toplumsal uzlaşma" dedik. Onun için TBMM’yi, meşru zemini çözüm yeri olarak gösterdik, tarif ettik. "Barışa karşısınız, siz savaş istiyorsunuz" diye suçlandık hatırlıyorsunuz. "Gizli kapaklı yürütülen karşılıklı tavizlere ve çıkarlara dayanan bu süreçlerin sonu kaostur" dedik, "Hüsrandır" dedik. Geldiğimiz nokta odur. Keşke öyle olmasaydı. Yaşadığımız tabloyu özetlemeye çalışıyorum. Yakın dönemi çabuk unuttuğumuz için hatırlatmaya, anımsatmaya çalışıyorum.

Değerli arkadaşlarım, o süreçte dün Sayın Kılıçdaroğlu da grup konuşmasında değindi. Bu sürece nasıl geldik? O süreçte karşılıklı ne tavizler verildi? Yani bir yanda sürekli olarak terörle mücadele eden ve komşularından kendine düşman yaratan bir Türkiye ve güvenlik boyutunda bu boyutun görmezden gelinmesi için hatırlayın o bölgedeki mülki amirlere verilen talimatlar. Dağa devşirilen yeni kadrolar o dönem için söylüyorum. Kentleri militan ve silah deposu haline getirenlere verilen ödünler. Doğru mu bunlar? Yaşandı mı? Ama yine söyledim en katı milliyetçilik söylemleri yakın dönem ilk seçimde kendisine puan getirecekse barış süreci masası devrilir, savaş masası süreci konulur. Bu politikayla Türkiye’nin önüne çıkanlar.

SÖYLEDİKLERİMİZ UNUTULMASIN, KADÜK OLMASIN

Değerli arkadaşlarım şimdi bakın, her gün gelen hain pusularda şehit edilen polislerimizin haberleri. Diğer yanda bölgede masum sivil halkın çektiği eziyetler, insan hakları ihlalleri. İkili bir dramla karşı karşıyayız. Bunu da açık, gerçekçi ifade etmek zorundayız. Bunlar yaşadığımız gerçekler. Soru basit, demin de sorduk. Neden 7 Haziran sonrasında bunlar yaşanıyor? Ne oldu da 7 Haziran sonrasında birisi bir düğmeye bastı? Bugünlere gelinmesinin sorumluları kimler? Bu sorular sorulduğunda rahatsız olmayacaksınız, kimseyi vatan hainliğiyle suçlamayacaksınız. Dönüp aynanın karşısına biz ne dedik, ne yaptık, sonuçları ne oldu? Bunu bir değerlendirin, bir irdeleyin. O tarihten sonra Suruç’un hemen ertesinde Ceylanpınar’da başlayan cinayetler serisi, IŞİD katliamları şu soruyu sormamızı getiriyor. Çözüm masasında ne görüştünüz, ne tavizler verildi, verilenin hangisi yapıldı, hangisi yapılmadı? Cumhuriyet Halk Partisinin ve bu ülkenin sağduyulu insanlarının, hangi siyasi çizgide olursa olsun sağduyulu insanlarının bütün bu süreçlerde yaptıkları tespitler ve uyarılar açın arşivleri Allah rızası için açın. Unutulmasın, kadük olmasın. İyi niyetle yapılan tespitler ve uyarılar. Asıl sorunun çözümünün demokrasi, hukuk devleti ve özgürlükleri genişletmekten geçtiği hep görmezden gelindi. Demokrasi, katılımcılık, hukuk devleti ve demokrasiyi tarif eden tüm kurum ve kuralların içi boşaltıldı. Bunları yaşadık, beraber gördük. Barışın, çözümün, demokrasinin güçlendirilmesiyle temellendirildiği, temellendirilebileceği dikkate bile alınmadı. Demokrasiyi tüm kurum ve kurallarıyla işletmeden, hukuk devletini tesis etmeden barış sağlanabilir mi, demokrasi geliştirilebilir mi? Demokrasi ve barış yan yana yaşayan kavramlar haline getirilebilir mi? Çünkü kafada ne vardı? Acı gerçeği söylüyorum. Tek kişinin egemen olacağı bir demokrasi tarifi. Bu mümkün değil arkadaşlar. Anlayın bunu. Ben AKP’nin içinde sağduyusunu yitirmemiş, değerli yetkililere, mensuplarına da seslenmek istiyorum. Tek kişinin egemen olacağı bir demokrasi kavramını Türkiye’ye dayatmanız mümkün değil. Vazgeçin bu sevdadan. Hava tahmin raporları bile bilimsel verilere dayanıyor. Kimse kafadan atma hava raporu vermiyor artık. Tek kişinin pazarlıklara dayalı çözüm stratejisinin bugünleri doğuracağı çok açıktı. Bu cümlem çok ağırdır ama nettir. Tek kişinin siyasi çıkarlarına dayalı verdiği, vereceği tavizler üzerine kurulu bir çözüm stratejisi sonuçsuz kalacaktır. Bu çok açık. Bunu söylediğimiz zaman savaş yanlısı değildik, barışa karşı değildik. Bugünleri tarif ettik.

HER CEPHEDEKİ SİYASETÇİLER… ATEŞE BENZİNLE YAKLAŞMAYIN, SAĞDUYULU OLUN

Değerli arkadaşlarım, sınırsız sorumsuz başkanlık özlemiyle tüm Türkiye’yi kaosa götüren bu strateji, özellikle AKP içinde demin de vurguladım, sorumluluklarını hisseden arkadaşlarımız tarafından mutlaka sorgulanmalıdır. İçeride de şu anda yaşadığımız, dışarıda da dış politika çerçevesinde yaşadığımız tüm sıkıntılı süreçlerin arkasında ne yazık ki bu acı gerçek yatıyor. Tek kişiyi kendi beklentileriyle demokrasiyi tarif etme çabası. Mümkün değil, olmaz. Bu oyun, bu strateji Türkiye’yi sıkıntıların ortasına atıyor. Bu gerçekleri öncelikle bu ülkenin sağduyulu tüm yurttaşlarının görmesi gerekiyor. Bu yangının yayılmaması gerekiyor değerli arkadaşlar. Bu ülke hepimizin, bu ülkenin geleceği, kardeşliği, bütünlüğü hepimizin kutsalı, hepimizin mukaddesatı. Her kanatta, her cephede yer alan siyasetçiler bu olaylara körükle yaklaşmayın. Ateşin üzerine benzin dökerek yaklaşmayın, sağduyulu olun. Bölge halkının demokratik taleplerinin bir terör örgütünün ipoteğinden çıkartılması da öncelikle o bölgede siyaset yaptığını iddia eden sorumlulara aittir. Burada da adresim çok açık. Tekrar ediyorum burayı, bölge halkının demokratik taleplerinin bir terör örgütünün nihai hedefinin ipoteğinden çıkartılması da öncelikle o bölgede siyaset yaptığını iddia eden siyaset erbabına, onun sorumluluğuna ait.

Değerli basın mensupları, değerli yurttaşlarımız, terör örgütü ile mücadele edilirken sivil ve savunmasız yurttaşlarımızın can güvenliğini sağlamak ve insan hakları ihlalleri konusunda mağduriyetlerinin önlenmesi mutlaktır. Tüm yurttaşlarımız bizim için kutsaldır. Ayrımsız, tüm Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları bizim için kutsaldır, mukaddestir, kıymetlidir, değerlidir, birdir, özdür. Türkiye şu anda sıkıntılı bir sürecin içinde, bu yalın bir gerçek. Şunu ifade ediyorum aracılığınızla; hiç kimse umudunu kaybetmesin, hiç kimse umutsuzluğa sürüklenmesin, hiç kimse karamsarlığa kapılmasın. Bu arada bunları söylerken, herkes de aklını başına toplasın, her kademede olanlar. Bizim gözümüzde ve gönlümüzde Diyarbakır ne ise Tekirdağ odur, Mardin ne ise Trabzon odur.

Değerli arkadaşlarım, hep birlikte bir bütün olmak durumundayız. Bir ve bütün olmak durumundayız. Terör örgütünün iç ve dış destekli stratejik hamlelerine asla teslim olmamalıyız. Bölgede yaşayan yurttaşlarımız bizim kardeşlerimiz, onların hakkı, hukukunun korunması hepimizin savunduğu hukuk kavramları ve haklar kapsamı içindedir. Şu cümleyle tamamlayayım müsaade ederseniz, kimsenin bu ülkede tırnağına taş değmesine de müsaade etmeyiz. Bu ülkenin, herkes aklını başına alsın, bir tek çakıl taşının bile feda edilmesine, CHP olduğu sürece asla müsaade edilmeyecektir. Kimse umutsuz olmasın, kimse karamsar olmasın. Bugünleri hep beraber, birlik içerisinde, bütünlük içerisinde, hiçbir yurttaşımızı dışlamadan, ötekileştirmeden, hukuk devleti kuralları içerisinde ve milletin meşru meclisinde, meşru siyasi temsilcileriyle çözme sorumluluğunu da tüm siyasetçilere bir kere daha CHP adına hatırlatmak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, başka birçok sorun var, ben gündemde bu konunun özellikle kalması için burada duruyorum. Musul’a asker gönderilmesi yarın Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcımız bu konuda bir açıklama yapacak, daha sonraki ricat, Riyat’ta oluşturulan yeni ittifak, Sisi’yle, kanlı bıçaklı olunan Sisi’yle tekrar müttefik haline gelinmesi, bütün bunlar demin söylediğimiz gibi, öngörüsüz, yakın geleceğin hesabını yapmadan yapılan günlük iç politika havuzuna dönük hamlelerdi. Bütün bunların faturasını siz belki itibarsızlaşıyorsunuz ama Türkiye’ye ödetiyorsunuz bütün bunların faturasını. Bütün bunlara ayrı ayrı değinmek gerekiyor, ona Sayın Faik Öztrak ayrıca bu dış politika konularını, kapsayan konulara değinecek.

SORULAR…

- Efendim, Eren Erdem’le ilgili bir tartışma süre geliyor günlerdir ama son aşamada bir soruşturma açıldı hakkında. Siz, hem Rus televizyonuna verdiği o röportajı nasıl değerlendiriyorsunuz? Sonrasındaki bu soruşturma süreci ve iktidar partisinden gelen değerlendirmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Haluk KOÇ- Öncelikle şunu söyleyeyim, konuyu biliyorum. Bu ifade ettiği bilgiler, mahkeme dosyalarında, savcı fezlekelerinde ifade edilen bilgiler. Burada özellikle bunu söylemek istiyorum. Bir soruşturma Türkiye’deki savcılar eliyle başlatılmış, gene savcılıkla bu ülkenin mahkemelerinde dava açılmış. Kayıtlar buralarda var. Bunu TBMM kürsüsünde ifade etmesi, herkesin bildiği, mahkeme dosyalarına girmiş, savcı fezlekelerinde yer almış konuları ifade etmesi, bir tepki yarattı, bunu görüyoruz. Bir takım Aktrol aklıyla hareket eden ve Türkiye Cumhuriyet’inde milletin oylarıyla seçilmiş bir milletvekiline bir linç kampanyasına dönüştü. Bunu bu boyutuyla kabul etmek mümkün değildir. Bunu ifade etmek istiyorum. Yoksa Sayın Eren Erdem’in ifadeleri demin vurguladığım gibi savcılık fezlekeleri ve mahkemede kabul edilen iddianamelerde var.

- Haluk Bey, Sayın Başbakan, sizi ziyaret edecek, Genel Merkez’i. Bunu açıkladı. Anayasa gündemiyle, aynı zamanda içtüzükte de 1-2 maddelik değişiklik öngörülüyor. Çantasında onları da getirmesi bekleniyor. Bu noktada CHP tabi ki Anayasaya ilişkin bazı çalışmalar yapılmıştı. Son gündeme ilişkin hazırlığınızı tamamladınız mı? Başkanlık sistemine ilişkin çekincelerinizi biliyoruz ama yeni bir Anayasa olmasa bile, mevcut anlaşılan 60 küsur maddenin değiştirilmesi konusunda bir mutabakat bekleyebilir miyiz?

Haluk KOÇ- Türkiye’de yeni bir Anayasa gereğini başından itibaren ifade eden bir çizgideyiz, bunu biliyorsunuz. Burada "Türkiye Cumhuriyet’i devletini siyaseten tarif eden ilk 4 maddenin değişmeyeceğini, değişmesinin mümkün olmadığını" Sayın Genel Başkanımız geçen hafta içerisinde bir gazete mülakatında da bir kere daha hatırlattı. Yine parlamenter temsili sistemin güçlendirilmesine dönük adımların, başta hukuk devleti kavramı, yargı bağımsızlığı olmak üzere tescillenmesi gereğini de altını çizdik. Gerçekten demokratik, özgürlükçü, sivil ve vesayetlerden arınmış bir anayasa; vesayet derken, bir öbek, bir zümre, sadece onları tarif etmiyorum, aynı zamanda kendi iddialarında olduğu gibi kişi vesayetinden de arınmış bir güçlendirilmiş parlamenter demokratik sistemin yer alacağı bir çerçeve, CHP’nin hedefleri içerisinde. Bu konuda Sayın Kılıçdaroğlu geçen hafta içerisinde geniş bir mülakatta bu konuyu değerlendirmişti. Sayın Başbakan gelecekmiş, hoş gelecek. CHP’nin tavrı bu çerçeve içerisinde, Sayın Genel Başkan’ın çizdiği çerçevede çok açık. 2 başlıklı vesayetle gelmeyecek umarım. Kendi, özgün yürütmenin başı ve iradesini, yetkisini kullanan bir Başbakan olarak gelecek, CHP Sayın Genel Başkan’ı da kabul ederek görüşlerini ifade edecektir.

- Sayın Başkan, vurguladınız da aslında, dün meclis gündeminde de sizin ağırlıklı olarak bahsettiğiniz konu vardı. Belki de Sayın Bahçeli uzun zaman sonra, bölgedeki tecrit, nüfusun batı illerine kaymasını vurguladı. Nasıl bir adım atabilir? Çözüm yeri meclis diyorsunuz, bu anlamda ana muhalefet partisine de bir rol düşüyor mu? Bir taraftan hak ihlallerinden bahsettiniz, bir taraftan da güvenlik tedbirleri şiddetle artıyor bölgede…

Haluk KOÇ- Söylediklerimin özetini bir daha istiyorsunuz benden. Bu çerçeveyi çizdim. Bakın, 7 Haziran seçimlerinden sonra oluşan parlamentoda Suruç olayının ertesinde, Ceylanpınar’da ki o ilk tetiğin çekilmesi, 2 masum polisimizin uyurken evinde şehit edilmesi sonrasında CHP, yükselmekte olan terörü araştırmak adına, hatırlıyorsunuz bir araştırma önergesi verdi meclise. Ve o tarihte AKP ve MHP oylarıyla bu reddedildi, bunu anımsatmak istiyorum. Tüm partilerin bir toplumsal siyasi sorumluluk çerçevesinde, meşru zeminde bu konuyu ele almalarını savunan CHP bu konuda girişimlerini de yaptı. Bundan sonrasında da yapacak. Ama mecliste değil daha önce yaşanan çözüm süreci hikâyesinde olduğu gibi, meclis dışında kimsenin bilmediği süreçler çalıştırılırken, ne olup bittiği konusunda milletin hiçbir bilgisi yokken, sonucun neye vardığını da ifade ettim. Bu noktada, bu erk meclisin elinde olmalı ve tüm siyasi partiler bu sorumluluğa katılmalı, çözüm yerini biz meşru zeminde tartışmalıyız, aramalıyız, zorlamalıyız. Bütün söylediğimiz bu. Bu konuda yine CHP adımlar atacak. Burada oy kaygısı yok artık, Türkiye kaygısı var. Söylediğiniz için ifade etmek istiyorum, 1890-1915 yılları arasına geri dönün, Balkanların, Osmanlı’dan nasıl kopartıldığına bakın. İlk defa oradan Osmanlı zabitanları, aileleri ve Osmanlı’nın atadığı memuriyet sınıfı çekiliyor. Sonra sivil halkın güçlü olan toprak sahibi kesimleri, tüccarları çekiliyor. Bir iz düşüm yapmak istemiyorum bugün. Ama tarih öğreticidir. Bir bakın neler yaşanmış o zaman dış politikada. Balkan Savaşları öncesi Türkiye’nin Çarlık Rusya’sıyla, Avusturya-Macaristan’la nasıl muhasara edildiğine bir bakın. Türkiye’nin Ortadoğu’da Araplarla olan sorunlarına bir bakın, Arapların kimler tarafından, ne şekilde Türkiye’ye, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı örgütlendiğine bir bakın. Osmanlıyı dilinden düşürmeyenler, Osmanlı’nın çekilişini, Rumeli Faciası’nı yaşadığı bu toplumla hatırlamayanlar, slogan atarak Osmanlıcı oldular. Onun için konuşmamım sonunda söyledim, her yurttaşımız bizim için mukaddestir, birdir, kutsaldır. Tırnağına taş değmesine müsaade etmeyiz ama bu ülkeden bir çakıl taşının ayrılmaması için her türlü siyasi tertibe de sonuna kadar CHP olduğu sürece bu ülkede müsaade edilmez.

- Efendim, bölgeye gidecek misiniz?

Haluk KOÇ- CHP bu konuda bir çalışma yapıyor. Milletvekillerinden oluşan çeşitli heyetler, henüz organizasyonu tamamlanmadı. Bu konu tamamlandığında büyük bir ihtimalle Grup Başkanvekillerimiz açıklama yapacaklardır.


kaynak:chp.org.tr

 

Anahtar Kelimeler
YORUMLAR
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Ayrıca suç teşkil edecek hakaret içerikli yorumlar hakkında muhatapları tarafından dava açılabilmektedir.
Henüz yorum yapılmamış ilk yorum yapan siz olun...
2
Sağ 300x250 Reklam
YAZARLAR