Üst Header Banner Reklam
TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR?
Kendinizi artık dünyaya anlatamazsınız. Hangi gerekçeyle anlatacaksınız kendinizi? Bir öğretim üyesi bir bildirinin altına imza attı diye hapse mi atılır? Beğenmeyebilirsiniz, eleştirebilirsiniz, doğru bulmayabilirsiniz, yanlış yaptığını söyleyebilirsiniz.
17.03.2016 17:20:36
Bu haber 1211 kez okundu
TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR?

 TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR?

Parti Meclisimizin değerli üyeleri, çok sorunlu bir zamanda bir Parti Meclisi’ni daha gerçekleştireceğiz. İki aylık bir süre bile geçmedi ama her toplantımız maalesef olumsuz bir olayın üzerine adeta inşa edilir gibi.

Hep şu soruyu kendime sordum ve bütün vatandaşlarımın da aynı soruyu kendilerine sormalarını isterim. Türkiye neden cumhuriyet tarihinin en derin krizlerinden birisini yaşıyor? Neden Türkiye iyi yönetilmiyor? Neden Türkiye savuruluyor bir yerlere? Bunun sorumlusu kim? Kim yapıyor bunları? Eğer bir düşmansa bunu yapan o düşmanın adı ne? Kim bunlar? Ülkeyi yönetenler kimler? Ülkeyi yönetmek için seçim meydanlarına çıktılar, dünyanın vaadinde bulundular, “Şunu yapacağız, bunu yapacağız” dediler ama Türkiye bugün vaat edilenlerin tümüyle dışında, farklı bir atmosferin içinde. 78 milyon yurttaş yaşıyorsa, 78 milyon yurttaş da aynı kaygıları paylaşıyor. Türkiye nereye gidiyor? Bir taraftan terör almış başını gidiyor, diğer taraftan sıkışan bir ekonomi. Herkes can derdinde. Ne olacak diyorlar. Bütün bunlar tartışılırken bu ülkenin aydınları tutuklanıp hapse atılıyor. Aklın kabul edeceği bir şey değil. Neymiş düşüncelerini açıklamışlar. Düşünce açıkladı diye bir akademisyen, bir öğretim üyesi tutuklanıp hapse mi atılır? Hangi akıl, hangi mantık bunu öngörüyor? Hangi yargı bunu öngörüyor? Hangi uluslararası hukuk bunu öngörüyor? Acı olay, Muzaffer Kaya. Acı olay, Esra Mungan. Acı olay, Kıvanç Ersoy. Üçü de öğretim üyesi. Üçü için de “Bildiriye imza attınız, gözaltına alıyoruz, tutukluyoruz ve sizi hapse atıyoruz.”

Değerli arkadaşlar, bu olay bizatihi Türkiye’de demokrasiye vurulan en derin darbelerden birisidir. Kendinizi artık dünyaya anlatamazsınız. Hangi gerekçeyle anlatacaksınız kendinizi? Bir öğretim üyesi bir bildirinin altına imza attı diye hapse mi atılır? Beğenmeyebilirsiniz, eleştirebilirsiniz, doğru bulmayabilirsiniz, yanlış yaptığını söyleyebilirsiniz. En ağır eleştirileri yapabilirsiniz. Ama “Niye bunu söyledin, ben seni hapse atacağım”…

Değerli arkadaşlarım, bu 12 Eylül darbe dönemlerinde yaşadığımız sürecin tekrar yaşanması anlamına geliyor. O dönem Devlet Güvenlik Mahkemeleri vardı, siyasi otoritenin emrindeydi, istediği kişiyi tutuklayıp doğrudan hapse atıyordu. Adını değiştirdiler Sulh Ceza Hakimlikleri oldu. Yine siyasi iktidarın sopası istediği kişiyi tutukluyor, istediğini hapse atıyor. Demokrasi bizim ülkemizde artık yok. Bunu her yerde söyleyebilirsiniz. Düşünceyi açıklamada elbette ki insanlar her istediklerini söyleyemezler. Elbette uluslararası evrensel hukukun öngördüğü yine standartlar var. O standartları da vatandaşlarıma açıklayım. Nedir? Eğer siz şiddeti açıkça övüyorsanız tamam yasaktır o. Şiddeti açıkça överseniz yasaktır. Irkçılık yaparsanız yasaktır, ayrımcılık ve nefret söylemlerinde bulunursanız yasaktır. Üç tane kuralı var. Onun dışında düşüncelerinizi rahatlıkla açıklayabilirsiniz.

Bakın değerli arkadaşlar, nereden nereye geldi Türkiye? Hitler faşizminden kaçan bilim insanlarını kucaklayan bir Türkiye’den, üniversitede ders veren hocalarını hapse atan Türkiye’ye geldik. İleriye değil, sürekli geriye giden bir Türkiye. Bu tablo bizim hak ettiğimiz bir tablo değil. Peki, biz yıllardır demokrasi mücadelesi veriyorduk, hangi demokrasinin mücadelesini verdik? Bu demokrasi mi? Böyle bir demokrasi asla demokrasi kitaplarında yer almaz. Bunun adı bildiğimiz otoriter rejimdir.

MEDYA ÖZGÜR DEĞİLSE DEMOKRASİ RAFA KALKMIŞTIR

Değerli arkadaşlar, bir şey daha ifade edeyim. Eğer Türkiye’de bugün demokrasi kan kaybediyorsa bunun en temel sorumlularından birisi de havuz medyası ve orada yazanlardır. Yanlışları eleştirmeyenler, her yanlışı hükümeti övüyorum diye sürekli övenler demokrasiye en büyük zararı verenlerdir. Aydın geçiniyorlar bunlar. Batsın sizin aydınlığınız! Ülkeye karanlık ufuklar getiriyorsunuz siz. Baskı kuruyorsunuz insanların üzerine. Kraldan fazla kralcı geçiniyorsunuz. Yanlışa neden yanlış demiyorsunuz? Yanlışı doğru diye neden satıyorsunuz? Adınız havuz medyasına çıkmış, bu ayıp bile size yeter.

Değerli arkadaşlarım, demokrasinin olmadığını gösteren en temel gösterge medya özgürlüğüdür. Bir ülkede medya özgür değilse orada demokrasi rafa kalkmıştır. Demokrasinin rafa kalktığını söyleyen kim? İlk söyleyen ben değilim. İlk söyleyen bakın 30 Mart 2015’te, ilk söyleyen bir diktatör bozuntusu. “Parlamenter sistem artık bekleme odasına girdi” diyor 30 Mart 2015’te. “Parlamenter sistem artık bekleme odasına girdi” diyor. Yani “Ben demokrasiyi rafa aldım” diyor. “Ne demek parlamenter sistem? Ne demek milletvekilleri seçilmiş parlamentoda görev yapıyorlar? Ben onu da tanımıyorum” diyor. “Onlar artık bekleme odasında” diyor. Peki, buna ilk tepkiyi vermesi gereken kimdi? Herhalde TBMM Başkanı. “Ne demek yani siz bizim koskoca parlamentoyu bekleme odasına aldık, ne demek?” diye tepki göstermesi gerekirdi. Ama korkularından tepki göstermiyorlar. TBMM koltuğu korkacak adamların koltuğu değildir. Yürekli insanların koltuğu olmak zorundadır. O koltuk sıradan bir koltuk değildir. O koltuğun hakkını vermek gerekiyor.

TERÖR ÖRGÜTÜNE YARDIM VE YATAKLIK YAPAN AKP’DİR

Düşüncesini açıkladı diye akademisyenleri hapse atarsanız ülkede demokrasiyi yok edersiniz. Hangi gerekçeyle tutukluyorlar? Terör örgütlerine yardım etmek, onları övmek. Terör örgütüne yardım ve yataklık yapan parti AKP’dir. Bir daha söylüyorum: Terör örgütlerine, başta PKK’ya yardım ve yataklık yapan parti AKP’nin yöneticileridir. Altını çiziyorum yöneticileridir. Yani oy alıp ülkeyi yönetmek yerine PKK’ya yardım ve yataklık yapan bunlardır. Öğretim üyelerinin böyle bir şeyi yok. Açıkça söylüyoruz. Bakın, örneklerini de veriyoruz nasıl yardım ve yataklık yaptıklarına dair.

2014 yılında, bütün vatandaşlarım iyi dinlesinler, 2014 yılında PKK’nın konuşlandığı yerlerle ilgili olarak güvenlik güçleri diyorlar ki, “Bize izin verin şurada silahlı terör unsurları var onlarla mücadele etmemiz lazım.” Kaç kez yazı yazıyorlar? 290 kez. 290 yazı yazıyorlar. Silahlı unsurlar var, bu unsurlarla mücadele edilmesi lazım. Hukuk devletinde silahlı unsur olmaz devletin güçleri dışında. 282’sine “Hayır, bunlara dokunmayın” diyorlar. Kim diyor bunu? Ülkeyi yönetenler diyor. Yani AKP’nin Başbakanı ve bakanları diyor. "Dokunmayın bunlara" diyor. Bu yardım ve yataklık değil midir? Bunları tutuklayacağınıza, bunlar hakkında soruşturma açacağınıza öğretim üyelerinden ne istiyorsunuz? Onlar ellerine silah alıp dağa mı çıktılar?

Sadece bu değil.

Sadullah Ergin Adalet Bakanı, 26 Ocak 2013: “Öcalan bölgenin reel politiğini sağlıklı değerlendiriyor. Kazaen bir CHP’li böyle deseydi şimdi kıyamet kopmuştu. Söyleyen Adalet Bakanı, kendisi değerlendiremiyor, beceriksizim ben diyor ama Öcalan çok iyi değerlendiriyor diyor. Bu yardım yataklık değil de nedir Allah aşkına?

Yiğit Bulut, jöleli: “Abdullah Öcalan Türkiye’nin önünü açıyor.” Lafa bakın, Öcalan Türkiye’nin önünü açıyor. Kazaen bunu bir CHP’li söyleseydi, bir ilçe başkanımız söyleseydi yer gök inlemişti şimdi.

19 Temmuz 2013, Yasin Aktay AKP’nin Genel Başkan Yardımcısı: “Öcalan dünyanın geleceğini iyi okuyor.” Senin okumadığın yerde o okuyor demek. Evet bunu bir CHP’li söyleseydi ne demek bunlar işte görüyorsunuz terör örgütüyle bunlar sabah akşam diye 50 tane iftira atılırdı.

31 Ocak 2014, Mehmet Metiner AKP milletvekili: “Öcalan Türkiye’nin demokrasisine katkı sağlıyor.” İyi analar ağlıyor demokrasiye katkı sağlıyor. Bir CHP milletvekili bunu söyleseydi ne olurdu acaba bu ülkede?

Beşir Atalay Başbakan Yardımcısı, 7 Haziran 2014: “Öcalan’ın düşünceleri bizim de düşüncelerimiz. Türkiye Cumhuriyeti devletini kendisiyle hesaplaştırdık.” Kazaen bizim bir üyemiz bunları söyleseydi…

Efkan Ala İçişleri Bakanı, 7 Haziran 2014: “PKK ile AKP doğrudan görüşüyor.” Daha ne desin? Yardım ve yataklıkta daha bir delil mi arıyorsunuz siz? Gayet açık, gayet net AKP’yle PKK görüşüyor diyor. Kazaen CHP’yle PKK görüşüyor denseydi ne olurdu acaba ben merak ediyorum, ne olurdu acaba?

Yalçın Akdoğan, 8 Haziran 2014: “Öcalan’ın olayları okuma kabiliyeti ve tecrübesi var.” Sende olmadığına göre gidip ondan ders alıyorsun. Seni kandırıyor zaten. Şehirler silah deposuna döndürülürken sen oturuyordun orada bunlara övgü düzüyordun.

19 Ekim 2015 Orhan Miroğlu: “PKK bir terör örgütü değildir”…

Peki değerli arkadaşlarım, bunlar terör örgütlerine yardım ve yataklık değil mi? Bu bildiride bunlar var mı? Yok! Bunlar hakkında bir savcı soruşturma açtı mı?

CUMHURİYET SAVCILARINA SESLENİYORUM

Bütün savcılara sesleniyorum, ünvanında cumhuriyet olan savcılara sesleniyorum. İçinizde bir tane adam gibi adam, bir hukukçu istiyorum. Namuslu bir cumhuriyet savcısı istiyorum bunları soruşturacak. Yürekli bir adam istiyorum. Çocuklarına iyi bir miras bırakacak bir cumhuriyet savcısı istiyorum. Yardım ve yataklık yapan bir siyasal parti, terör örgütlerine yardım ve yataklık yapan bir siyasal parti Türkiye’yi yönetmeye kalkıyor. 14 yılda Türkiye’yi terör batağının içine sürükledi. Yürekli, namuslu, cesur, anasından helal süt emmiş bir savcı istiyorum. Böyle bir rezaleti Türkiye Cumhuriyeti yaşamadı. Hukukun olmadığı bir Türkiye’de yaşıyoruz. Üç akademisyeni hapse atacaksın, bütün bu rezaletlere göz yumacaksın. Böyle bir şey olamaz. Ve bu yardım yataklık yapılırken de dönemin Başbakanı çıkıp televizyonlarda “Evet” diyor “Silah depoladılar, biz de valilere talimat verdik onlara dokunmayın”… Bir değil, iki ayrı televizyon. Talimat verdik dokunmayın diye. Daha da ötesi 13 Şubat 2016’da PKK çözüm sürecinde 200 ton, yani 200 bin kilo bombayı şehirlere doldurdu. Bir savcı arkadaşın aklına gelmiyor mu acaba 200 ton bomba şehirlere yerleştirilirken bu ülkede emniyet neredeydi, istihbarat neredeydi? Sadece bunlarla olsa diyeceğiz ki, “Tamam.” Vergi daireleri kurdular. Ses çıkarmadı hükümet. Mahkemeler kurdular, kendilerine göre adalet dağıttılar. Ses çıkarmadı hükümet. Askere alma daireleri kurdular. Ailelere gittiler dediler ki, “Şu çocuğunu askere alıyoruz.” Şehirlerde, metropollerde yol kontrolleri yaptılar. Dokunmayın bunlara dediler. Bu yardım ve yataklık değil mi? Bugün gelen her şehidin sorumlusu bunlar değil mi? Bunları yapmak vatana ihanet değil mi? Bu savcılar nasıl bir eğitim gördüler? Bu savcılar cumhuriyet ünvanını hangi gerekçeyle taşıyorlar? Devletin hangi memurunun önünde cumhuriyet yazar? Sadece savcıların. Görevleri cumhuriyeti korumaktır. Bir siyasal iktidarın kölesi olmak cumhuriyet savcılarına yakışmaz. Yürekli, namuslu, cesur, hukuku, adaleti savunan cumhuriyet savcıları olması lazım. Öğretim üyesine gelince tutukluyorsun, sırtı kalın olanlara dokunmuyorsun, dokunamıyorsun, cesaret bulamıyorsun. O zaman o makamda oturmayacaksın. Oturmayacaksın, cumhuriyet unvanını da kullanmayacaksın!

Bakın, 26 Ocak 2016’da Hüseyin Çelik şunu yazıyor, “PKK ağır silahlarıyla gelip metropol bir şehre yerleşmişse, bunda kendisi için ders ve sorumluluk çıkaracak bir çok etkili ve yetkili olmalıdır” diyor. Ben söylemiyorum. Onların bir yetkilisi söylüyor. Gelip şehirlere, metropollere silah yığıyorsun herhalde bundan bir sorumlu olması lazım. Bunun bir sorumlusunun olması lazım. Göz yuman birileri var bunlar gelip bunları yaptıkları zaman.

7 HAZİRAN’DAN SONRA TERÖR BÜTÜN COĞRAFYAYI KAPSADI

Değerli arkadaşlarım, 7 Haziran seçimlerine adeta terörsüz bir ortamda girdik. Ama 7 Haziran’dan sonra terör bütün coğrafyayı kapsadı. Her tarafı. Bütün şehirlere getirdik terörü. 7 Haziran’dan sonra “Millet kaosu seçti” diye açıklama yaptılar. Yani millete güvenmediler, oylarına güvenmediler. Terörü azdırdılar, “Ya bize oy verirsiniz ya bu terör artar” dediler. “Oy verin tek başına iktidar olalım hiçbir şehit cenazesi gelmeyecek, analar ağlamayacak” dediler. “İstikrar bozulur. Bakın, bizi tek başına getirin ekonomide istikrarı sağlayacağız” dediler. Hiçbirisi olmadı.

Değerli arkadaşlarım, kendimize şu soruyu soracağız. Namuslu her vatandaşımın da kendisine sorması lazım. Bu işin sorumlusu kim? Ülkeyi bu hale kimler getirdi? Her seferinde bir düşman yaratıyorlar. Bir düşman yaratıp, kendi sorumluluklarını halkın gözünden kaçırmak istiyorlar. Her seferinde bir düşman, Hitler taktiğidir bu.

Değerli arkadaşlarım, vatandaşlarım sorsunlar, otobüs kullanan şoför de kendisine sorsun, memleketi acaba ben mi bu hale getirdim? Tarlada çalışan rençberimizde kendisine sorsun, bu memleketi ben mi bu hale getirdim? Rize’de ki, Urfa’da ki, Tekirdağ’daki vatandaşım da sorsun, çaycı da sorsun, ayakkabı boyacısı da sorsun, bu işin sorumlusu ben miyim? Yoksa bu işin sorumlusu bu ülkeyi yönetenler mi? Eğer bu işin sorumlusu bu ülkeyi yönetenlerse, o zaman hepimize görev düşüyor, bunların gitmesi lazım. Türkiye daha fazla savrulmadan bunların gitmesi lazım.

Değerli arkadaşlarım, ne yapmalıyız?

TÜRKİYE KURUCU AYARLARINA DÖNMEK ZORUNDADIR

Bir; Türkiye, kurucu ayarlarına, cumhuriyet kurulurken hangi ayarlarla kurulduysa, aynı ayarlara dönmek zorundadır. Bütün komşularıyla ve dünyayla barışık bir politika izlemelidir. Dış politikasını Türkiye 180 derece değiştirmelidir. Durup dururken ne oldu da Suriye’de böyle bir kavga çıktı? Tatil yaptığın Esad kardeşin birdenbire bir gece düşman, katil Esed oldu, neden? Millete sordun mu, neden? Hesabını verdin mi, neden?

Bakın geçen hafta Arap Birliği Türkiye’deki bürosunu kapattı. Bunların çok güvendiği Katar’ın ve Suudi Arabistan’ın da imzası var onların altında. Arap Birliği Türkiye’deki bürosunu niye kapatır? Çünkü bütün Araplar Türkiye’yi artık düşman görüyorlar.

Değerli arkadaşlarım, Suriye, Irak, İran, Rusya, İsrail, Libya, bütün bu politikaların değişmesi lazım. Kurucu ayarlarımıza dönmemiz lazım. Birinci koşul budur. Birinci koşulumuz budur.

Terör olayları öyle bir noktaya geldi ki, bir partinin tek başına aşacağı sorun olmaktan çıktı. TBMM’nin bu olaya el koyması lazım. Yine bunun sorumluluğu içinde, grup başkanvekili arkadaşlarımızla TBMM Başkanı’nı ziyaret ettik, bu düşüncelerimizi kendisiyle paylaştık. Türkiye bu yükü daha fazla kaldıramaz, parlamentonun el koyması lazım. TBMM Başkanı’nın mutlaka ama mutlaka liderlerle bir toplantı yapması lazım. Her siyasi parti liderinin sorumluluğu vardır, Türkiye’ye karşı sorumluluğu vardır. Bu sorumluluktan kimse kaçmamalıdır, kaçamaz. Çıkıp milletin önüne hep beraber, sorunu böyle çözeceğiz dememiz gerekiyor. Madem ki bu meclis Gazi Meclis’tir, madem ki bu meclis Kurtuluş Savaşı’nı yönetmiştir, terör sorununu çözmek için de yönetmeliyiz, bir araya gelmeliyiz.

TERÖR BİR ULUSAL SORUN HALİNE GELMİŞTİR

Bu mesele bir ulusal sorun haline gelmiştir, milli sorun haline gelmiştir. Görüşlerimiz farklı olabilir, farklı şeyler düşünebiliriz, ekonomide, siyasette. Ama terör konusunda bütün siyasi partilerin birlikte hareket etmesi lazım. Terör kimden ve nereden gelirse gelsin, ne söylerse söylesin, eline silah alan şiddet uygulayan bütün kurum, kuruluş kim varsa, hepsine karşı net, onurlu bir tutum sergilemek zorundayız. Bütün siyasi partilerin böyle yapması lazım. Bütün sivil toplum kuruluşlarının böyle yapması lazım. Bütün sendikaların böyle davranması lazım. Bütün meslek kuruluşlarının böyle davranması lazım. Bu ülkeyi sokakta bulmadık, 14 yıldır Türkiye’yi batağa sürüklediler, Ortadoğu batağına sürüklediler. Uygar bir Türkiye’den, Ortadoğu bataklığına sürüklenen bir Türkiye haline geldik. Kurucu ayarlar derken bunu kastediyoruz. Bu ülkeyi kuranlar, Ortadoğu’yu bizden daha iyi biliyorlardı. Neden uygar dünyanın, neden batı uygarlığının bir parçası olmak için mücadele ettiler? 1952’de Yunanistan’ın kadınlara seçme ve seçilme hakkı verdiği tarihten çok önce, 1934’lerde kadına seçme ve seçilme hakkını verdiler. Ufukları bu kadar büyüktü. Ufukları dar, bilgisi kıt, yönetim gücü olmayan bir kadronun Türkiye’yi yönettiğini görüyoruz. Üçüncü sınıf bir kadro demeye bile dilim varmıyor, üçüncü sınıf bir kadro bile değil.

DAVUTOĞLU’NA ÇAĞRI: 112. MADDEYİ ÇALIŞTIRIN

Değerli arkadaşlarım ve sorumluluk… Anayasa’nın 112. Maddesi çalıştırılmalı. Türkiye bu beladan kurtulacaksa, sorumlu olanların siyasetten ayrılması lazım, yönetim kademesinden en azından ayrılması lazım. Anayasaya sadakat yemini etmiş Sayın Davutoğlu’na sesleniyorum, Türkiye’yi bu batağın içine çeken, gerekli önlemleri almayan, zafiyeti yaratan, sorumlu kimse, yönetici anlamında sorumlu kimse ya görevden al, ya da O namusuyla ayrılsın görevden. Böyle bir erdemi göstersin. Bu erdemi göstermeyen kişinin ülkeyi yönetmeye hakkı yoktur. Erdemsizlikle, bilgisizlikle ülke yönetilemez, kabadayılıkla ülke yönetilemez.

Ve devlette liyakat sistemi, 4. önemli ayağımız devlette liyakat sistemi. İşi ehline vereceksiniz. Ehil olan yapacak o işi. Bizim partili diye getirdiniz, ülkeyi kan gölüne çevirdiniz. Liyakat esasının olmadığı bir yerde devlet olmaz arkadaşlar, devlet yönetimi olmaz. Bütün bunların hepsinin üzerinde durmak gerekiyor.

BEN TERÖRLE YAŞAMAYA MECBUR DEĞİLİM

Değerli arkadaşlarım, bize bir şey daha öğretmeye çalışıyorlar, terörle yaşamayı öğretmeye çalışıyorlar. Terörle yaşayacağız diyorlar. Kendi kanallarında söylüyorlar, kendi gazetelerinde söylüyorlar, kendi yazarları söylüyor bunları. İyi de bizim böyle bir dileğimiz, böyle bir talebimiz yok. Biz kendi ülkemizde huzur içinde yaşamak istiyoruz. Birilerinin beceriksizliğini neden halka fatura ediyorsunuz? Hangi gerekçeyle fatura ediyorsunuz? Analar ağlayabilir, yeni ölümler olabilir, bombalar patlayabilir, bunlarla yaşamaya mecburuz. Ben bu iktidarla yaşamaya mecbur değilim, ben terörle yaşamaya mecbur değilim. Ben kendi ülkemde vatandaşlarımla beraber huzur içinde yaşamak istiyorum, barış içinde yaşamak istiyorum, sokaklarında, caddelerinde, fabrikalarında, alışveriş merkezlerinde, parklarında rahat, özgür, huzur içinde gezmek istiyorum. Çoluk çocuğumla, eşimle, karımla, torunumla gezmek istiyorum. 14 yılda Türkiye’yi bu hale getirdiler. Çünkü bunların kafasında uygarlık diye bir kavram yoktur, medeniyet diye bir kavram yoktur.

Hepimize görev düşüyor, “Büyük Buluşma” yaptık, sivil toplum örgütlerini davet ettik, yöneticileri geldiler. Şunu söyledik onlara, “Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar hepimizin ortak sorunudur. Sorun sadece Cumhuriyet Halk Partisi’nin sorunu değildir, sorun bir Türkiye sorunudur. Eğer bu sorunu aşacaksak, hep beraber hareket etmek zorundayız. Geldiğimiz nokta budur.”

Teşekkür ediyorum değerli basın mensupları, değerli Parti Meclisi üyeleri.

Anahtar Kelimeler
YORUMLAR
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Ayrıca suç teşkil edecek hakaret içerikli yorumlar hakkında muhatapları tarafından dava açılabilmektedir.
Henüz yorum yapılmamış ilk yorum yapan siz olun...
2
Sağ 300x250 Reklam
YAZARLAR