Üst Header Banner Reklam
 
Türkiye’nin 12 Eylül Darbesi’nin Ürünü Anayasa’dan Kurtulması Gerekir
Dün “One minute!” çıkışının ardından İsrail’i düşman ilan eden kafa, bugün “İsrail dostumuzdur.” noktasına gelmiştir.
8.01.2016 18:32:50
Bu haber 534 kez okundu
Türkiye’nin 12 Eylül Darbesi’nin Ürünü Anayasa’dan Kurtulması  Gerekir

  

MHP Genel Başkan Yardımcısı E. Semih Yalçın’ın yazılı basın açıklaması

Türkiye’nin birikmiş yığınla sorunu varken iktidarın, başkanlık modeli tartışmalarıyla gündemi meşgul etme ve Anayasa değişikliği sürecini bu konuyla at başı götürme gayreti gözlerden kaçmamaktadır.

Bazı iktidar yanlısı yorumcu ve yazarlar tarafından başkanlık sistemine geçilmesi, âdeta Türkiye’de demokrasinin bir gereği ve toplumun genel arzusu gibi gösterilmeye çalışılmakta, başkanlık modeline karşı çıkanlar da, millet iradesinin karşısında durmakla itham edilmektedir.

Tayyip Erdoğan’ın mevcut uygulamalarıyla zaten fiilî bir durum yarattığı ve geriye sadece bir Anayasa değişikliği meselesinin kaldığı kurnazca ileri sürülerek AKP dışındaki kesimlerin başkanlık modeline karşı çıkması engellenmek istenmektedir.

 Ancak; ne yapıp edip Erdoğan’ı arzusuna kavuşturmalı ve askerî vesayetin yerine şahsi hükümranlığını ikame etmek üzere harcanan bu suni çabalar, hem hukukun üstünlüğü anlayışına hem de; birkaç darbe ve askerî müdahaleye rağmen rüştünü ispat eden Türk demokrasisinin temellerine zarar vermektedir.

Başkanlık sistemi konusunun sadece bir Anayasa değişikliğinden ibaret görülmesi, aldatıcı ve yanıltıcıdır. Elbette Türkiye’nin 12 Eylül Darbesi’nin ürünü bir Anayasa’dan kurtulması ve bireysel özgürlükleri esas olan yeni bir Anayasa’nın hazırlanıp halkın oyuna sunulması şarttır. Ancak bu Anayasa’nın, Türkiye gerçekleri dikkate alınarak hazırlanması da gereklidir. Türkiye, içeride ve dışarıda çözüm bekleyen girift sorunlarla boğuşmaktadır. Terör hâlâ Türkiye’nin bütünlüğünü tehdit eden en büyük beladır. İç huzur ve istikrar tehdit altındadır. Toplumsal barışın devamı ve devletin üniter yapısının korunması açısından Anayasa’da; “mevcut ilk dört madde korunmalı”, farklı meşru siyasi cereyanların Mecliste temsil edilmesine imkân veren parlamenter demokratik sistemi başkanlığa dönüştürmek yerine onun güçlendirilmesi hedef alınmalıdır. Bu arada önceki dönemde yapılan çalışmalar neticesinde Anayasa Komisyonunda mutabakat hâsıl olan maddeler korunmalı, Anayasa değişikliği çalışmaları bu çerçevede kaldığı yerden sürdürülmelidir.

Şu hususu önemle vurgulamakta yarar görüyoruz: Hangi yasayı çıkarırsanız çıkarınız, hangi Anayasa’yı kabul ederseniz ediniz; bir zihniyet ve niyet değişikliğine gitmedikçe mevcut iktidarın Türkiye’yi selamete çıkarması mümkün değildir. Çünkü esas olan, yasaların uygulanma tarzı ve icranın tutumudur. AKP iktidarı bu konuda sabıkalıdır. AKP hükûmetleri, başlangıçta darbe Anayasa’sının ürünü olan birtakım kurumları kaldıracağını vadetmiş ama işbaşına gelince bu kurumları kaldırmak şöyle dursun, kendi politik çıkarları paralelinde yeniden düzenleyip emrine amade hâle getirmiştir. Buna en çarpıcı örnek, YÖK’tür.

1982 Anayasa’sıyla hukuk sistemimize giren YÖK, bilimsel özerkliğin ve bilimsel gelişimin önündeki en büyük engel olarak durmaktadır. Bu kurum; hiçbir konuda çözüm üretemediği gibi, üniversitelerin sorunlarına kulaklarını tıkamıştır. YÖK kanalıyla müdahale edilen üniversitelerde bugün AKP kadrolaşması ve iktidar tahakkümü yaşanmaktadır. Rektörlük seçimleri sırasında ilk sırayı alanlar göreve atanmamakta, listenin alt sıralarında iktidara yakın ve bende olmaya namzet kim varsa o rektör tayin edilmektedir. Öyleyse üniversitelerde rektörlük seçimine ne lüzum vardır? Madem akademisyen kadrolarının oyları dikkate alınmamaktadır, o hâlde neden demokrasiden ve millî iradeden söz edilmektedir?

Üniversiteler PKK eylemlerinin uygulama alanı hâline gelmiştir. Buralarda öğrenim hürriyeti kısıtlanmakta, özellikle Ülkücü öğrenciler PKK saldırılarına maruz kalmaktadır. Bu saldırılara, öteki sol gruplar da kolektif yapı adı altında katılmaktadır. Bu kolektif yapı, üniversitelerde sözde devrimci mücadele adına PKK öncülüğünde ortak eylemler düzenlemektedir. Üniversitelerde âdeta 12 Eylül öncesini hatırlatan gelişmeler yaşanmaktadır. Kısa bir süre önce Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsünde Ülkücü öğrencilere yönelik endişe verici PKK saldırıları, yeni bir şehit Fırat Çakıroğlu hadisesinin her an yaşanabileceğini ortaya koymuştur. Bahse konu endişe verici tablo, AKP iktidarlarının marifetidir.

PKK’ya açılım ve çözüm süreçlerinde verilen tavizlerin bedeli ağır şekilde ödenmektedir. Yıllardır MHP’nin dile getirdiği uyarılar dikkate alınmamıştır. Güneydoğunun kent ve kasabalarında verilen şehitler ve kazılan hendeklerin sorumlusu, PKK kadar iktidarın çözümcü ve açılımcı zihniyetidir.

Yine 1982 Anayasa’sıyla kurulan HSYK’nin, 14 yılda hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı istikametinde yeniden şekillenmesi gerekirken hukuk sistemini ve yargıyı iktidarın emrine veren bir yapıya dönüştürülmüştür.

Mevcut şekli 1982 Anayasa’sıyla belirlenen Radyo Televizyon Üst Kurulu ise iktidar çoğunluğuna dayanarak iğdiş edilmiş, asıl fonksiyonunu icra edemez hâle getirilmiştir.

Kısacası önemli devlet kurumları AKP iktidarının birer arpalığına dönüştürülmüştür.

Geçmişte gerek komşularımızla ikili ilişkilerde gerekse diğer bölge ülkelerinin kendi aralarındaki sorunların çözümünde etkin rol oynayan Türkiye’nin yerini, kişiliksiz ve omurgasız bir dış politika anlayışı almıştır. Türkiye’nin büyük diplomasi birikimi ve yetişmiş değerli diplomatları dururken ideolojik ve dinî önyargılarla hareket eden kimselere görev verilmiştir.

İktidar; Suriye’deki iç savaş, Rusya ile bozulan ilişkiler ve Suudi Arabistan-İran gerginliği gibi konularda yapıcı bir diplomasi yürüterek inisiyatif alamadığı gibi, Türkiye’yi bölgede giderek yükselen etnisite, mikro milliyetçilik ve mezhep kavgalarının orta yerinde çaresiz bırakmıştır. Filistin’e, Mısır’a gösterilen “dört parmaklık” romantik ilgi, beşinci parmaktan esirgenmiştir. Rabia işareti; âdeta ayrımcılığın, ötekileştirmenin sembolü hâline gelmiştir.

Dün “One minute!” çıkışının ardından İsrail’i düşman ilan eden kafa, bugün “İsrail dostumuzdur.” noktasına gelmiştir.

Sınırda Rus uçağı düşürüldükten kısa süre sonra “Bugün olsa yine düşürürdük.” denirken sonradan “Rus uçağı olduğunu bilseydik düşürmezdik:” şeklinde çark edilmiştir.

Dün AB ile ilişkilerde çekilen restlerin, Avrupa başkentlerine ayır vermelerin yerini; şimdi AB’den medet uman tutum almıştır.

Uluslararası ilişkilerdeki bu zikzaklı ve tutarsız politikalar, Türkiye’nin itibarını derinden sarsmıştır. Türkiye bölgesinde yalnızlaştırılmıştır. Bin yıllık bağımız bulunan Suriye ve Irak Türkmenlerinin bile arkasında durulmamış, onlar uluslararası güçlerin, taşeron örgütlerin ve mevcut yönetimlerin insaflarına terk edilmiştir. Vizyonsuz ve misyonsuz dış politikada gelinen nokta, içler acısıdır. 

Oysa hem Türk dünyasının hem de İslam dünyasının Türkiye’nin yol göstericiliğine ve sağduyusuna ihtiyacı vardır. Ancak bunun yolu mezhepler, dinler ve ideolojiler üstü bir dış politika takip etmekten ve büyük devlet olduğunu göstermekten geçmektedir. Söz gelimi, Suudi Arabistan’la İran arasındaki gerginliğin düşürülmesi konusunda arabuluculuk etmesi gereken ülke ne Rusya ne ABD olmalıdır. Bu görev Türkiye tarafından yerine getirilebilmelidir. Ancak bugünkü iktidarın dış politika anlayışı, ülkemizi çadır devleti sığlığına sürüklemiştir. Türkiye; bırakınız bölge ülkeler asındaki sorunların çözümünde aracı olmayı, bölge ülkeleriyle ikili ilişkilerini bile düzene sokamayacak durumdadır.

Ayrıca Erdoğan’a Anayasa yoluyla başkanlık verildiğinde bir despota dönüşmeyeceğinin ve bugünkü yasaları tanımamakta gösterdiği cüretin daha beterini o zaman sergilemeyeceğinin hiçbir garantisi yoktur. Kısacası Türkiye’nin dümenini tutanlar, millete güven vermemektedir.

Ne yazık ki başkanlık tartışmalarının toz ve dumanında Türkiye’nin çözüm bekleyen bunca hayati sorunu ihmal edilmekte, gizlenmektedir. Bütün bu karmaşık meseleler karşısında siyaset platformunda bir sigorta, çözüm adresi ve toplumsal barış açısından bir güven unsuru olan MHP ise suni gündemlerle meşgul edilmeye çalışılmaktadır.

Ancak bilinmelidir ki, Türkiye’nin ağdalı gündemi ve hal yolu bulunması gereken tüm meseleleri MHP tarafından yakından takip edilmektedir. MHP’nin inisiyatifi dışında kurgulanan hiçbir siyasi oyun, atılan hiçbir adım, partimizin politikadaki konumunu değiştiremeyecek; Türkiye’nin bütünlüğü, milletimizin birlik ve dirliği adına üstlendiği görevi yerine getirmesi engellenemeyecektir. MHP; hem kendi içindeki insicam ve dayanışma ruhunun devamı için sarsılmaz bir imanla yoluna devam edecek hem de Türkiye’nin giderek daha çok içinden çıkılmaz hâle gelen sorunları karşısında üzerine düşeni yapacaktır.

MHP, 47 yıla yakın mücadelesinde Türk siyasetinin merkezinde yer almış, uyguladığı politikalarıyla demokratik parlamenter sistemin işleyişine ve toplumsal barışın sürmesine yapıcı katkılarda bulunmuştur. MHP bundan sonra da aynı olumlu ve pozitif rolü üstlenmeye devam edecektir. Bu 47 yıl zarfında partimizde köklü siyasi teamül ve gelenekler teşekkül etmiştir. Bu gelenek ve teamüller, Türk-İslam ülküsünden beslenen değerler manzumesinin yansımasıdır. Onlar sayesindedir ki MHP bütün zor günleri, kritik politik eşikleri ve darbe süreçlerini büyük bir soğukkanlılık ve sağduyu ile aşmıştır.

MHP’de yerleşen en büyük geleneklerden biri de kendi olağan seyrinde gerçekleşen kurultaylar sürecidir. MHP kurultayları, daima milliyetçi-Ülkücü camianın beklenti ve umutlarına cevap verecek enerjiyle davasının büyüklüğüne yaraşır olgunlukta gerçekleşmiştir. Hiçbir kurultay kervanı dışarıdan müdahale ve muhayyel senaryolarla yola çıkarılmamış, olağanüstü kongrelerle teamüller zorlanmamıştır. Kurultay kervanının yükü daima birlik ve bütünlük havası içerisinde hazırlanmış, hiçbir kişi veya grup çıkar uğruna bu kutsal yüke el uzatmaya yeltenmemiştir. Bu kervan; Ülkücü iradenin korumasında, camiamızda hiç eksik olmayan maşeri vicdanın kanatları altındadır. Kurultaylarda delegelerimizin çelik iradesiyle teşekkül eden parti yönetimi, üç hilalin aydınlattığı yolda hizmetini sürdürmüştür. Bundan sonra da böyle olacaktır. MHP’nin siyasetteki güçlü varlığının, toplum nezdindeki itibarının sırrı da işte burada saklıdır. O bakımdan, MHP’yi geleneklerinden kopararak partimizi çizgisinden ve geleceğinden uzaklaştırmak isteyenlere fırsat verilmeyecektir.

Bilindiği gibi, partimizin MYK, MDK ve TBMM Grubu ortak toplantıları Kızılcahamam’da 8-10 Ocak günlerinde yapılması kararlaştırılmıştır. Genel Başkan Sayın Devlet Bahçeli başkanlığında bugün başlayacak toplantılara, MYK, MDK üyeleriyle milletvekilleri katılacaktır.

Toplantılarda; parti içi gelişmelerle Anayasa değişikliği, başkanlık tartışmaları, terörle mücadele ve dış politika gibi konular üzerinde durulacaktır.

Kızılcahamam toplantılarında; MYK üyelerimiz ve milletvekillerimizin gelecek öngörüleriyle yol haritası tayini noktasındaki görüşler dinlenecek; Türkiye’nin sorunlarına dair çözüm önerileri masaya yatırılacaktır. Bütün bu değerlendirmeler ise bizzat Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli tarafından 10 Ocak 2016 günü saat 12.30’da yapacağı basın toplantısıyla kamuoyuna duyurulacaktır.

Anahtar Kelimeler
YORUMLAR
 
 
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Ayrıca suç teşkil edecek hakaret içerikli yorumlar hakkında muhatapları tarafından dava açılabilmektedir.
Henüz yorum yapılmamış ilk yorum yapan siz olun...
2
Sağ 300x250 Reklam
YAZARLAR